Zorabad cezasız kalanların yurdu, aziz ve müebbed vatanıdır.
Her katre ki yere düşer, tohumdur, ondan yeni kinler canlanır. Başkoca keşmekeşin simsarıdır. Her sabah taze kinler eker, akşama felaketler biçer; şöyle ki tebaası boş kalmaya, daima can derdine düşe.
Madem her nesne dönüşür durur, yani omnia mutantur, tabağındaki aşın da önceki hâli meçhuldür.
Sözler şişip kabarır ama, çürük meyveler gibi özleri boşalmıştır.
Başkoca Zorabad’ı alıp kendi şanına layık boz bir kabre döndürdü.
Şehrin bereketi varsa da özünde kararı yoktur, nimetiyle şiddeti bir türlü yenişemez.
Zorabad’ın dili tektir, Başkoca da çobanıdır. O dilin fartı furtu, eğlencesi olmaz. Katı eril, buyurgandır. Ötesi berisi muhkemdir, saklısı gayrısı, hayreti aykırısı yoktur.
Bu sefer Zorabad’ın mutlak hakiminden, kudretini gölgelerden devşiren, dönüşümlerin atası ve en dönüşken Başkoca’dan söz edelim.
Sizlere hünerli Ovidius’un görmediği, ömrünün vefa edip de yetişemediği kıymetli ve yalnız bir ülkeden söz etmek isterim. Ustaya özenip hikayenin ipliğini efsanelerden günümüze doğru çekelim. İşte Zorabad’ın vasıfları.