Feminist Yaklaşımlar, Barış için Kadın Girişimi’nden Nükhet Sirman, Feyza Akınerdem ve Filiz Oğuz ile barış sürecinde kadın politikaları konusunda bir söyleşi yapmış, çekilme sürecini gözlemlemek için gittikleri Dersim’deki izlenimlerini sormuş. Röportajdan çeşitli alıntılar ve sonra tamamına bağlantı aşağıda:
FY: Görüştüğünüz kadınlar çekilme sürecini nasıl değerlendiriyorlar? Bu süreç kadınların hayatını nasıl etkiliyor?
Filiz Oğuz: Dersim’de şehir merkezinde dolaşırken bile askeri araçlar, tanklar bütün fiziki heybetiyle size karşılıyor; her yerde dolaşıyor. Dersim‟de kadınlarla bir araya geldiğimizde bu kaygılarını paylaştılar. Askeri güçlerin, polislerin, yani silahlı unsurların daha önce karakollarından dışarı çıkamadığını, daha önce mahallelerde görülmediğini söylediler. Ateşkesle yani barış sürecinin başlamasıyla birlikte bu güçlerin çok rahat sokağa çıktığını, mahallelere, kapılarının önüne kadar geldiklerini, silahlarıyla ve o heybetli fiziki duruşlarıyla kendilerini rahatsız ettiklerini ifade etti kadınlar. “Balkonumuza çıkıp çamaşır seremiyoruz.” dediler. “Bağımızda, bahçemizde daha önceden altına saklanacağımız bir ağaç vardı, şimdi tam ağacın dibine geldikleri için saklanacak yerimiz kalmadı.” dediler. Kadınlar çok rahat sabaha kadar Dersim’de otururlar. Sabahları, Munzur’un kıyısında yürüyüş yaparlar. Şimdi o alanların dahi kendilerine kısıtlandığını, köpekleriyle, silahlarıyla o alanlarda çok rahat bir şekilde polisin ve askerin yürüyüşe çıktığını söylüyorlar. Önceden bu kadar rahat halkın içerisine giremiyorlardı. Ama şimdi silahlarıyla, teçhizatıyla, araçlarıyla her yere yayılmış durumdalar. Bunu biz de gözlemledik. Konuştuğumuz kadınların da ortak yaklaşımı bu oldu.
—
FY: Lice, Dersim buluşmalarından sonra Ankara, Antalya, Bursa ve
Çanakkale’de buluşmalar organize ettiniz. Bu şehirlerde nasıl bir kesimle bir
araya gelindi? Kürdi illerdeki tanıklıkları anlattığınızda ne gibi tepkiler verildi?
Bu görüşmelerin ileriye dönük nasıl bir etkisi oldu?
Nükhet Sirman: Bu şehirlerde belli bağlantılarımız ya da Barış İçin Kadın Girişimi
çalışmaları var. Ankara’da Halkların Demokratik Kongresi’nin toplantısına gittik ve BİKG’nin
çalışmalarını anlattık. Yine Ankara’da kadın sivil toplum kurumlarının bir toplantısına bir
atölye taşıdık. Barış atölyesinde BİKG’in yaptıklarını anlattık. Bu atölye sonrasında STK
buluşmasının sonuç bildirgesinde kadınların barış talepleri de yer almış oldu. Antalya’da,
Antalya Kadın Dayanışması, Filmmor ve BİKG ortaklığıyla barış filmleri festivali düzenlendi.
Oraya giden arkadaşlarımız döndüklerinde bizimle gözlemlerini paylaştılar. Antalya’da daha
çok CHP eğilimli, ağırlıklı olarak orta sınıf, Kemalist kadınlarla bir araya gelinmişti.
