Kadınlar neden onlara “lütfedilen” sınırlarla, özgürlüklerle yetinmiyor? Ya da bunca şiddete, bunca kadın katliamına rağmen neden hâlâ meydanlarda “Jin, Jiyan, Azadî” diye haykırmaktan vazgeçmiyorlar? Cevabı dördüncü kelebeğin hikâyesi olabilir mi?

MEYDAN

ATEŞ

 

Şartlı tahliye hakkı engellendiği için 26.11.2022 tarihinde tahliye olması gerekirken halen Sincan Kadın Kapalı Cezaevi’nde tutulan siyasi mahpuslar adına.*

 

 

 

Acının duyulmaz senfonisinde

Ateş dansı büyüdü

ve

Kadın kendini ateşte buldu

Kendi yangınımızdan geçerek tutuşacağız.

Ve orada buluşacağız…

                                                                                                                                                                                                – Nujiyan Botan

 

 

“Ateş ve Kelebek” hikâyesini çoğumuz duymuşuzdur: Uzaktan ateşi gören dört kelebek onu çok merak eder, tabii bir de korkarlar ondan, ama ateşin nasıl bir şey olduğunu anlamak, sırrını öğrenmek isteyen ilk kelebek ateşe doğru gider. Biraz yaklaşınca ateşin ışığından gözleri kamaşır ve daha ileri gidemez. Geri dönen kelebek ateşin ışık verdiğini, aydınlık olduğunu söyler. Bu bilgiyle yetinmeyen ikinci kelebek de ateşe doğru gider, ateşin ışığına dayanan ikinci kelebek biraz daha ileri gider ve ısınmaya başlar. Işığa alışan kelebek de bu defa ısıya daha fazla dayanamayıp geri döner. Geri dönen ikinci kelebek ateşin hem aydınlattığını hem ısıttığını söyler. Bunun üzerine, ateşin ihtişamından etkilenen üçüncü kelebek de ateşe yaklaşır ve ateşin iyice yakınına gelince alevler kelebeğin kanadını yakar. Kanadı yandıktan sonra geri dönen üçüncü kelebek ateşin aydınlattığını, ısıttığını ve yaktığını söyler. Ateşin daha öte bir sırrının olduğuna inanan dördüncü kelebek de buna rağmen gidip ateşe yaklaşır; önce gözleri kamaşır ama durmaz, daha da yaklaşır ve yaklaştıkça ısınmaya başlar. Yaklaşmaya devam eder, biraz daha yaklaşınca dördüncü kelebeğin de kanadı yanar ama o yine de ateşe yaklaşmaya devam eder ve ateşin içine atlar. Ateşle bir olur, bütün olur. İşte hakikate ulaşmak isteyenlerin mücadelesi dördüncü kelebeğin hikâyesidir.

 

Bu hikâyeyi ateş başında bir sohbette duymuş ve çok etkilenmiştim. Dördüncü kelebek yanacağını bile bile neden ateşe atladı? Neden sadece ateşin ışığından faydalanmayıp, ısısıyla yetinmedi? Ya da kanadı yandıktan sonra neden geri dönmedi?

 

Peki, bir de şuradan bakalım: Kadınlar neden onlara “lütfedilen” sınırlarla, özgürlüklerle yetinmiyor? Ya da bunca şiddete, bunca kadın katliamına rağmen neden hâlâ meydanlarda “Jin, Jiyan, Azadî” diye haykırmaktan vazgeçmiyorlar? Bunca baskıya, zulme, asimilasyona, zindana rağmen neden özgürlük mücadelesinden bir an bile vazgeçmiyorlar? Cevabı dördüncü kelebeğin hikâyesi olabilir mi?

 

Dördüncü kelebeğin hikâyesi toplum için mücadele verenlerin hikâyesidir, özellikle de kadın mücadelesi verenlerin hikâyesidir. Bizler kadınları, yani kendi cinsimizi, tarihimizi tanıyarak ışıkla tanıştık, aydınlandık. Kadın dayanışmasıyla, iradesiyle ve açığa çıkan mücadeleyle ısındık. Yaşanan acılarla, katliamlarla, baskılarla, zindanlarla yandık. Ama bu bizi ateşten uzaklaştırmadı. Peki bu ateşin çekiciliğinde ne var? Neden biz bu ateşe yaklaşmaktan korkmuyoruz? Aslında bunu anlamak çok da zor değil. Çünkü bu ateşin içinde bedeni parçalara ayrılan Tiamat’ın yaratıcılığı, 104 Me’si çalınan İnanna’nın bilgeliği, lanetlenen Lilith’in efsunu, Rabia’nın sabrı, Sara’nın isyanı, cadı kazanlarında yakılan kadınların şifası, barikatlarda mücadele eden kadınların asiliği, fabrikada yakılan kadınların emeği, eşit iş, eşit ücret diyen kadınların azmi, zılgıtlarıyla dağları inleten kadınların iradesi, katledilen, tacize, tecavüze uğrayan kadınların haklı mücadelesi, çıplak bedeni yerlerde sürüklenen Ekin’in asaleti, başını örtmediği için katledilen Jina’nın cesareti, zindanlarda esir tutulan, çıplak aramalara, keyfi yasaklamalara, hak gasplarına maruz kalan kadınların direnişi var ve direndikçe güzelleşen kadınların mücadelesi var. Onun için dördüncü kelebek yanacağını bile bile ateşe atlar, çünkü ateş hakikattir ve hakikatin ateşi hiçbir zaman sönmez.

 

Bizler de dördüncü kelebek misali, toplum için barış dedik, demokrasi dedik, baskıya zulme uğradık. Kadın dedik, yaşam dedik, özgürlük dedik; zindanlarda esir tutulduk. Bize verilen ceza süresi bitmesine rağmen hâlâ zindanlarda esir tutuluyoruz. Neymiş, “pişman” değilmişiz! Çok garip, insan özünden, değerlerinden, onu insan yapan düşüncelerinden neden pişman olsun ki? Ya da bu, kadına neden dayatılır ki? Bunun yanında, belki de en trajik, hatta trajikomik olan ise toplumun, insanlığın ana damarı olan biz kadınlara, toplumun, kadının özgürlüğü için mücadele veren kadınlara “toplumla bütünleşmeye hazır değildir” deniyor oluşudur.

 

Bugün yaşamın her alanında kadının adını, varlığını silmek, sesini kısmak isteyen bir erk zihniyetle karşı karşıyayız. Bunu en çok da direnen kadınlar üzerinden yapmak istiyorlar. Ama bunun karşısında, yanmaktan korkmayan, hakikate koşmaktan vazgeçmeyen kadın iradesiyle bizler 21. yüzyılı kadın yüzyılı yapacağız.

 

Sincan Kadın Kapalı Cezaevi

 

 

* Sincan Kadın Kapalı Cezaevi’nde tutulan siyasi mahpuslar koşullu salıverilme tarihleri gelmesine rağmen uzun süredir farklı gerekçelerle tahliye edilmiyorlar. Özgürlük İçin Hukukçular Derneği (ÖHD) Ankara Şubesi Hapishane Komisyonu ve Kadın Komisyonu tarafından hazırlanan rapora şuradan ulaşılabilir.

 

 

 

Ana görsel: Ülgen Semerci, Mektup, 2022, sanatçının izniyle.

 

 

YAZARIN DİĞER YAZILARI

Bir de bunlar var

HPV’nin bana öğrettikleri: Bedenimle ilişkim
“Ya ben tehlikeyi çok sevdim, ya tehlike beni”: Hrant için Adalet için
#marjinaller

Pin It on Pinterest