22 Ekim 1905’te Zabıta Nezareti’ne, Ermenilerin transatlantik göçünü denetlemek için Dahiliye Nezareti’nin altında kurulan özel komisyondan (komisyon-i mahsus) bir mektup ulaşır.[1] Mektup, Samsun’da Protestan bir vaiz olarak hayatını sürdüren Simon Papazyan hakkındadır.[2] Papazyan, kısa bir süreliğine karısı ve kızı ile Kuzey Amerika’ya seyahat etmek için Dahiliye Nezareti’nden izin istemektedir. Seyahatin amacı, Papazyan’ın hakkında hiçbir şey bilmediğimiz – ne bir isim ne yaş ne de ona öznelik katabilecek başka bir detay – kızını hâlihazırda Amerika’da yaşayan nişanlısıyla evlendirmektir. Papazyan bir şekilde radarımızda olabilse de kızının bahsi ve varlığı, önemi silinip unutulup gitmiştir.
Papazyan’ın bu isteği olumlu karşılanmaz ve kendisinin ancak Osmanlı tebaası olmaktan çıktığı, yani terk-i tabiiyet ettiği ve bir daha Osmanlı topraklarına dönmeyeceğine dair bir senet imzaladığı surette Amerika’ya gitmesine müsaade edilir. Bu karara şaşıran Papazyan, hiçbir suç işlemediğini ve Osmanlı devletine olan sadakatini dile getirir. Osmanlı tabiiyetini koruma ve evine geri dönme isteğini belirtince Dahiliye Nezareti, Canik sancağı amirini (mutasarrıfını) Papazyan’ın su-i halinin (kötü hal) görülüp görülmediğini tahkik etmek üzere görevlendirir. Tahkikat sonucu Papazyan’ın müstakbel damadının aslen Diyarbakırlı, Teryan Ohannes adında bir Ermeni olduğu ve bundan iki sene önce Amerika’ya göç edip orada hali ticaretiyle meşgul olduğu anlaşılır. Ohannes aynı zamanda, Papazyan’ın bundan on iki sene önce Amerika’ya göç eden oğlu Vahak ve bir sene evvel pasaportla Amerika’ya giden oğlu Murek’in de ustasıdır. Murek’in pasaportla göç edildiğinin belirtilmesi, muhtemelen onun da terk-i tabiiyet edip devletin izniyle Amerika’ya gittiğinin işaretidir. Vahak’in Osmanlı topraklarını terk ettiği yılda, 1893’te ise terk-i tabiiyet yasası henüz yürürlüğe girmemişti.
Yapılan araştırmada Papazyan’ın kötü bir haline rastlanmaz. Onu şüpheli yapan, Merzifonlu olmasıdır. Merzifon’un Cedid mahallesinden olup yirmi yedi senedir Samsun’da yasayan Papazyan’in Merzifon’da tebdil-i mezhep eden, yani mezhep değiştiren Ermenilerden olduğuna inanılır. Muhtemelen Merzifon Protestan Koleji’nde eğitim gören Papazyan, üç sene Amerika’da yaşar ve orada Protestan kilisesinde vaizlik eder. Kendisinin Amerika’ya gitmekteki ısrarından şüphelenen Canik mutasarrıfı ve Dahiliye Nezareti, gitmek isterse tek çaresinin terk-i tabiiyet olduğunu belirtir.
Şüphenin ve Kadının Hareketliliği:
Bu şüphenin hareketini takip edecek olursak Papazyan’ın durumu’nun, Abdülhamid hükûmetinin Ermenilerin transatlantik mobilitesini kontrol edip kısıtlamaktaki kararlılığını ortaya koyan örneklerden yalnızca bir tanesi olduğunu görürüz. Hükûmet ticaret, ziyaret, tahsil ve evlilik gibi amaçlarla kısa süreliğine Amerika’da bulunacağını beyan eden Ermenilere de güvenmez ve Ermeni hareketliliğini toptan şekillendirme amacı güder.[3] 1880’lerde başlayan Ermeni transatlantik hareketiyle Kuzey Amerika’ya giden birçok Ermeni erkek işçi aslında geride bıraktıkları mülklerini kontrol etmek veya ailelerine kavuşmak için birkaç sene sonra geri dönmeyi hedefler. Abdülhamid idaresi ise bu göçü olabildiğince kısıtlamak adına elinden geleni yapar. Bunun ilk adımı ise, 1888’de Ermeni göç hareketliliğine getirilen yasaktır. Devleti şüpheye iten Amerika’daki fabrikalarda işçi olmak, eğitim görmek veya “serserilik” gibi değişik motivasyonlarla Amerika’ya giden Ermenilerin oradaki Ermeni örgütleriyle bağlantıya geçip geri döndüklerinde Osmanlı’da fesat çıkaracaklarıdır.[4] Bu yüzden ilk etapta Abdülhamid yönetimi transatlantik göçü olabildiğince engellemeye çalışır, göçü durduramadığı durumlarda ise geri dönüşleri engellemeyi hedefler.