Yaptığımız çalışmalar anlatıldıkça ve barış filmleri izlendikçe oradaki kadınlar “Demek
kadınlar olmadan barış olamaz” hissine kapılmışlar. Çanakkale’ye bir günlüğüne 4-5
arkadaşımız gitti. Orada siyasi partilerden CHP ve BDP ile aynı zamanda Kent Konseyi ile
toplantı yaptılar. Bu toplantılarda Türkiye’nin doğusunda yaşananlara dair bilgisizlik öne
çıkmış.
Türkiye’nin batısındaki kadınlar kendi yaşadıklarının savaşla bağlantısını kurmuyorlar.
Kendi yaşadıklarını normal zannediyorlar; doğudaki kadınların ise ezildiğini zannediyorlar.
Dolayısıyla o kadınların doğuda ne kadar güçlendiğini gösteren hikâyeler dinlediklerinde
şaşırıyorlar. Türkiye’deki kadınların bence en ciddi trajedisi bu. Kendilerini güçlü Kürt
kadınlarını güçsüz zannediyorlar, hâlbuki tersi geçerli.
Filiz Oğuz: Batı’daki toplantılarda, Kürt kadınları için “Onlar, erkekler olmadan sokağa
çıkıyor mu, erkekler olmadan o toplantılara nasıl gelirler?” gibi sorular sorulmuş. Bunun
benzer örneklerini kendi deneyimlerimde de görüyorum. İsveç’te uzun süre mültecilik hayatı
yaşadıktan Türkiye’ye dönen doktor bir erkek arkadaşımız vardı. Birlikte Diyarbakır’da bir
cenazeye gitmiştik. Kadınlar gelip onun elini sıktığında şaşırıyordu. Kendisi yıllarca
Diyarbakır’da doktorluk yapmış biridir. Taziye çadırında kadın, erkek ortak oturuluyor,
tartışılıyor olmasına, kadınların erkeklerin yanında konuşmasına çok şaşırmıştı. Kadınları
kapalı, evinden dışarı çıkmayan, sokağa adımını atmayan ve erkeğin güdümünde olan
kadınlar olarak görüyor ve kadınların siyaset yapmasına, düşüncelerini açıkça ifade etmesine
şaşırıyordu. Kemalizmin oluşturduğu bu algılar insanları biçimlendiriyor.
Nükhet Sirman: Geçtiğimiz aylarda Robert Kolej mezunlarına kadın ve barış konulu bir
konferans yaptım. Konuşmamda Kürt meselesinden söz etmedim, sadece dünya süreçlerini
anlattım. Konuşmamı bitirir bitirmez sorulan soruların çoğu Kürt kadınları üzerineydi.
“Barış sürecinde Kürt kadınları var mı? “Sokağa çıkıyorlar mı? Diyarbakır’da yaşam nasıl?
Diyarbakır’da Mado var mı?” gibi sorular sordular. Diyarbakır’da Ceren Kadın Evi’nin
önündeki çimenleri ve oradaki gece sefalarını anlattığımda inanamadılar. Bu algı çok yaygın
ve bunlar çok ciddi problemler. BİKG olarak bu ülkenin kadınlarının bir araya gelip birlikte
güçlü bir biçimde barış için mücadele edebilecekleri bir noktaya gelmelerini istiyoruz Ama bu
tip algılar bir arada durmamızın önünde çok ciddi engel maalesef. Bütün bu otuz yıl boyunca
bu algılar ince ince işlendi, örüldü, öğretildi. Onun için bütün bu öğretilere, bütün bu
dezenformasyona karşı bir hareket geliştirmek lazım. Orada yaşayan kadınların gerçeklerinin
ne olduğunu anlatabilmemiz lazım. Yoksa “Biz ileriyiz, onlar geri” algısıyla kadınların
birlikteliğinin önü kesiliyor.
