Belirginliğin, sabitliğin ve çizgiselliğin gittikçe azaldığı günümüz dünyasında, yaşamak ya da yaşayabilmek için yeni stratejiler ve duygulanımlar icat etmek zorundayız artık. Bunu nasıl yapacağımıza dair bir kılavuz verilmiyor çoğunlukla elimize; el yordamıyla arıyoruz. Hıza, harekete, geçiciliğe ve belirsizliğe hem ayak uyduruyor hem ayak diriyoruz neticede. Aşk da bu değişimlerden ve nice başka gelişmelerden nasibini alıyor şüphesiz. Aşkı tanımlama, hissetme ve karşılıklı olarak yaşama şeklimiz, aşk ilişkilerine dair beklentilerimiz, arzularımız ve tepkilerimiz değişiyor; ancak kültürel anlamda içselleştirdiğimiz aşka has örüntüler, çeşitli biçimlerde sürdürülen geleneksel toplumsal cinsiyet rolleriyle buluştuğunda bilindik hikayeler hortlayabiliyor. “Yeni aşk” deneyimlerimiz tökezlemelerden de sorgulamalardan da eksik kalmıyor. Ne aşk masallarına inanıyoruz artık, ne de bazen mucizelere inanma isteğimizin bizi yanıltmasına karşı çıkıyoruz. Ne aklımız bir karış havada âşıkken, ne de her zaman yere basıyor ayaklarımız.
Neyse ki akademi veya benzeri çevrelerde aşk, cinsellik gibi temaları çalışmak gittikçe kabul gören bir şey haline geldi de yaşadıklarımızı kendimizden uzaklaşıp daha genel bir çerçeveye oturtabilmeye başladık. Fransız sosyolog Christophe Giraud’nun 2017’de çıkan L’amour réaliste. La nouvelle expérience amoureuse des jeunes femmes (Gerçekçi aşk. Genç kadınların yeni aşk deneyimi) isimli kitabı bu anlamda bana epey yardımcı oldu diyebilirim.
Söz konusu günümüz ilişkileri olduğunda en çok dile getirilen serzenişlerden biri, aşkın, duygusallığın ve romantizmin bittiği ile ilişkili. Cinselliğin, aşktan ayrılarak bağımsızlığını ilan etmesi ve bununla birlikte ortaya çıkan “takılma kültürü”, günümüz ilişkilerini topyekün bağlılıktan, yakınlıktan ve sevgiden yoksun ilişkiler olarak değerlendirmeye sebep olabiliyor. Bu çerçevede yaşanılan ilişkilerin nereye konulacağı, nasıl tanımlanacağı da zorlaşıyor: “Biz şimdi neyiz?” Giraud, bu noktada saha araştırmasında görüştüğü kadınların kullandıkları ifadelerden yola çıkarak üç tip ilişki “kontratı”ndan bahsediyor –hiç bağlayıcılığı olmadığı düşünülen bir ilişki bile yazılı olmayan, ancak tarafların sosyal sezgileriyle kavradıkları ve ilettikleri kurallardan oluşan bir kontrata tabi aslında. Bunlar, “ciddi”, “ciddi-hafif” ve “hafif” ilişkiler. Bu tanımlar neyden bahsettiğimize yönelik az çok fikir veriyor, yine de biraz içlerini açmakta fayda var.
“Ciddi” ilişkiler, görece uzun süren ve bazen birlikte yaşama deneyimini içeren ilk aşk ilişkileri oluyor çoğunlukla. Bu ilişkilerin ciddi olmasının bir sebebi, yalnızca şu ana değil, geleceğe dair de vaatlerde bulunması. İlişkinin geleceği için fedakârlık yapmak, birlikte yaşamak, evlenmek, çocuk sahibi olmak vb. konuşulan, talep edilen ve kendiliğinden gerçekleşmesi beklenen davranışlar olabiliyor bu çerçevede. Yani “kontrat”, tarafların maddi, manevi, evsel ve cinsel olarak gerekli bütün “ödevleri” yerine getirmesi üzerine kurulu. Düzenli bir beklenti inşası söz konusu. Ancak araştırma katılımcılarının söylemleri gösteriyor ki bu ciddiyet, bir noktada bir kırılma yaşayabiliyor ve “evli mutlu çocuklu” hayali, partnere yönelik tekrar eden hayalkırıklıkları ya da kontratın tek taraflı kalması neticesinde suya düşebiliyor. Ayrılıkla sonuçlanan bu süreç, “benim aşka inancım kalmadı” tadında bir “hafif” ilişki döneminin kapısını aralayabiliyor kimileri için. İlişki sürecini yer yer kendilerini arkadaş çevrelerinden ve genel olarak dış dünyadan soyutlayarak yaşayan (ya da buna mecbur bırakılan) kadınlar, bu noktada açılımlar yapıyor ve kopuk kaldıkları dünyalar, çevreler, duygular ve zevklerle yeniden bağlanmaya çalışıyorlar. Hafif ilişkiler de bu noktada geçici cinsel deneyimler sağlıyor. Bu durumda kontrat, “kafa yormamak” üzerine kurulu, sevelim, sevişelim; orada duralım.
