Ama gündelik hayat her zaman ulus devlet politikalarının gerektirdiği gibi akmaz mabetlerde. Özgürlüğün tekrar keşfedildiği ve hissedildiği sıradan kararlarla, politik-bürokratik yapının önemsiz görerek açıkta bıraktığı çatlaklardan sızarak, çatlakları genişleterek resmi kutsalı ihlal eder insanlar.
Son yirmi yılda yapılan, restore edilen ve dönüştürülen camilerdeki mekânsal düzenlemeler, insanların dinlenebilmesine veya birlikte vakit geçirebilmesine olanak sağlamıyor. Bilinçsizlikten ya da liyakatsizlikten yapılmıyor bu; planlı ve sistemli.
Kutsal mekân ritüel, beden, toplumsal cinsiyet, sınıf politikaları çerçevesinde temellük ve dışlama stratejileriyle üretilir. Kutsal bir mekân sadece keşfedilmez, kurulmaz veya inşa edilmez; belirli çıkarları olan kişilerce sahiplenilir ve işletilir.
Kardeşlik girişimi kardeş katline dönüşür. Fıtratına uygun davranmayan kadınlar hedef de gösterilir, tehdit de edilir. Planlı bir şekilde kamusal alandan silinirler, tarihte hiç var olmamış gibi; tarihte örneği çoktur.
Kâbe’yi dönmekse (tavaf) “kurumsal mesele”, Kâbe’ye dönmeyelim mi?
Menfaatten arınmış politik dostluklar kurmamız ve ortak eyleme dayalı dayanışma ağları örmemiz gerek. Mesele, kamusal alanın parçalanmasına izin vermemek.
Dünyanın farklı yerlerindeki mümin kadınların kendilerine ait bir cami için verdikleri mücadeleler…
Çin’de kadın camilerini kuran kadınlar, saflarını kendileri inşa ettiler, önü arkası yok. O eski saflardan iki yüz yıldır eser yok, her iki anlamda.
Söz konusu olan, geçmişi methetmek değil, şimdiki zamanda bir iktidar aracı olarak camide ulusu, millet biçiminde yeniden inşa etmek.
Sayıları tedricen artan, mezkur Rabia Mescidi’nin de olduğu gibi “şamil camiler” egemen din sınıfını korkutuyor.