Amerika’dan geri dönmeye çalışan Ermenilere yapılan muameleye devlet arşivlerindeki belgelerin yanı sıra Amerika’da yayımlanan Haik gibi Ermenice gazetelerde de rastlamak mümkündür. Örneğin nişanlısını yanına almak için dönen bir Ermeni, Amerikan pasaportunu gören bir Osmanlı yetkilisinin belgelerine tükürdüğünü ifade eder. [5] Annesini görmek için Selanik’ten imparatorluğa girmeye çalışan bir başka Ermeni de sekiz gün hapiste kaldıktan sonra Amerika’ya geri gönderilmişti. Ermeni devrimci örgütleri ile devlet arasındaki şiddetli çatışmalar, 1894-96 yılları arasında altı Doğu vilayetinde (Mamuretülaziz, Erzurum, Sivas, Bitlis, Van, Diyarbakır) ve İstanbul’da Ermeni nüfusunu hedef alan bir dizi katliama dönüşünce Abdülhamid hükümeti 1896’da Ermenilerin temelli göçünü teşvik etmeye başlamıştı. Ermeniler Osmanlı tabiiyetinden çıkarak (terk-i tâbiiyet), geri dönmeyeceklerine dair bir senet imzalamak ve fotoğraflarını devlete teslim etmekle yükümlüydüler. Göç etmek için onlara verilecek belge ise “badema memalik-i mahrusa-i şahaneye avdet etmeyecektir” (bundan böyle Osmanlı İmparatorluğu’na dönmeyecektir) ibaresi taşıyacaktı.
Doktora tezimde Ermeni hareketliliği üzerindeki resmi kısıtlamaların, modern devletin fotoğraf gibi gözetim tekniklerini ve daha az kapsayıcı bir tabiiyet ve aidiyet anlayışını bir araya getirdiğini savunuyorum. Görsel belgeleme teknolojileri geliştirmek ve Ermeni göçmenlerin vatandaşlıktan çıkarılmasını zorunlu kılmanın bürokratikleşme ve sınır inşa etme tekniklerini tamamladığını iddia ediyorum. Bu prosedür Amerika’ya göç eden diğer gruplara, örneğin Suriyeli ve Lübnanlı Hristiyanlara ya da Sefarad Yahudilerine uygulanmaz ve terk-i tâbiiyet özellikle Ermenilere yönelik bir politika haline dönüşür. Osmanlı devletinin tek bir etnik-dini gruba karşı izlediği bu politika, devletin izniyle serbestçe hareket edebilen Osmanlı tebaası ile geri dönmeleri yasaklanan, hareketleri izlenen ve cezalandırılan Ermeniler arasında bir ayrım oluşturdu.
Hükûmetin bürokratik ve idari şiddet yoluyla Ermenileri tebaasından ayırması, katliamlar gibi fiziksel şiddet biçimlerine eşlik eder. 1894-1896’daki Ermeni karşıtı katliamlar ve bunu izleyen Ekim 1896 tarihli, göç etmek isteyen Ermenilere terk-i tabiiyet etme ve bir daha Osmanlı topraklarına geri dönmeme şartıyla izin veren kararname sonrasında kadınlar ve çocuklar da göç etmeye başlar. Kocalarının, nişanlılarının ya da babalarının yanına gitmeye hazırlanan Ermeni kadınlar için yolculuğun başlangıcındaki prosedürlerle uğraşmak dahi hiç de kolay sayılmaz. Amerika vatandaşlığı alan erkekler ailelerinin kadın üyelerini yanlarına aldırmak için Amerika sefaretinden yardım alırlar. Amerika sefaretinden alınan dilekçe ise bazı durumlarda işe yaramaz. Eğer erkekler terk-i tabiiyet etmeden göç ettilerse Amerika vatandaşlıkları tanınmaz ve Amerikan sefareti yoluyla yaptıkları başvuru ciddiye alınmaz. Kadınların Amerika’daki akrabalarının yanına gitmek için izin alabilmeleri ancak akrabalarının Amerikan vatandaşlığına geçtiği kanıtlanırsa mümkün olur. Çünkü 1869 Osmanlı Tabiiyet Kanunu’na göre eğer bir kişi Osmanlı devletinin izni olmadan vatandaşlıktan çıktıysa yeni vatandaşlığı tanınmaz. Ancak 1880’lerde ve 1890’ların ilk yarısında göç edenlerin çoğu illegal bir şekilde, yani Osmanlı tabiiyetini terk etmeden göç etmiştir.