Feyza Akınerden: Bu şaşırma hali önemli aslında. Ben bir senedir BİKG’i sürekli takip ediyorum, kadınlar her konuştuğunda şaşırıyorum. Temas ve gözlem grubu bir yere gidip
toplantıda bize aktardığı zaman ne kadar az şey bildiğimizi görüyorum. Savaşın ne olduğu,
kadınlara ne yaptığı, kadınların o savaşın içinde neler yaptığı gibi pek çok konuda çok az şey
biliyoruz. Barış kelimesini bile daha yeni yeni söyleyebiliyoruz ki bu savaşın varlığını
bilmeyen çok fazla insan var. Bizim çeşitli çalışmalarımızda da gördüğümüz şey erkeklerin
savaşı daha çok bildiği. Çünkü erkekler askerlik yaptı. Çok büyük bir kısmı savaşı biliyor ama
konuşamıyorlar. Az bir kısmı nelere şahit olduklarını anlatıyorlar ama onlar da kadınların
hakikatlerini bilmiyorlar. Dolayısıyla ufacık bir bilgi verdiğin zaman bile şaşırma çok büyük
oluyor. Bunu ben kendim de yaşıyorum.
Nükhet Sirman: Çok doğru bir şey söylüyor Feyza. Kadınlardan hakikat gizleniyor ama
kadınların hakikati de herkesten gizleniyor. Bütün bu savaş süresince kadınlara yönelik taciz,
tecavüz ve o kadınların yaşadığı hak ihlalleri, insanlığa karşı suçların kadın versiyonları hep
gizli tutuldu. Mesela kadına yönelik şiddetin bu savaşla bağlantısını hiç kimse konuşmak
istemiyor. Biri konuştuğunda da veri istiyorlar. Ancak elimizde doğru dürüst veri yok ve bu
nedenle bu bağlantıyı ispat etmek kolay değil. Bu hakikatler kimden nasıl gizleniyor?
Yaşadığımız şiddet olaylarının birbiriyle bağlantısını kurmuyoruz. Örneğin Gezi olaylarını ele
alalım. Gezi’de orantısız bir şiddet kullanıldığı söylendi. 90’lı yıllarda yaşananlar orantısız
şiddetin ta kendisidir aslında. Vali Mutlu orantısız şiddet kullanmayı nerede öğrendi? Siirt’te
öğrendi. Oralarda edinilmiş bilgiler buralara geldiği zaman şaşırıyoruz. Ama unutuyoruz ki
otuz yıl bu şiddet sistemi oralarda geliştirildi, oralarda inceltildi, sistematik hale getirildi. Pek
çok durumu normal kabul ediyoruz. Türkiye Ceza Kanunu’nda izinsiz gösteri suçu diye bir
suç mu var mesela? Ama biz bunları kabul ediyoruz, var zannediyoruz, normal zannediyoruz.
Çünkü tamamen güvenlikçi bakış açısı hakim.
Aynı zamanda bazılarının “bağzı şeyler” bildiği, bazılarının hiçbir şey bilmediği muazzam bir
gizlilik olduğunu görüyoruz. Kimden, nereden, ne gizleniyor bilmiyoruz. Bunlar savaş
zihniyetini ve haleti ruhiyesini oluşturan şeyler. Raporumuzda buna çok az değinebildik. Biz
bu savaş ortamından çıkacaksak ciddi zihniyet devrimleri yapmalıyız. Bu zihniyet
devrimlerinin başında da gizliliğe dayanan, güvenlikçi bakış açısıyla hayata bakan
yaklaşımları değiştirmeliyiz. Biz raporumuzda güvenliğin devlet odaklı değil insan odaklı
olması gerektiğinin altını çizmeye çalıştık. Kadınların ve erkeklerin birbirinden farklı
güvenlik sorunları olabileceğini vurgulamaya çalıştık. Biz bir savaş toplumu yaşantısına
alıştırıldık, dolayısıyla barış içinde yaşamanın ve barışın ne olduğunu bilmez hale geldik, bu
çok acı aslında.
—
Esra Aşan, Ülker Uncu ve Zeynep Kutluata’nın gerçekleştirdiği söyleşinin devamı için burası.
Görsel: Ferdinand Hodler