Yalan ve kandırmaca feminist bir direniş biçimi olabilir mi?

MEYDAN

Bana Feminist Yalanlar Söyle

Hayatım, 20li yaşlarındaki birçok insanınki gibi sürekli bir değişim içerisinde. Seneye ne yapacağım belirsiz. Ondan sonraki sene hangi kıtada olacağım bile bir muamma. Farklı okullar, şehirler, semtler, evler, insanlar ve geçici işler…

 

Tabii ki tüm bu değişim dalgası içerisinde hâlâ değişmeyen şeyler de var. İki gün önce yakın bir arkadaşımla konuşuyorduk. Erkek arkadaşıyla yurtdışı tatili için uçak bileti almış. Ailesine nasıl söyleyeceğini düşünüyordu. Uzun uzun kafa patlattıktan sonra yine çözümü yalan söylemekte bulduk. Yıllardır ben ve çevremdeki birçok kadın aslında sürekli bunu yapıyoruz. Yaşamak istediğimiz hayatları yaşayabilmek için sürekli yalan üreten makinelere dönüşüyoruz. Lisede okul çıkışı arkadaşlarımla bir kafede oturup bir saat kadar çay içebilmek için yıllarca okulun bitiş saati hakkında yalanlar uydurup durdum. O gün öğretmen geç bırakmıştı, öteki gün zaten otobüsün tekeri patlamıştı, hele geçen Cuma tam otobüse binince çantamı okulda unuttuğumu fark edip geri dönmüştüm. Hep ondan geç kalmıştım işte.

 

Yalan söylemek çoğu insan tarafından kabul edilemez bir davranış olarak yaftalanır. Fakat asıl düşünülmesi gereken yalan söylemenin etik olup olmadığı değil, kimin ne hakkında daha çok yalan söylemek zorunda kaldığı ve kime yalan söylendiği. Bu soruların cevabı bizi doğruca bir güç ilişkisine yönlendiriyor. Ataerkil düzenin en küçük gözetim birimi olan aile kurumu, kadınların makbul olan ve olmayan deneyimlerini ayrıştırıyor ve makbul olmayan deneyimleri cezalandırma yetkisi ve gücünü büyük oranda elinde bulundurmaya devam ediyor. Özellikle Türkiye’deki gibi bireysel hayata müdahale etmeye daha hevesli toplumlarda bu güç ilişkisi, makbul olmayan deneyimlere yönelen kadınları, cezalardan kaçmak için yeni kaçamak stratejiler üretmeye itiyor. İşte yalan, kadınlar için bu kaçamak stratejilerden biri.

 

Bu yalan söyleme hâlinin toplumsal bir fenomen olduğuna şüphem yok. Zira olay sadece bizim jenerasyona da özgü değil, aşırı muhafazakâr ailelerin kızlarına da. Mesela yukarıda anlattığım, sevgilisiyle tatile gidecek arkadaşımın ailesi gayet modern. Babam gençliği ile ilgili hikayeler anlatırken 20 yaşında bir gece nasıl arkadaşıyla aniden karar verip Antalya’ya yola çıktıklarından söz ediyor. Teyzemin gençlik maceraları ise ailesine yalan söyleyerek nasıl x veya y şehrine gittiğinden ve tatili boyunca yalanı ortaya ha çıktı ha çıkacak derken geçirdiği kalp krizlerinden oluşuyor. Aslında bu konu Türkiye’deki çoğu kadın için o kadar bariz ve sıradan ki sanırım daha fazla örneğe ihtiyacımız bile yok.

 

Peki araştırmalar ne diyor? De Paulo ve diğerleri (1993) de sosyal ilişkilerde yalan ve kandırmacanın cinsiyete bağlı farklılaşmasını inceliyorlar ve bulguları kadınların ne tarz güç dinamikleri içerisinde yalanlar söylediklerini ortaya koyuyor. Kadınlar yıllardır birçok konuda aileleriyle yüzleşmek yerine yalan söylemeyi tercih ediyor.
İdealist feministler de var tabi; bu ataerkil baskı düzeniyle yüzleşmeme halini kabul edilemez buluyorlar. Onlara göre uzun vadede kadının özgürleşmesi bu yüzleşmelere bağlı. Tavrını koyup “İstediğimi yaparım ve kimse bana karışamaz.” diyen, yüzleşmekten çekinmeyen korkusuz ve cesur kadınlar gerçekten de toplumsal düzeni tehdit ediyor ve ataerkilliğin koltuğunda rahatsızca kıpırdanmasına sebep oluyorlar. Hatta bazen öyle bir an geliyor ki aile bireyleri pes ediyor ve kadını kabullenebiliyor. Bu tarz “mucizevi” örneklerle beraber, kadının makbul olmayan deneyimleri toplumda normalleşmeye bir adım daha yaklaşıyor.

