Sosyal Haklar Derneği’nin (SHD) bu yıl üçüncüsünü düzenlediği Soma Yaz Okulu’na [1] yaklaşık 130 öğrenci katıldı. Ben de bu yaz ilk kez, Soma’da yaşayan ve anaokulundan liseye kadar okul çağındaki her yaş grubundan çocukla etkileşime geçme, kaynaşma ve onlarla birlikte öğrenme fırsatı buldum. İngilizce, Yaratıcı Yazarlık ve Toplumsal Cinsiyet atölyeleri vermek üzere gittim ama kendimi önce oymakbaşı (sınıf öğretmeninin daha az otoriter olan bir hâli diyebilirdim ama bence anladınız), sonra bu atölyelerin yanı sıra bir de tatlı öğrencilerimin istekleri üzerine Roman Oyun Havası ve Resim atölyeleri yaparken buldum. Ezici çoğunluğu madenci ve tarım işçisi ailelerden gelen çocuklarla, gönüllü arkadaşlarımla ve SHD’lilerle en anlamlı anılarım da böyle beklenmedik, umulmadık gelişmeler, görevler, tanışmalar sayesinde oldu.
SHD, düzenlediği yaz okullarında alternatif eğitim-öğretim pratiği uyguluyor ve bu pratiği her yıl biraz daha geliştiriyor. Soma’ya vardığımız ilk gün yaptığımız toplantıda SHD’nin ödül-ceza sistemine, zaten okulda öğrencilerin kemiklerine kadar işleyen rekabete daha da teşvik edecek yarışma oyunlarına ve açıklamasız yasak koymalara karşı olduğunu öğrendim ve sanki aylardır SHD üye ve gönüllülerini tanıyormuş gibi evimde hissetmeye başladım. Geçen yıl da yaz okuluna gelmiş olan öğrenciler, tabii ki diğerlerine göre ortama daha alışkındı. Ancak diğerleri için şunu söyleyebilirim: Milli Eğitim Bakanlığı’nın dayattığı tek düze ve tek dilli eğitim-öğretimle sürekli disipline edilerek ve çoğu zaman ekonomik ve sosyokültürel sınıfından ya da farklılıkları yüzünden aşağılanarak terbiye edilen çocuklar, bir park alanında kendilerine sevgi ve saygıyla bakan eğitmenlerle karşılaştıklarında önce çok şaşırdılar.
Ailede ve/ve ya sınıfta çekingen ve pasif kalmaya alıştırılmış çoğunluğu kız olan öğrenciler bir iki gün içinde açılmaya, onlara sadece çocuk gibi değil çocuk bireyler olarak yaklaşan gönüllü eğitmenler tarafından fikirleri soruldukça açılmaya, kaynaşmaya, bir haftanın sonunda arkadaşları sözlerini kestiğinde karşı çıkmaya başladılar. Bu yazıyı yazmaya başladığım gün bu kız öğrencilerden giysi seçimleri/istekleri yüzünden ailelerinden ya da çevreden baskı görenleri arasından geldiğinde en çekingen olanı, ‘kızların nasıl giyinmesi gerektiği konusunda ne düşünüyorsunuz öğretmenim?’diye sordu. Hep birlikte bunun üzerine ikinci bir Toplumsal Cinsiyet atölyesi yapmaya karar verdik.
Okulda ‘yaramaz’tabir edilen, öğretmenlerin en çok ‘uğraştığı’ çocuklar içinse aynı hikâye farklı bir şekilde tezahür etti. Sınıf öğretmeni olan annemden dinlediklerime dayanarak ve genelleme yapmamaya çalışarak, devletin okullarında çoğu ‘yaramaz’ öğrencinin neden öfkeli, saldırgan ya da yerinde duramaz olduğunun sorgulanmadığını düşündüğümü söylemeliyim. SHD ve eğitim konusunda aynı ya da benzer bakış açılarına sahip oldukları için yaz okuluna katılan gönüllüler ise öğrencilerle, kapitalist ve ataerkil eğitim anlayışının önerdiği gibi yalnızca çocuğu/bireyi temel alan ve sorunun sosyokültürel/ekonomik/tarihsel arka planına bakmadan yalnızca çocuğu ‘terbiye etmeye’ çalışan bir ilişki biçimi kurmuyor.