Kadının Arşivde İzini Sürmek:
Amerika’ya göç eden kadınların deneyimi genellikle Dahiliye, Hariciye ve Zaptiye nezaretleri arasında geçen yazışmalarda kaybolur. Papazyan hakkındaki belgedeki gibi çoğu zaman bir isimden bile ibaret değildirler. Belki de bu nedenle, Ermeni transatlantik göçü üzerine literatürde kadınların özneliğine rastlamak zordur. 5 Aralık 1896’da Dahiliye Nazırı, Hariciye Nezareti’ne yazdığı mektupta Diyarbakır’dan Mahmaryan imzasıyla New York’ta mukim Mahmaryan’a çekilen bir telgraftan bahseder.[6] Diyarbakır’dan Mahmaryan erkek kardeşi Sarkis’i Diyarbakırlı Değirmenci Krikor kızı Sare ile nişanlar. Ancak mevzu yine Sare değil, Sarkis’in devlet izni olmadan firar edip Amerika’ya gitmiş olmasıdır. Dahiliye Nazırı’nın öğrenmek istediği Sarkis’in Amerika’daki hal ve hareketleri ve eğer Osmanlı topraklarına dönme teşebbüsünde bulunursa nasıl hareket edileceğiydi. Başka bir örnekte Connecticut eyaletine bağlı Hartford şehrine yerleşen ve Amerikan vatandaşlığına geçen H. Krikoryan 4 Şubat 1902 tarihli tezkerede Harput’ta yaşayan annesini yanına almak ister.[7] Amerika sefaretinden izin almış olmasına rağmen tabiiyet kalemi araştırmaya giriştiğinde Krikoryan’ın Osmanlı tabiiyetinden çıktığına dair bir kayda rastlanmadığı ve bu nedenle Amerika vatandaşlığına geçişinin usule uygun olmadığı kararına varır. Krikoryan’ın annesi Elmas’ın akıbetine ilişkin yine elimizde bir bilgi yok.
Tatiros M. Muradyan da Harput’ta bulunan karısı ve kızını yanına aldırma talebinde bulunanlardan biridir. Ermenilerin yaşadıkları vilayetlerde reform yapmak ve vergiyi düzenlemek üzere kurulan Tesri-i Muamelat Komisyonu Amerikan vatandaşlığı alıp Cambridge, Massachusetts’te yaşamını sürdüren Tatiros’un talebini incelemeye alır.[8] 1901 yılında yapılan tetkikte Tatiros’un terk-i tabiiyet etmediği, bundan on iki sene evvel Adana’ya gidip oradan Amerika’ya savuştuğu söylenir.[9] Tatiros’un Osmanlı tabiiyetinden çıktığına dair bir kayda rastlanmadığı için usul ve nizama aykırı bir şekilde Amerika vatandaşlığına geçtiği anlaşılır. Peki Şaristan ve kızı Agavni’ye ne olur? Onlarla ilgili devlet arşivlerinde başka bir belgeye rastlayamasam da, Amerika arşivlerinde Tatiros’un izini sürebildim. Görünen o ki 1890’da Harput’tan Cambridge’e gelen Tatiros, Worcester’da işçi olarak çalışır, sonrasında bakkallık yapar, 1896’da ise Amerika vatandaşı olur. Bu kayıtlara göre Şaristan Amerika’ya gidebilmişe benzer, ancak Tatiros 1916’da yeniden evlenir. Şaristan’ın ne zaman öldüğüne dair ise bir bilgimiz yok.
