2015’te bir anne-kız hikâyesi olan Anayurdu filmini yönetmiş Senem Tüzen’le, Noah Amir Arjomand ve Adam Isenberg ile yeni bitirdikleri belgeselleri Eat Your Catfish (“Balığını Ye!”) (2021) üzerine sohbet ettik. Eat Your Catfish’in ALS (Amyotrofik Lateral Skleroz) hastası olan Kathryn’in hikâyesini konu aldığı düşünülürse, ALS hastalığı üzerine dramatik ve bilgilendirici bir film olması beklenebilirdi. Ama Tüzen’in de altını çizdiği gibi, film çok daha farklı bir yola girip ALS üzerinden aile içi krizlerin mizahi anlarına ve Kathryn’in hem kırılgan hem güçlü taraflarına odaklanan, insana ve aileye dair bir hikâye anlatıyor.
930 saatlik malzemenin 8 yıllık bir süreç boyunca kurgulanmasıyla meydana gelen filme ismini veren “eat your catfish” (“balığını ye!”) ifadesi, Kathryn’in izleyiciye aktardığı ve Julia Roberts’ın oynadığı August: Osage County (Aile Sırları) (2013) filminden geliyor. Roberts bu cümleyi, aile yemeğinde geçirdiği bir sinir krizi esnasında tabakları fırlatırken sürekli tekrarlıyor. İletişim kurmak yerine birbirlerine kendilerince iyi olanı dayatan ailelerden birine tanıklık ediyoruz Roberts’ın oynadığı filmde. Senem Tüzen, Eat Your Catfish’te altını çizmek istediklerinin çekirdek aile dinamikleri arasındaki benzerlik olduğunu söylüyor: “Kathryn’in bedensel durumuna rağmen, içindeki punk genç kız hallerini yansıtıyor o cümle. ‘Ben de içimden böyle dramatik bir versiyonumu çıkarabilirdim aslında, ben de böyle bir performansın altından kalkardım,’ diyor. Çekirdek aile ilişkisi, insan, aile nedir, ailenin kişi üzerindeki gücü nedir gibi konuları içine aldığı için “Eat Your Catfish” ismi iyi gelmişti bize.” Kathryn de Roberts’ın oynadığı karakter gibi daha dışavurumcu biri olmayı hayal ediyor. Sık sık filmin sıkıcı olacağına dair korkular yaşadığından bahsetmesi de bu yüzden. Halbuki, kendi ailelerimizi, onlarla yaşadığımız benzer durumları sık sık düşündüren bir filmle karşı karşıyayız: “Hikâyenin izleğine göre herkesin bakış açısını dramatik odağına yerleştiren, bir anlamda karakterler arasında bir sörf yapan bir yapı düşündük. Karanlık olmayan, karakterlerin yaşamın gündelik akışında kendilerinin farkında olduğu ya da olmadığı o mizahi anları ortaya çıkarmaya çalıştık. Çünkü kendi ailelerimizle yaşadığımız sürtüşmelerde de bir mizah var aslında.”
Kathryn ile nasıl tanıştıklarını, bu projeye nasıl ikna olduğunu merak ediyorum. Adam ve Senem daha önceden Nikaragua’da bir dağ köyünde, işaret diline erişimleri olmadan büyüyen sağır dilsiz bir abla kardeşin, 20’li yaşlarından sonra hayatlarında ilk defa işaret diliyle tanışmalarına odaklanan A Life Without Words (“Kelimelerden Yoksun Bir Hayat”) (2011) belgeselini yapmışlar. Benzer bir klostrofobi, kendi içine kapanma temasını o filmde de işlemişler: “Sekiz yıl önce New York Margared Mead Film Festivali’nde Noah (Kathryn’in oğlu) Adam’la tanışıyor ve ona ailesinin bir tartışmasını içeren bir deneme çekimi gösteriyor.” Olaylar buradan gelişmeye başlıyor.
Film boyunca bize eşlik eden konuşma sentezleyici (text to speech machine) ve Kathryn’in sarkastik üslubuyla ilk birkaç dakikada tanışıyoruz. Kathryn karşısında duran ekrandan gözleriyle seçtiği harflerle cümleler kuruyor, sonra da bu cümleler tekerlekli sandalyesine monte edilmiş bu cihaz tarafından sesli olarak karşı tarafa ulaşıyor. Aynı şekilde kaydedilmiş üst sesiyle izleyiciye, yani bize direkt hitap ediyor Kathryn. ALS’yi tanımlamak için kullandığı benzetme ise çok vurucu: “bedeninin yavaş yavaş bir otobüs tarafından ezildiği, sadece beyninin bundan etkilenmediği kriminal bir hastalık.” Film boyunca kamera Kathryn’in koltuğunun arkasında duruyor. Kathryn’in ve kameranın sabitliği sürekli bizi etraftaki hareketi tekrar değerlendirmeye itiyor: nezaketen sürdürülen yüzeysel muhabbetler, durağanlıklar, rutinler, kavgalar, sevinçler… Her şeye aynı mesafeden bakıyoruz. Gerçekten çok sevdiğin biri, annen, bir arkadaşın bu halde olsa hayatına önceki gibi devam edebilir misin? Ama ediyorsun. “Yaşam denen gösteri” o çok sevdiğin kişi olmasa bile devam ediyor.