SHD aileler ile iletişim hâlinde ve şiddete ya da şiddet içeren dil kullanımına meyilli çocukların evde şiddet gördüklerini ve/veya sürekli şiddete tanık olduklarını kabul ederek hareket ediyor. Ve derneğin ailelerle mümkün olanı zorlayarak kurduğu ilişkiler, öğretmenlerin bu çocuklara saygı ve sevgi duymasına eklenince çocukların hayatında dışarıdan çok küçük değişiklikler gibi görünen farklar yaratılabiliyor. Tabii ki hiçbir şey çözülmüş ve sonlandırılmış değil. Mücadelede olduğu gibi eğitimde de sürekli değişip dönüşmek hem kaçınılmaz bir zorunluluk hem de etik bir ilke olmalı. Yaz okulu boyunca yaptığımız toplantılarda birbirimize ve organizasyona yönelik yaptığımız eleştiriler de bana, Soma Yaz Okulu’nun her geçen yıl biraz daha iyi olacağını söylüyor. Örneğin, eğitmenlerin disiplin ve kural belirleme yöntemleri ve üslupları tartışılan en önemli konulardan biriydi ve bu tartışmalar, hem bize hem de Soma Yaz Okulu’na çok şey kattı.
Kendi eğitim tarihimden öğretmenlerin ‘üç hafta öğretmenlik yapınca sabretmek kolay tabii’dediğini duyar gibiyim. Oysa Kemalist bir sınıf öğretmeni olan ve ideolojik olarak kendisinden çok farklı bir yerde durduğum annem, öğretmenlerin çocukları aşağılayarak ve yalnızca bağırıp çağırarak terbiye etmediğinde nasıl mucizeler ortaya çıktığını bana hem gençliğinde yaptığı hataları anlatarak hem de bugün denediklerini göstererek öğreten ilk öğretmendi. Yüksek lisansımı yaptığım Sabancı Üniversitesi’nde de, hâlen doktora yaptığım ve öğretim asistanı olarak çalıştığım Columbia Üniversitesi’nde öğrencilerim en az on yedi yaşındaydı. Bu ilk deneyimlerimde ben de kötü bir ödev hazırlamış öğrencinin, öğretmeni pozisyonunda olan kişiden çalışmasının hem iyi hem kötü yönlerini onuru ve cesareti kırılmadan, samimiyetle [2] duyduğunda bir sonraki ödev için elinden geldiğince ama mutlaka biraz daha fazla çabaladığını gördüm ve hâlâ görüyorum. En önemlisi de öğrenmeye ve değişmeye daha hevesli ve açık olduklarını.
Küçük çocukların algıları ise yetişkinlerden katbekat daha açık. Bir öğretmenin onlara saygı ve sevgi duyup duymadığını gözünün bebeğinden anlıyor ve o derse katılıp katılmayacaklarına o an karar verebiliyorlar. Yaramazlık yaptıkları ya da çok soru sordukları için onlara göz devrildiğini göz ucuyla gördüklerinde eğer öfkeli bir çocuksa öfkesi, eğer çekingen bir çocuksa sessizliği artıyor. Bu bana yalnızca ‘yasak’ demek yerine öğrencisine saygı duyduğu için bir eylemin neden yapılmaması gerektiğini açıklayan öğretmenlerin ve savaşla, şiddetle, tecavüzle, tacizle, Soma Katliamı gibi toplumsal travmalarla, gıda kriziyle, küresel ısınmayla ve daha pek çok şeyle mücadele eden herkes için ne kadar değerli olduğunu hatırlatıyor. Çocukluğunu unutmuş yetişkin öğretmenler ya da çocukları sevmeyen ve onlarla öğrenme, değişip dönüşme kapasitesi olmayan öğretmenler ise çocuklar üzerinde belki geri dönüşü olmayan olumsuz etkiler bırakıyor. Bunlar yaz okuluna katılan Somalı çocuklarla sohbetlerime ve ‘burası normal okuldan çok daha iyi öğretmenim!’ sözlerine dayanarak oluşturduğum gözlemler.