Amerika’da yaşayan ve Amerikan vatandaşlığı almış, Pensilvanya’nın Pittsburgh şehrinde yasayan Agop David Saharyan, Adapazarı’ndaki nişanlısı Dikranuhi Peştemalciyan’ın Amerika’ya gelmesi için 9 Eylül 1901’de Amerika sefaretinden Hariciye Nezareti’ne bir dilekçe göndertir.[10] Dahiliye Nezaretine de iletilen bu dilekçede Dikranuhi’nin Osmanlı tebaasından mı yoksa Amerika vatandaşı mı olduğunun; Amerika’ya göç etmesine dair bir mani bulunup bulunmadığının (yani, adına kayıtlı emlak veya arazi olup olmadığı) incelenmesi istenir. Hariciye Nazırı söz konusu Saharyan’ın terk-i tabiiyetine dair bir kayda rastlanmadığı, usulüne uygun bir şekilde Osmanlı tebaası olmaktan ayrılmadığı bu nedenle Amerikan vatandaşı statüsünde olmadığı sonucuna varır. Kendisi on bir yıl önce Adapazarı’ndan Amerika’ya göçmüş, iki sene evvel Adapazarı’na yirmi günlüğüne avdet etmesine izin verilmesine rağmen kalış süresini uzatmıştır. Peki bu durumda Dikranuhi’ye ne olmuştur? Dahiliye Nazırı’nın vurguladığı gibi Amerika’ya gitmesinin tek yolu, yanına “badema memalik-i mahrusa-i şahaneye avdet etmeyecektir” yazan bir belge alması, tabiiyetten çıktığının komisyon-i mahsus, devlet-i aliye ve patrikhanece kayda alınmasıdır. Yazışmalar ilerledikçe Dikranuhi’nin aslen Adapazarlı Peştemalcıyan Hacı Agop Ağa’nın kızı olmasına rağmen Kumkapı’da kostümcü Araveyan Haçik Aga’nin hanesinde misafir olduğu anlaşılır. Dikranuhi’nin göç etmek için gereken fotoğrafları babasından istenir, ancak ayrıca patrikhaneden de geri dönmeyeceğine dair tasdikli senet alması lazım gelir.
18 Ekim 1904’te Dahiliye Nazırı’nın, Hariciye Nezareti’ne yazdığı bir mektupta bundan dört sene evvel kocasıyla terk-i tabiiyet edip Amerika’ya yerleşmeye karar veren, yine adını öğrenemediğimiz bir kadının hamile olması nedeniyle göç edemediğine rastlarız. Söz konusu kadın o sırada iki yaşında olan kızı Elmas ve yeni doğan kızı Satenik ile Harput’un Şehruz mahallesinde yalnız kalır, 1904 sonbaharında ise artık Amerika’ya göç etmek suretiyle fotoğrafları çekilir, bu fotoğrafların birer kopyası zabıta müdürlüğüne ve Ermeni göçüyle meşgul olan tesri-i muamelat komisyonuna ulaştırılır.[11] Bu dört sene zarfında ne olmuştur, söz konusu kadın yalnız başına kızlarıyla hayatını nasıl sürdürmüştür, kocası avdeti yasak olmasına rağmen gelip gidebilmiş midir, bilmiyoruz. Bu gibi örneklerin fazlalığı, bir devlet arşiviyle çalışmanın sınırlarını da çizer: Ailelerinin erkek üyeleri yanlarından ayrıldığında çocuklarıyla ve muhtemelen aile büyükleriyle yalnız kalan, sonrasında kendi başlarına Amerika’ya gitmeye çalışan kadınların deneyimini yalnızca bu kaynaklardan okumak zordur.
