Disiplin, bilgi, yetenek, azim… başarılı bir yazar olmanın asıl sırrı ne?
Başarılı bir yazar olmanın asıl sırrı, daha yazmaya başlamadan şahane zengin olmak diyor Sean McElwee:
“Okumak, yazmak, düşünmek ağır işle birlikte yürütülmesi neredeyse imkansız işler. Veblen’in dediği gibi yazmak gösteriş amaçlı tüketime girer, daha çok ağır iş yükü altında bulunmayan aylak sınıfın yerine getirdiği bir iştir. Oscar Wilde şöyle yazmış: ‘mevcut koşullar altında Byron, Shelley, Browning, Victor Hugo, Baudelaire gibi halihazırda imkanları bulunan az sayıda insan kendilerini tamamen gerçekleştirebilmiştir. Bu kişilerin hiçbiri bir gün bile başkasının ücretli işçisi olmamıştır. Hepsi yoksulluktan azadedir.’ New Yorker yazarı Evan Ratliff’le geçenlerde yapılan bir röportajda ise yazar şöyle diyor: ‘Bu tür bir yazarlıkla tam zamanlı bir işin bir arada gidebileceğine inanmıyorum. Gerçekten vakit adamak gerekiyor’. Vakit de bildiğimiz gibi nakit demek. Başarılı yazarlık ücretsiz stajlar, düşük burslar kapmaktan, yıllarca bedava yazmaktan geçiyor. Bunu herhangi bir yan gelir olmadan yapabilmek ise muhtemelen üst orta-sınıf ya da sizi finansal olarak destekleyebilecek hali vakti yerinde bir aileden gelmek anlamına geliyor. Aşikar olanı dile getireyim: etrafta pek fakir yazar yok. Nasıl olabilsin ki?
Bu dinamik sosyalist düşüncede bile yaygın. Marx’ın erken 20.yüzyıl yorumcularının en yoksulu Gramsci aralıksız tarihi teorik eleştirisini ancak hapisteyken yazabildi. İşçi sınıfının çektiği sefaletin büyük ifşa edicisi Engels’in varlıklı bir kapitalistin oğlu olması da tesadüf değil. İşçi sınıfının kendi sefaleti üzerinde düşünmeye ne zamanı ne eğitimi vardı zira. Kapitalizmi irdeleyen en büyük düşünür Karl Marx’ın geçimini ancak Engels’in himayesi altında sağlaması ve beş parasız ölmesi de tesadüf değil. Maalesef Marksist gelenek işçi sınıfından koptukça, ifşa edicilerin sesi de az duyulmaya başladı. Adorno, Della Volpe ve Althusser’in yazdıkları giderek daha okunamaz hale geldi. Marx yazdıklarının işçi sınıfı için erişilebilir, anlaşılabilir olmasını amaçlarken sonraki Marksistler tam tersi amaçları edinmiş gibi görünüyordu. Perry Anderson’ın dediği gibi, ‘tüm gelenek burjuva kültürüne kaymaya başlamıştı’.
Geçmişin ‘büyük düşünürleri’ düşünmek ve seslerini duyurmak için yeterince zengin olanlardı çoğunlukla – Montesquieu, Smith, de Tocqueville, Keynes, Schopenhauer, Hegel, Freud, Darwin, Huxley. Herhangi bir düşünür seçin, arkasında varlıklı bir aile bulacaksınız. Aynısı günümüz için de doğru.”
McElwee’nin yazdıklarının sadece yazarlık için geçerli olduğunu sanmıyorum. Yine bu yıl rastladığım bir yazıda ABD’deki çeşitli meslek gruplarından çalışanların geldikleri ailelerin gelirlerine dair veriler paylaşılıyordu. Tasarımcı ve sanatçıların geldikleri evlerin gelir düzeyi en yükseklerdeydi. Yine bu grup geldikleri ailelerden daha az para kazanma sıralamasında birinciydi. “Sanatçılık zengin çocuğu mesleğidir” önermesine etrafınızda gördüklerinizden daha fazla kanıta ihtiyacınız var mıydı bilmiyorum ama işte o halk arasındaki inanışın bilimselcesi.
Sanatçıların, yazarların para sıkıntısı; varlıklı bir aile veya öyle bir aile olmadığı durumlarda başka bir zenginin patronajı, olmadı devlet tarafından finansal olarak desteklenme gereği ve bu ilişkilerin yarattığı sorunlar yeni bir şey değil. “Bankacılar bir araya geldiğinde sanat konuşuyor, sanatçılar para”. Oscar Wilde bu cümleyi sarfettiğinde 19. yüzyılın sonu. Şu an 2014. Türk edebiyat ya da sanat camiasında bu tartışılıyor mu, insanları biraz olsun rahatsız ediyor mu emin bile değilim. Eğitimimin yarısı özel okullarda geçti, özel okul deneyimimde gözlemlediğim en ilginç şeylerden biri öğrencilerin bahşedildikleri ayrıcalıktan, daha doğrusu o ayrıcalığın adaletsizliğinden ne kadar bihaber olduğuydu. Herkes istisnai derecede akıllı ve çalışkan olduğu için orada olduğunu düşünüyordu. Ailelerimizin ezici çoğunluğunun eğitimimize her sene binlerce dolar harcayabilen aileler olduğu gerçeği “biz Türkiye’nin en özel çocuklarıyız” söylemini bozacağından pek akıllara gelmiyordu. Bu konuyu bir okuldaşıma açacak olduğumda öfkeyle bana okulun verdiği pek çok burstan bahsetti, beni nankörlük-marjinallik arası bir şeyle suçladı. Okul burs veriyordu evet, ama öğrencilerin çok küçük bir kısmına. Dağılıma bakacak olursak istisnai zekada ve çalışkanlıkta çocuklar çoğunlukla zengin ailelerden çıkmak zorundaydı. Bu doğru muydu? Cevabını alamadım.
Dolayısıyla insanlar McElwee’nin yazdıklarını okuduğunda veya dünyadaki/Türkiye’de mevcut sanat-edebiyat camiasına baktığında bu fırsat eşitsizliğinin, kapalılığın, erişilemezliğin tamamen farkında omuz mu silkiyor yoksa benzer bir varsayımla zaten doğru olanın bu olduğunu mu düşünüyor bilmiyorum. Ama McElwee’nin hatırlattığı bir gerçek var: yüzyıllardır ağırlıklı olarak zenginlerin eserlerine bakıyor, onların düşüncelerini okuyoruz.
Verdiği örneklerde hiç kadın yazar yok bu arada, farketmişsinizdir. O eksikliği de Virginia Woolf’tan bir alıntıyla gidermek lazım belki. Kendine Ait Bir Oda’dan: “Bir kadın eğer kurmaca yazacaksa parası ve kendine ait bir odası olmalıdır.”