Soma bir maden ve tarım ilçesi. TEKEL özelleştirildiğinden ve Soma’da madencilik sektörü derinleşmeye başladığından beri tarım işçiliğini daha çok kadınlar ve çocuklar yapıyor. Çoğu öğrencimizin annesi ve bazı ailelerde büyük kardeşleri, kendi tarlalarında ya da başkalarının tarlalarında yevmiyeli çalışıyor. Hem bu yüzden hem de okullardaki dini eğitimi sürekli arttırmaya çalışan devlet politikaları yüzünden ilçedeki Kuran kursları, çocukların yaz aylarını nasıl geçirdiklerini büyük ölçüde belirlemeye ya da belirlemeye çalışmaya devam ediyor. Bu yüzden SHD’nin düzenlediği bu yaz okulu ilçenin çehresini ve ailelerde büyük kardeşleri geleceğini değiştirmek konusunda mütevazı gibi görünen ama çok hayati bir rol oynuyor.
Yaz okuluna geldiği için Kuran kursuna gitmekten kendi kendine vazgeçen çocuklar olduğu gibi tüm yetişkin aile üyeleri madende, tarlada ya da başka bir yerde çalıştığı ve evde yalnız kalamayacağı için Kuran kursuna gönderilen, şimdi yaz okulu olduğu olduğu için kurs yerine buraya gelen ve çok daha iyi vakit geçirdiğini söyleyen çocuklar da var. Bunların üzerine bir de yalnızca ailelerinin teşvikiyle ya da zorlamasıyla bu kurslara giderken yaz okulunu çok seven ve SHD’nin uzun uğraşlar sonucu ailelerini ikna etmeyi başardığı çocuklar ekleniyor. Maalesef ailesinin geçimine katkıda bulunmak için tarlada çalışan ve bu yüzden yaz okuluna gelemeyen ya da gelmeyi aklından dahi geçirmeyen 12-13 ve üstü yaş gruplarında çocuklar da var.
Bu yaz iki hafta katılabildiğim, önümüzdeki yaz ise üç haftanın tamamına katılmayı umduğum Soma Yaz Okulu bana, yalnızca Somalı çocuklar ve aileleriyle ilgili değil, kendimle ve başka bir yaş grubunda profesyonelleşen bir eğitimci ve akademisyen olarak kendi becerilerim ve sınırlarımla ilgili çok şey öğretti. Çoğu akademisyenin önce araştırmacı sonra öğretmen olduğunu düşündüğü ve öğretmen kimliğini ya unuttuğu ya da daha az önemsediği Türkiye ve Amerika Birleşik Devletleri akademi dünyasında çalışan biri olarak bu benim için çok önemli bir deneyimdi.
O yüzden bu yazı yalnızca bir deneyim aktarımı değil, bir çağrıdır da. Kaç yaşında ve hangi alanda çalışıyor olursanız olun, SHD’nin Soma’daki ve Aladağ’daki yaz okullarında ya da Türkiye’nin farklı yerlerinde gönüllü eğitmen/öğretmenlerle devlet okullarına alternatif eğitim pratikleri uygulayan diğer kuruluşlara destek olabilirsiniz. Bu desteğin binbir türlü hâli olabilir: Gönüllü emek ya da maddi destek bunlardan sadece ikisi. Ne olursa olsun, size belki çok küçük görünen katkılar, uzun vadede çocukların hayatında ve vizyonunda belki bizim göremeyeceğimiz ve tanık olmayacağımız çok büyük değişiklikler yaratmaya devam ediyor.
1 Ağustos’ta Okmeydanı’nda polis zırhlı araçla Suriyeli mülteci en fazla 9 yaşında bir çocuk olan Raşit Oso’yu katletti. Farklı kaynaklar Raşit’in yaşına dair farklı bilgiler veriyor. 3 Ağustos’ta 14 yaşındaki Samet Barış Aydın, su tesisatçısının yanında haftalık 150 lira karşılığında çalıştığı binadaki tadilat dolayısıyla yıkılan ve kontrolsüz şekilde binanın içine ve dışına çöken bir duvarın enkazı altında kalarak yaşamını yitirdi. Dün Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Türkiye ve çeşitli Avrupa Birliği ülkeleri arasındaki Suriyeli göçmen ‘pazarlığı’nı ve Türkiye’deki Avrupa Birliği üyesi ülke yatırımcılarının çıkarlarını nasıl gözettiğini gösteren bir karar alarak Nuriye Gülmen ve Semih Özakça gibi iki öğretmenin başvurusunu reddetti. Nuriye ve Semih öğretmenlerim, bugün açlık grevlerinin 148. gününde.