Kathryn kızının düğününden önceki son yılını bize anlatırken, “Gerçekten artık havlu atmayı düşünüyordum, ama kızım evlenecekken yapamadım,” diyor. Düğün gününden iki yıl sonra yaşam destek ünitesinden çekilme, yani ölüm kararını veriyor. Belgesel düğün organizasyonu, sürekli değişen bakıcılar gibi hayati bazı konuların Kathryn’in ve ailesinin üzerindeki etkilerine tanıklık etmemizi sağlıyor. Tüzen, film boyunca Kathryn’in aileyi düzenleyen işlerine nasıl devam ettiğini anlatıyor. “Son ana kadar konuşma sentezleyiciyle aileye direktifler veriyor, faturaların ödenmesini sağlıyor, evin alışveriş listesini hazırlıyor… zihinsel olarak aktif biri, eskiden o aileyi nasıl çekip çevirdiğini görebiliyorsunuz.” Kathryn’in hem geçmişi, hem bugünü izleyiciye anlatan mekanik sesi, hikâyenin akışını da yönetiyor. Bedenini hareket ettiremeyen ve sadece gözleriyle bir makine sayesinde iletişim kurabilen biri, bedensel bütünlüğünü filmle kuruyor: “Kathryn çekim sürecinin başından beri bir yönetmen gibi işin içindeydi. ‘Burası iyi oldu, şu kötü oldu, tüh, dün şöyle acayip bir şey oldu, kayda girmeyi unutmuşuz,’ gibi yorumlar yapıyordu.” Tüzen ayrıca akademisyen ve entelektüel bir aile olmalarının —Kathryn’in kocası, İran asıllı Said Arjomand tanınmış bir sosyolog, Kathryn ise yarım bıraktığı doktorasını Amerikan yerlilerinin Amerikan edebiyatında temsili üzerine yapmaktaymış— “kendi yaşamlarına belirli bir mesafeden, etnografik bir gözle bakma, onu da analiz edilebilecek bir iş gibi ortaya koyma, çekinmeme,” haline yol açtığını, bu çıplaklığın da belgeselin vuruculuğuna etkisi olduğunu ekliyor.
Kızının düğün gününde Kathryn elbisesi giydirilirken kendi isteklerinin dinlenmemesine içerliyor. Bedenini istediği gibi hareket ettiremeyen, kullanamayan biri için arzusu dışında yapılan her şey beden bütünlüğüne bir çeşit müdahale oluyor. Oturduğu pozisyonun sürekli değiştirilmesi de çok önemli, yoksa kas ağrıları dayanılmaz hale geliyor. Kathryn’in yıkanmasından beslenmesine, giydirilip fizyoterapi egzersizlerinin yaptırılmasına kadar mahrem bir sürü anına tanıklık ediyoruz. Kathryn’in filmin ne kadarını izleyebildiğini, bu sahnelerin hepsine onay verip vermediğini merak ediyorum. Her şeyin onun ve oğlunun onayından geçtiğini, Eylül 2017’de hayatını kaybedene kadar iletişimde olduklarını, filmin şimdiki içeriğini de kapsayan bir kaba kurguyu izleyebilmiş olduğunu söylüyor Tüzen.
Film boyunca izleyiciyi yönlendiren geçmişe dönüşler ve geleceğe bakışlarla ailenin geldiği noktayı, bakım emeğinin ağırlığını anlıyoruz, ama bir yandan da Kathryn’in hâlâ yeterince anlaşılmadığı hissine de kapılıyoruz. Tüzen buradaki dengeyi yaratmak için çok uğraştıklarını söylüyor: “Kimse zaten Kathryn’in klostrofobisini ve öfkesini anlayamaz. Bedeniyle beyni arasına müthiş bir uçurum açılmış, bunu her gün deneyimlemek zorunda olan, fiziksel olarak da acı çeken bir kadından bahsediyoruz. Bunun yanında Said’in de çektiği bir acı var. Ders vermeye gidecek, karısını bırakıp gidemiyor. Bakım işinin kendisi de çok zor.”
