Geçen sene Açlık Grevlerinin 40. gününde Açlık Grevleri Postası olarak yayına başlayan Ötekilerin Postası, kuruluşunun 1. yılında Nar Ödülleri gecesini düzenledi.
Nar Ödülleri üç dalda dağıtıldı. Yaşayan Nar Ödülü, Gezi Direnişi’nde polis şiddeti sonucu hayatını kaybeden 7 gencin anısına ailelerine verilirken, Nar Tanesi Ödülü’yse 419 haftadır Galatasaray Meydanı’nda kayıplarını arayan Cumartesi Anneleri’ne takdim edildi. Gecenin sisteme karşı direnişleriyle ilham veren bireylere ayrılmış Nar Çiçeği Ödülü ise söylenmeyen, konuşulmayan, gizlenenleri araştırdığı ve dışlanan farklı toplumsal grupların en zorlu mücadelelerinde yanlarında olduğu için sosyolog yazar Pınar Selek’e verildi.
Geceye Skype aracılığıyla katılan Pınar Selek’in konuşması:
Bu ödülü tüm tutsaklar, ölüm tehlikesi yaşayan herkes, sürgünler, ötekiler, özgürce soru sormaya, cevap aramaya cesaret edenler, kafasında sorularla üniversiteye adım atan öğrenciler, bu soruları unutmayan sosyal bilimciler, her türlü haksızlığa karşı mücadele eden aktivistler, feministler, anti-militaristler, heteroseksizme karşı gökkuşağı bayrağı açanlar, lezbiyenler, geyler, transseksüeller, vicdani retçiler, özgür olmak için bedel ödeyen tüm kadınlar, işten atılma pahasına greve giden işçiler ve en çok da farklı dünyalar arasında köprü kuranlar, edinilmiş kimlikleri kırıp arafta yeni bir dil yaratmaya çalışan aşıklar, tüm yargı mağdurları, tüm sistem mağdurları ve tabii direnenler adına alıyorum.
Kendi direnişimden çok önemli bir şey öğrendim. Bu ortak bir bilgi… Direnmek zor. Ama direndikçe insan güçleniyor, kendini seviyor, başkalarını seviyor, en önemlisi direndikçe gülüşünü yitirmiyorsun. Direnmenin ötesine geçiyorsun. Belki bunun adı da devrimdir. Bilmiyorum. Fakat bildiğim yeni yollar açıyor, hayatı yeniden kuruyorsun. Böylece çoğaldığını hissediyorsun. Yani dayanışma büyüyor, bu dayanışma başkalarına da güç veriyor. Verdiğiniz ödül de öyle. Bu ödül biraz önce bahsettiğim herkese güç verecek. Dayanma… Direnme… Özgürleşme gücünü…
Dostlar, bilin ki ülkeme dönmek için ne gerekirse yapıyorum. Ama unutmayın ki bir kadın olarak tüm dünya benim ülkem. Hep yollardayım. Bir dünyadan çıkıp diğerine giriyorum. Hepsinin arasında ağlar örüyorum. Ve ben bu işi çok seviyorum. Eskiden İstanbul’da… Şimdi yüzyıllardır tanıyormuşum gibi sevdiğim dostlarımla beraber… Gökyüzüne asılı bir sürü ev inşa ediyoruz, kapıları hep açık olan evler… Yol geçen hanları… Hep birlikte, her gün sınırları ihlal ediyoruz.
Amaa…. Türkiye sınırlarını geçip sizin yanınıza gelemiyorum. Fakat tabii.. şimdi, hep birlikte bir sınır ihlali yapıyoruz. Özgürlük oyunu!
Umarım bu oyunu daha az acıyla oynayacağımız günler gelecek…
Son sözüm umuda dair. Her şeye rağmen nasıl bir devrim sürecinde olduğumuzu görüyorum. Bıçağı kendine batırmayan, dans edebileceğimiz, klasik tanımları yıkan bir devrim. Artık burada Arap baharı değil, Türkiye’deki bu yeni alt üst oluş konuşuluyor. Tüm dünyaya güç veriyor…
Ben de kendimi bu altüst oluşun bir parçası olarak görüyorum. Beni uzağınıza atsalar da… Unutmadınız… Taksim’de, tanımadığım pek çok genç arkadaş telefon, Skype’ıyla bana yaşattılar orayı. Bu bana nasıl güç veriyor, anlatamam.
Asılalım küreklere, diyorum. Neşeyle, şarkı söyleyerek… Yaşadığımız acılara rağmen asla bizi mutsuz etmelerine izin vermeyerek.
Hoşçakalın… Bu ekrandan atlayıp hepinizi kucaklamak için neler vermezdim. Ama sonra.. Hoşçakalın. Sağolun. Varolun…
Görsel kaynak: Hakan Akçura