Bunlar anaakım medyada ya hiç yer almadı ya da basit ve kaçınılmaz kazalar olarak ve çocuk odaklı habercilik ilkelerinin ç’sinden habersiz şekilde yazılmış olarak yer buldu. Daha görmediğim, okumadığım, duymadığım, görsem-okusam-duysam da hakkında çok az şey yapabileceğim ya da hiçbir şey yapamayacağım kim bilir neler oldu. Ama ben Sassa Buregren’ın yazdığı ve Ünzile Tekin’in çevirisiyle Güldünya Yayınları için çevirdiği Küçük Feministin Kitabı’nın ana karakteri olan Ebba eşliğinde yaptığımız Toplumsal Cinsiyet atölyelerinden çıkan bir güzellikle bitirmek isterim.
Kitabın hemen başında G8 zirvesinde çekilmiş ve yalnızca orta yaş üstü ve takım elbiseli erkeklerden oluşan ‘dünya liderleri’ fotoğrafını gören ve Avrupa Birliği Başkanı olma hayâlini sorgulamaya başlayan Ebba oturup ‘dünya liderleri fotoğrafı’nın nasıl görünmesini istediğini çiziyor. Biz de çocuklarımla oturup çizdik, boyadık. Bu yazının ana görselindeki resim de ilk tanıştığımız gün beni kendisine 200 metreden fazla yaklaştırmayan İlyas’ın yüzünde güller açarak çizdiği ‘dünya liderleri’: Tek kolu kısa tek kolu uzun ve kaslı oğlan çocuğu, pembe saçlı trambolin kadın, tek kollu ‘dombili’Süpermen, çok uzun ve kel adam,‘İlyas’ın kelimeleriyle dokunanları yakan ateş kadın’ve yeşil saçlı kız çocuğu. Tankı görünce düşen yüzümü gören İlyas, tankın içine ‘sadece kötülerle savaşan insan’ yazmayı da ihmal etmedi. Ben epey düşündüm ve kendimce anladım ama İlyas’ın ‘dünya liderleri’nin neden bu karakterler olduğunu hayâl etmeyi size bırakıyorum.
İktidar bastırıp bir sürü şey kötüye gittikçe biz başka bir dünya isteyenler, bizi atıllaştıran ‘umut-umutsuzluk’ tezatını bir kenara bırakıp hayâl kurmayı, yaşadıklarımızla ve gördüklerimizle o hayâlleri sürekli değiştirip dönüştürmeyi ve daha iyi bir yaşam ve dünya hayâli kurmaktan vazgeçmemeyi öğrenmeliyiz. Kendisini ‘liderlere’ dahil dahi etmeyen (belki de benim göremediğim bir incelikle eden?) İlyas’ın resmi bana bunu öğreten şeylerden yalnızca biri; ama galiba biriciklerinden biri.
[1] Bu yaz Soma Yaz Okulu’na Adana’da düzenlenen Aladağ Yaz Okulu’nun da eklendiğini belirtmek gerek. Daha fazla bilgi için Sosyal Haklar Derneği’nin Facebook sayfasını takip edebilirsiniz: Şurada.
[2]Eklemeliyim ki ‘samimiyet’ derken sıcaklık göstermekten ve arkadaşça yaklaşmaktan söz etmiyorum. Sıcak ve arkadaş canlısı şahane ‘öğretmenler’ tanıdığım gibi, ne yapılırsa yapılsın içinde olduğumuz eğitim-öğretim sistemi dolayısıyla elinde bulundurduğu iktidarı politik doğruculuk adına görünmez kıldıktan sonra öğrencileriyle ilişkilerini suiistimal eden ve onları zor durumda bırakan öğretmenler de tanıdım. ‘Samimiyet’ten kastım, sıcak da olsa mesafeli de olsa öğretmen pozisyonundaki kişiden öğrenci bireye koşulsuz bir saygı ile aktarılan açıklık ve şeffaflıktır.