#MeToo tarafından geliştirilip şu anda kullanılan “kadınlar” tanımı basitçe şu şekilde anlaşılabilir: Kadın düşmanlığına maruz kalmış herkes.
Annem içine çekildikçe etrafındaki alan daha da büyüyor sanki. Babam çoğaldıkça annem azalıyor.
Anne ve kızı, bu asit saldırısına uğradığından beri en yakınlarının bile onları öpmek istemediğini söylüyor.
Bütün bu kaybedilen hayatlara, kalp kırıklıklarına, kayıplara değer mi? Gerçekten bir fark yaratabilir miyiz? Yaralandığımda bu soru ile yüz yüze kalmıştım. Hatta bir gazete “Marie Colvin bu sefer fazla mı ileri gitti?” şeklinde bir manşet atmıştı. Şimdiki cevabım da o zamanki ile aynı: Hepsine değerdi!”
Ciddi dogmatik problemlere sahip, sık sık hadlerini aşan, gelir dağılımı, yoksulluk, sosyal adalet gibi “kendi alanlarının dışında kalan” konulara burnunu sokan bir grup rahibe.
“Ben şiir yazıyorum çünkü içimdeki dürtüye karşı koyamıyorum: Karşı koymak, boğazımda yükselen bir su kaynağını engellemek olurdu.” Şili’li şair, diplomat, eğitimci Gabriela Mistral’i tanır mısınız?
Ne öğrenirsem öğreneyim, nereye kaçarsam kaçayım ben de bu kadınlardan biriyim işte. Belki de bu yüzden içimi tırmalıyor bu korku.