Eat Your Catfish’in en vurucu anlarından biri, Kathryn’in Said’le ettiği bir kavga. Said hafif sarhoş, Kathryn’in direktiflerini anlayamıyor, daha doğrusu anlamak istemiyor, yorgun. Kathryn muhtemelen bu şekilde davrandığı için ona içerliyor. Sonraki sahnelerden birinde, Kathryn’in doktorasını Said’in işlerine ve ev işlerine yardım etmek için yarım bıraktığını ve buna dair pişmanlık duyduğunu öğreniyoruz: “Klasik, heteroseksüel, cinsiyetçi bir üst yapı var ya, onun içindeki unsurlar da doğal olarak etkileniyor. Said entelektüel biri, muhtemelen kadın haklarını da savunur. Günde sekiz saat karısına bakıyor. Elinden geleni yapıyor. Ama sonuçta o üst yapıdan, o yapının dayattığı düşünce biçiminden kaçmak çok zor… Kathryn de bu adaletsizliğin farkında ama aile kurunca, çekirdek aileyle ve bu yapı içindeki aile fertlerinin rolleriyle ilgili beklentilerin, yani kendisinin kendisinden beklentilerinin önüne geçememiş. Anladığım kadarıyla suçluluk duygusundan ziyade, kendisini ailesinin, özellikle çocuklarının mutluluğuna vakfetmeyi seçmiş. Kendi içindeki çatışma da o.” Kathryn her şeyini yarıda bırakıp ailesiyle ilgilenebiliyor ama ailesi benzerini onun için bir yere kadar yapabiliyor. Çünkü bakım emeğinin bir kişiye, özellikle aileden birine yüklenmesi çok ağır bir şey. Kimse için adaletli olmadığı gibi, Kathryn için de değilmiş. Kathryn’in ölüm kararını düğünden sonraya ertelemesi de anneliğine, çocuklarının yanında olmak isteyişine, onlara sevildiklerini göstermeye dair bir jest. “Annelik özverisi” son ana kadar baki kalan hislerden biri oluyor belli ki.
Noah, Kathryn’e en yakın, onun bakımıyla en çok ilgilenen insanlardan biri. Sonlara doğru, Noah’nın araştırma için Türkiye’ye gelecek olması Kathryn’e büyük bir darbe oluyor. Çünkü aslında eşinin gerginliği ve değişen bakıcılarla kalmak istemiyor. Sık sık bakıcıların değiştiğini, yeni gelen bakıcılarla yaşanan sürtüşmeleri, özellikle Noah’nın sürekli yeni gelenlere neyi nasıl yapmaları gerektiğini anlatışını izliyoruz. Bir yanıyla ALS hastası biri için sık sık bakıcının gelmesinin ne kadar önemli olduğunu düşünüyorum, bir yandan da bu sürekli değişimi anlayamıyorum. Tüzen bu konuyla ilgili şöyle söylüyor: “Sigorta şirketleriyle ortak çalışan bakıcı acenteleri var. Anladığım kadarıyla konuya insani bir noktadan bakmıyorlar. Bu alanları şu hemşireler arasında döndürelim demişler, yani ailelere değil bölgelere göre bir dağıtım yapıyorlar. ALS, Alzheimer ya da ağır engellilik durumları için hiç pratik değil. Evin içindeki, en küçük gündelik, pratik problemlerin kökeni dönüp dolaşıp buraya geliyor. Düzenli gelen bakıcılar olsa, ailenin iş yükü azalacak. Sürekli değişen bakıcıları eğitmek zorunda kalmayacaklar… Burada uykusuz kalan, çok yorulan ve fiziki anlamda da iş yükünün altında ezilen bir aile var aslında.”
Yer yer Kathryn’in ALS’sinin ilerlemediği zamanlarındaki halini, çocuklarının küçüklüğünü ve evliliğinin ilk yıllarını görüyoruz fotoğraflar aracılığıyla. En sonunda da Kathryn’in videosunu görüyoruz ilk defa. O ana kadar, tüm filmi, gençlik fotoğrafları dışında, onun yüzünü görmeden, onun bakış açısından izlemiştik. Bundan sonra uzunca ve kendini açıklayan bir çeşit “hoşçakalın notu” yazıyor Kathryn. Muhtemelen düğünden sonra bu notu ailesine vermek istiyor. Filmin sonunda düğün yapılıyor, herkes yorgun ama mutlu. Film boyunca hem filmi hem de seyirciyi kendi perspektifine almış olan Kathryn, azimli biri olduğunun hatırlanmasını talep ediyor. Azimli ve güçlü biri olduğu konusunda hiçbirimizin şüphesi olduğunu sanmıyorum.
Senem Tüzen’e eklemek istediği bir şey olup olmadığını soruyorum. “Bu film, çok farklı kültürel, ekonomik çerçevelerden gelsek bile, bir noktada çoğumuzun benzer aile dinamikleriyle sınandığını tekrar anlamama vesile oldu. Kathryn’e açıklığı, ölmeden önce bizimle hayatını paylaşabilme cesareti gösterdiği için çok teşekkür etmek isterdim.” Biraz ağır, biraz buruk ama çokça aile meselesine, toplumsal cinsiyet rollerinin aile içinde nasıl dağıtıldığına ve bunların nasıl sorgulanmadan kabullenildiğine dair bir belgesel Eat Your Catfish.
İlk gösterimini IDFA’da (Amsterdam Uluslararası Belgesel Film Festivali) yapan, ardından İstanbul IFF’de en iyi belgesel film ödülüne layık görülen Eat Your Catfish’i önümüzdeki günlerde Başka Sinema’da izleyebilirsiniz.
Ana görsel: Belgeselden bir kare.