“Feminazi”, ABD’li bir dinci-faşist olan Rush Limbaugh’nun 1990′ların başında yaygınlaştırdığı bir kelime.

MEYDAN

Battle of Nişanyan ve 100 Metre Boyundaki Feminazilerin Saldırısı

Kafam bastığı kadarıyla Türkiye’de kültür savaşı makinesinin nasıl çalıştığını daha önce yazmıştım. Mekân yine ODTÜ iken savaşın yeni bir (aslında iki) mevzisi açıldı birkaç gün önce. “Teoloji Sempozyumu” başlığıyla ateizmin tartışılması alandaki dominant mütedeyyin pozisyonların şimşeklerini çekmişti zaten. Diğer taraftan da ateizme ulusalcılık tarafından sarılanlar ile soldan sahiplenenler arasındaki gerilimler mevziye yansıdı. İkinci mevzi, Sevan Nişanyan’ın feministler ve LGBT hakları savunucuları tarafından protesto edilmesi ve konuşmasının engellenmesi ile açıldı. Şu pis “feminazi” kelimesinin bu mevzide dolaşıma girdiğini gördüm.

 

feminazi-kart-1

 

Nişanyan’ın özellikle Ermeni soykırımı konusundaki pozisyonlarından, tarih ve etimoloji çalışmalarından ziyadesiyle bilgilenmiş bir kimseyim. Fikir meseleleriyle uğraşan dindarlarla muhabbeti olup İslâm ve genel olarak din hakkında lafını esirgememesini de beğenirim. Diğer yandan da, tanınıp önemli bir miktar sosyal sermaye biriktirdiğinde eril egosu odalara sığmayan, kendini aşırı önemseyen türden doksozofik bir tip. Protesto sırasında ve sonrasında da bu “az ünlü arızası” tarafını gösterdi.

 

Nişanyan’ın “aslında” nasıl biri olduğundan ziyade, kültür savaşının ortasında onun ne tür bir koza dönüştürüldüğü, ahlakî kutuplaştırmaya nasıl malzeme olduğu benim daha çok ilgilendiğim bir konu. Tabii, doğrudan kendisinin pozisyon alışları da (peygamberlik konusundaki eleştirisinden geçenki “sike sike” çıkışına) farklı kültürel kutuplaşmalara malzeme sağlıyor. Yine de onun anlatılarının temsil ediliş biçimleri, kültür savaşı için koz haline gelmesi hakkında daha fazla sinyal veriyor. Demek istediğim, yavanakım medya ve sosyal medya üzerinden onun ateizmi, anti-Kemalizmi, solculuk veya dindarlık eleştirisi, Ermeni soykırımı konusundaki pozisyonları ve bunların ırkçı tepki çekmesi, feminizme karşı reaksiyoner tavrı ve “bok olayı”, bunların hepsi ayrı ayrı zaten keskinleşmiş olan ahlakî kutuplar arasındaki savaş için cephane haline getirilebiliyor.

 

Bir şey daha aradan çıksın: Yakınlarıyla bir kafede otururken Roni Margulies’in üstüne boya dökülmesi hakkında da aynı şeyi düşünmüştüm, haklı simgesel şiddetin dozu meselesi. Nişanyan’ı utandırmak / ifşa etmek için kullanılan işgal taktiğinde de aynı aşırı doz sorunu vardı: Hak savunuculuğu, ayrımcılık karşıtlığı, sosyalizm, vs. hangi konumdan bakarsanız bakın buna benzer kişileri politik mücadelede hasım belleyebilirsiniz. Ama onlar bir hükümet temsilcisi, sermaye sahibi, iktidar işbirlikçisi, polis müdürü, kontrgerilla komutanı gibi “düşman” kategorisine girebilecek güce sahip kişiler değiller ki. Onlar da, onları lanetleyen solcular, feministler, vd. kadar tahakküm altına alınmış pozisyonları işgal ediyorlar. Melih Gökçek’e isabet eden yumurta bir kazanıma tahvil edilebilir, ama bütün işi yazıp çizmek ve konuşmaktan ibaret olan marjinal birini konuşturmamaktan politik sermaye biriktirmek mümkün gözükmüyor bana. Bu örnekte marjinaller bir başka marjinali hedef alınca, argümanlarının haklı oluşuna rağmen, “Nişanyan’ın mağdur edilmesi” baskın öykü oldu. Mesele eril tahakküm / homofobi kesişiminde erkek doksozofları hedef almaksa, Nişanyan’dan çok daha kudretli hedefler var.

 

Ama kültür savaşının bu episodunda, simgesel şiddetin hatalı kullanımı sorunundan çok daha endişe verici bir şey dikkatimi çekti: Feministler ve LGBT aktivistler, onlara karşı yıllardır nefret ve dışlama üreten baskın muhafazakâr doxa’nın hızla devreye girmesi sayesinde, faşist, zorba ilân edildiler. Türkiye toplumsal hayatında kadınların ve erkeklerin çoğunluğu eril tahakkümü ve homofobiyi doğallaştırmamış gibi, sanki feminist ve LGBT gruplar iktidar konumlarına yerleşmiş ve hepimize kendi hayat tarzlarını dayatıyorlarmış gibi, sanki Türkiye’de milyonları peşinden sürükleyen feminizm ve LGBT hareketleri varmış da azınlıkta kalmış muhalif heteroseksüel erkekleri eziyor gibi bir hava estirildi. “Feminazi” kelimesine, farkında olarak veya olmayarak kadın düşmanlığını ve homofobiyi yeniden üreten bu söyleme gömülmüş biçimde Nişanyan tartışmasında rastladım.