Ciddi ve hafif ilişkiler, en kolay ayırt edilebilen ve bu bakımdan belki de eleştirilerin en sık yöneltildiği modeller. Peki bunun arasında bir şey yok mu; nasıl tanımlasak bilemediğimiz ya da bazen bir soru sorulduğunda “karışık” veya “farklı” deyiverdiğimiz ilişkiler ne oluyor? Giraud bu gri alanda “ciddi-hafif” ilişkilerden bahsediyor, araştırmasında sayıca en fazla kadının deneyimlediği ilişkilerden. Bu ilişkileri, yukarıda bahsettiğim aşk da romantizm de kalmadı söyleminden farklı bir “gerçekçi aşk” tanımı üzerinden ele alıyor. Gerçekçi aşk, ayakları yere basan, ihlallerden, aşırılıklardan ve vaatlerden kaçınan, temkinli bir aşk; genellikle de “aşk bir rüyaymış, uyandık” dedikten, aşk bulutlarından yeryüzüne sert bir iniş yaptıktan sonra gelişen bir ilişki. Ancak gerçek aşk, karındaki kelebekleri, mutluluk patlamalarını vs. reddetmiyor; yalnızca aşka yüklenmiş toplumsal ve kültürel kodlara karşı mesafesini alıyor.
Buna göre ciddi-hafif ilişkilerde kontrat, duygusal ve cinsel olarak bir bağ kurmayı, bu bağı canlı tutmak için emek vermeyi ancak bunu bir ödeve dönüştürmeksizin, yalnızca taraflar birlikte olmayı arzuladığı için yapmayı öneriyor. Yani birlikte olmanın keyfini çıkar ama bu keyfi daima orada olacakmış gibi görme; bugünün değerini bil ve yarının var olması için duygusal ve cinsel yatırım yap, ama yarının gelmesini bekleme diyor bir bakıma bu ilişki modeli. Taraflar, ya geçmiş deneyimlerinden ağızları yandığından ya da çevrelerinden duydukları hikâyelerden hareketle tedbirli davrandıklarından, alanlarını korumaya gayret ediyorlar. Bu, arkadaşlar, aile ya da partnerin içinde olmadığı çevrelerle iletişimi koparmamak, kişisel hedeflerini hayata geçirecek zaman yaratmak ve belki de LAT (Living Apart Together) düzeninde kalmak anlamına gelebiliyor. Gelecek hakkında konuşmak, geleceğe yönelik önemli kararlar almak, yüklü aşk hitapları ve ifadeleri kullanmak pek tercih edilmiyor; her ne kadar bazen arzulanan şey tam olarak bunu yapmak olsa da. Bu konular çoğunlukla hafif bir tonda ve şaka yollu açılıyor, ya da alkol, müzik ve dans üçlüsünün kimi “taşkınlıklara” müsaade ettiği anlarda. Fakat burada reddedilen şey o kişiyle bir gelecek kurmak değil. Daha ziyade çeşitli bağımlılıkları tetiklemesinden korkulan ve bunca belirsizlik arasında belirginlik yaratma baskısı kuran romantik aşk retoriği reddediliyor.
Öte yandan aynı belirsizlik, bazen iletişim boyutunda zorlayıcı olabiliyor. Bazen arzulanan şeyler, bağımlı partner imajı yaratma endişesinden ya da çizilen sınırları aşma korkusundan dile getirilmiyor. Bir yandan ortak alana minimum katkıda bulunma beklentisi var, diğer yandan bu katkının gerçekleşmesini yer yer engelleyecek kimi kişisel sebeplere karşı saygıyla karışık bir sessizlik. Bir yandan sınırları ortadan kaldırmaya yönelik evcilleştirilmemiş bir arzu, öte yandan bu sınırları korumaya gayret eden gerçekçi bir aşk. Bu iki kutup, her iki tarafta da her zaman uyumlu işlemiyor ve kimi çatışmalar, belirsizlikler ve kırılganlıklar baş gösterebiliyor.
Aşkın ihlal, acı ya da aşırılık olmadan yaşanamayacağına yönelik bir anlayış mevcut ve aşkın kültürel dönüşümü, ilişkileri çıkarcı ve hesapçı birliktelikler olarak tanımlamayı kolaylaştırıyor. Ancak, aşkın –en “tutkulu” formlarında dahi- bu hesaplar hep vardı belki de, yalnızca şimdi daha görünür oluyor. En saf, içten ve naif hislerle örüldüğü düşünülen aşkın, gerçeklikle örtüşemeyeceği ya da ondan bağımsız olduğu algısı artık yavaş yavaş kırılıyor. Aşkın özden gelen ve mecburen başına buyruk olduğu düşüncesi, aşkın inşa edilen sosyal bir yapı olduğu düşüncesiyle karşılaşıyor.
Sonuç olarak, bir şeyler yıkılıyor, yeni bir şeyler inşa ediliyor.
Kapak görseli: Katrien De Blauwer