 

Ama her ne kadar yüzleşen kadınlara hayran olsak da çoğu kadın hâlâ aileleriyle yüzleşmekten kaçınıyor ve yalan üretmeye devam ediyor. Bana kalırsa, yüzleşemeyenleri anlamak da en az yüzleşebilenleri takdir etmek kadar önemli, çünkü yüzleşmekten çekinme anları ve akabinde geliştirilen stratejiler de en az açıktan başkaldırılar kadar toplumsal cinsiyet dengelerini algılamamızda, kadınların hangi noktalarda baskıya maruz kaldığını tespit etmemizde ve radikal olmayan kadının stratejilerini güçlü ve güçsüz yanlarıyla birlikte incelememizde yardımcı oluyor. Fakat konu sessiz ve bireysel başkaldırılar olduğunda bir sürü soru da beraberinde geliyor: Ataerkil düzene açıktan başkaldırmayan, fakat ataerkil düzenin dayattığı hayatı da yaşamayan kadın nasıl bir kadın? Bu kadın diğerinden daha az mı feminist? Sessiz direniş gerçekten bir direniş olabilir mi?

 

Kadınların gençliklerini macera ve deneyim dolu yaşayabilmek için ürettikleri yalanları aslında gündelik feminist direniş pratikleri olarak görmek mümkün. Kadınlar yalan söylüyorlar çünkü “makbul olmayan” deneyimleri de deneyimlemek istiyorlar. Ve bu deneyimleri deneyimledikleri için cezalandırılmak da istemiyorlar. Aileyle yüzleşmenin kadın için birçok ciddi sonucu var. Maddi desteğin ortadan kalkma ihtimali, fiziksel ve/veya psikolojik şiddet, aile bireyleri tarafından dışlanma ve yalnızlığa itilme ve benzeri ciddiyette sonuçlar bunlar.

 

Tabii ki açık başkaldırının sonuçlarını sıralarken amaç kadınların sinmelerine sebep olmak veya onları korkutmak değil. Öte yandan gerçek şu ki, çoğu genç kadın bir yüzleşme sonrası bu sonuçlara maruz kalmaktan kaçınarak daha “kurnazca” stratejilere başvurmayı tercih ediyor. Yalan ve kandırmaca ise bu stratejilerin en önde geleni. James Scott (1990)’a göre bu tarz açığa vurulmayan ve hile barındıran direniş pratikleri direnişçilere otoritenin kontrolünden uzak ve cezalandırılmaya maruz kalmayan genişçe bir sosyallik alanı sağlıyor. Bu noktada bizlere bu gündelik ve pratik direnişleri direniş pratiği olarak tanımak, yok saymamak ve anlamlandırmaya çalışmak düşüyor sanırım. Buna özellikle dikkat çekmek istiyorum çünkü kız kardeşlik ve kadın dayanışmasının aldığı yaralar biraz da bu tarz yok saymalar ve öteki pratikleri aşağılamaktan kaynaklanıyor.

 

Evet, belki her kadın ailesiyle yüzleşerek düzene öldürücü darbeler indiremiyor, fakat zaten tarafların eşit olanaklara sahip olmadığı böylesine bir savaşta kendilerini açığa vurmadıkları için kadınlara kim ne söyleyebilir?

 

Yalan mı?

 

Bir daha söyle.

 
 
 

İlgililer için kaynak:
• Scott, J. (1990). Behind The Official Story, In Domination and The Arts of Resistance: Hidden Trascripts. Yale University Press.

• De Paulo, B.M, et al. (1993). Sex Differences in Lying: How Women and Men Deal With the Dilemma of Deceit, In Lying and Deception In Everyday Life. Guilford Press.

 
 

dip not: bu yazıya özel çizdiği harika illüstrasyon için Selen Sarıkaya’ya teşekkürlerler.

 

YAZARIN DİĞER YAZILARI

Bir de bunlar var

28 Şubat, Helalleşmek ve Unutmak Üzerine: Henüz Sona Ermemiş Tarihlerin Üstesinden Gelmeye İstekli Değiliz
Kent Mitingi’ne Çağrıdır: 22 Aralık’ta Kadıköy’de buluşuyoruz!
Türkiye’de iş cinayetlerinde her ay bir Soma mı yaşanıyor?

Pin It on Pinterest