 

“Feminazi”, ABD’li bir dinci-faşist olan Rush Limbaugh’nun 1990′ların başında yaygınlaştırdığı bir kelime:

 

“Feministlerin en iğrençlerine sıfatlarıyla seslenmeyi tercih ederim: feminaziler. Bir arkadaşım kelimeyi militan feminizme meydan okuyan her türlü bakış açısına karşı hazımsız olan dişileri tanımlamak için icat etti. Ben de sık sık kelimeyi, modern zamanların soykırımını, kürtajı kalıcılaştırmaya kafayı takmış kadınları tanımlamak için kullanırım.

 

Bir feminazi, hayattaki en önemli şeyin mümkün olduğunca fazla kürtaj yapılması olduğunu düşünen bir kadındır. Dile getirmedikleri akıl yürütme şekilleri basittir. Kürtaj, militan kadınların iktidar arayışlarını pratiğe dökmek ve erkeklerin gereksiz olduğu inançlarını yaymak için en önemli araçtır.” [Rush Limbaugh, The Way Things Ought to Be (New York, 1992), s. 193.]

 

feminazi-kart-2

 

ABD’nin kültür savaşlarında, kadınların güçlendirilmesinin çok daha yoğun tartışıldığı 1980′ler ve 1990′ların başında bu kelime, Limbaugh’nun köktenci-protestan radyo networkünün de yardımıyla, Cumhuriyetçi sağın diline yapışıyor. İmaj çok basit, o yüzden çok da iyi çalışıyor: Erkek tipli ve erkek düşmanı, çirkin (hâttâ popüler kültürde sıkça lezbiyen stereotipleri ile birleştirilir), her an “seksizm var” diye bağırıp çağırmaya hazır, karşısındakini konuşturmadan ezen, çocuk ve aile düşmanı. Özetle, “nigger” kadar şiddet içeren bir ayrımcı tabir.

 

ABD’de genç kadınlar arasında “feminist” kelimesinin “fuck” gibi, küfür/hakaret/müstehcenlik imâ eden bir f-kelimesine dönüşmesini; kadınların erkek şovenizmi, ayrımcılık ve eşit haklar meselelerinde “radikal” görünmekten (ya da, “lezbiyen gibi”, “erkekimsi”, “bakımsız, çirkin” görünmekten) çekindikleri için kirli buldukları bir kelime haline gelmesini sağlayan sağcı propagandanın etkin araçlarından biri oldu “feminazi”. Her etkili mem gibi hızlı yayıldı.

 

Türkiye’de “feminazi” o kadar yaygın kullanılmasa bile (şahsen Battle of Nişanyan öncesinde bizdeki tartışmalarda kullanıldığını görmemiştim), “feminist” kelimesi aynı etkiyi yaratacak kadar karalanmış durumda. “Feminist değilim ama” kelime grubunu bir gugıllayın mesela. Toplumsal cinsiyet eşitliği ile ilgili onlarca meşru meselenin dile getirilmesinde pek çok kadının özenle kendilerini uzak tutmaya çalıştıkları bir kelime olmuş “feminist”. İnsanlar sanki “feminizmin bir yamuğunu görsek de kalayı bassak” diye pusuya yatmışlar. Nişanyan olayında feministlerle LGBT aktivistlerin bir arada olması, pusudakilere eşsiz olanaklar sundu, öyle ki “feminist”in kirliliği yetmemiş olacak, “feminazi” (hâttâ, “homonazi“) devreye sokuldu. [link][link]

 

Umuyorum kelime bizde de güçlü bir mem olarak yayılmaz. Feministleri eylem taktiği veya ifade özgürlüğü konusunda eleştirmek, feministleri ayrımcılıkla suçlamak için kullanılabilecek kelimeler arasında en dangalakçası.

 

[Baştaki görsel, Nazi sexploitation sinemasının daniskası, 1975 yapımı “Ilsa, She-Wolf of the SS” filminin afişinden.]

YAZARIN DİĞER YAZILARI

MEYDAN

YKadınlara Yönelik Şiddetin Azal(tıl)(a)mayışı
Kadınlara Yönelik Şiddetin Azal(tıl)(a)mayışı

İşgücüne katılım 20 yıl önceki seviyesine ancak yetişiyor. Diğer taraftan, son 10 yılda kadınların işgücüne yavaş ama her yıl artan bir geri dönüşü var.

MEYDAN

YKadın Cinayetleri ve “Veriye Dayalı” Siyaset
Kadın Cinayetleri ve “Veriye Dayalı” Siyaset

Aziz devletimiz, yıllar içinde kaç kadının, hangi "hayata karşı işlenen suç" kategorisinde cinayet kurbanı olduğunu doğru düzgün raporlayamıyor.

Bir de bunlar var

Pedim, Tamponum, Karın ağrım
Depremin LGBTİ+sı: Antep Queer ile depremden sonra dayanışma ağları üzerine söyleşi
Tangamdan sana ne?!

Pin It on Pinterest