Yine Şehruz mahallesinden, 31 Temmuz 1904’te Dahiliye Nezareti’ne rahmetli Mardiros’un karısı Margirid hakkında bir mektup ulaşır.[12] Bundan dört sene evvel terk-i tabiiyet ederek Amerika’ya göç etmek üzere pasaport alan Margrid’in hala Harput’ta olduğu görülür. Anlaşılan o ki Margirid pasaportunu oğlu Abraham’a vermiş, kendisi burada kalmıştır. Tabiiyeti terk edip Osmanlı İmparatorluğuyla alakalarını kesenlerin orada kalmaları sakıncalı görüldüğünden Margirid’in fotoğrafları çekilir, fotoğrafının kopyaları Dahiliye, Hariciye ve Zabıta nezaretlerine dağıtılır ve kendisi Amerika’ya gönderilir. Kendisine tahsis edilmiş pasaportu çocuklarına veren sadece Margirid değildir. Amerika sefareti, Massachusetts’in Worcester şehrine yerleşmiş ve Amerikan vatandaşlığı almış Karabet Diratsou Babayan’ın karısı Anna’nın kocasının yanına gitmesi için 1901 sonbaharında bir dilekçe verir.[13] Dahiliye Nezareti’nin yaptığı soruşturma sonucunda Anna’nın aslında daha önce pasaport aldığı, ancak bunu oğlu ve kızına verdiği ve kendisinin diğer kızı Baghdasar’la Harput’ta kaldığı anlaşılır. Anna bu sefer Baghdasar’la göç etmek için izin ister. Dahiliye Nezareti 1869 tabiiyet kanununun altıncı maddesi gereğince hükûmetin tebaasını tabiiyetten çıkarabileceği ve bu kişilerin evlerine geri dönmeye çalışırlarsa sürgün ve ihraç edilebileceklerini belirtir. Sonuç olarak tüm ailenin tabiiyetten çıkmasına, Anna ve kızı Baghdasar’ın Amerika’ya göç etmesine izin verilmesine ve ailenin emlakına kanunen lazım geldiği şekilde el koyulmasına karar verilir. Aile bireylerinin birbirlerinin pasaportuyla göç etmesi belli ki rastlanan bir durumdur. Hatta başkasının pasaportuyla göç eden kişi sayısı arttığı için ilk etapta sadece erkeklerin fotoğraflarının çekilmesi düşünülse de hicret edecek bir kadın veya çocuğa pasaport verilmesinden sonra yerine akran birinin gidebilmesi ihtimali olduğu için erkeklerin fotoğrafları mahallerince aldırıldığı sırada yine o ailede bulunan kadın ve çocukların dahi beraberce veya yalnız olan kadın ve çocuklarının ayrıca fotoğraflarının çekilmesini şart koşulmuştur.[14] Yine de bu durumun önüne geçmek belli ki çok kolay değildir.
Tarihi silinmiş başka bir arzuhalde bu sefer Lusaper Tahmizyan’ın sesini duyarız. Ya kendisinin ya da bir polis memurunun onun ağzından yazdığı dilekçe, Pangaltı’dakı Akbaba sokağının 7 numaralı hanesinde oturan Lusaper’in üç yaşındaki kızı Alis ve cariyeleri ile Amerika’ya gitmek istediği hakkındadır.[15] Zira New York eyaletine bağlı Rochester şehrinde bir hastanede çalışan Lusaper’in kocası Dikran ailesini yanına getirmek ister. Devlet memurları ağzından yazılmış belgelerin arasında, zevcim, Amerika’ya azimetimiz (burada yönelmek, göç etmek anlamında) gibi birinci ağızdan yazılmış kelimeler okumak heyecan vericidir.
Bazı durumlarda ise kadınların izlerine rastlamak neredeyse imkânsızdır. Samsun’da yaşayan Madam Agop Deratyan ve Malatyalı Heghnar Bogvatar Katyan üç çocuğuyla Amerika’ya gitmek için Sefaret’ten bir dilekçe alınca komisyon-i mahsus haklarında soruşturma başlatır. Bu soruşturmada, 17 Ağustos 1906’da Amerika’ya gitmek üzere nüfus dairesine böyle birinin hiç başvurmadığı sonucuna varılır. Madam Agop Deratyan isminde biri olmadığı gibi böyle birine nüfus kayıtlarında rastlanmadığı belirtilir.[16] Bu da belki modern devletin kendine ve tebaasını kontrol etmek için kullandığı araçlara duyduğu güven olarak görülebilir: Nüfusa kaydedilmemiş birinin var olmadığını düşünmek ya da birini yok saymak.
“Avdeti Caiz Degildir”
Peki geri dönen kadınlara ne olur? 7 sene önce 23 cilt 31 varak numaralı pasaport ile oğlu Vahak’ı alarak Amerika’ya gitmiş Harput’un Sehrengiz mahallesinden Ayvaslıoğlu Kevork’un karısı Anna’nın gizlice geri geldiği anlaşılır. 14 Kasım 1904’te Trabzon vilayetinden Adana’ya giden mektupta Anna’nın bundan üç sene evvel Mersin iskelesinden imparatorluğa giriş yapar ve üç senedir Harput’ta bir akrabasında misafirdir. Bunun ortaya çıkmasıyla Anna Amerika’ya iade edilmek üzere polise teslim edilir.[17] Anna’nın neden geri döndüğüne, kocasıyla olan vaziyetine dair bir bilgimiz yoktur.
Devletin Ermenilerin geri dönüşünü engellemeye çalışma çabasında, Ermenilere duyduğu şüpheyi ve kaygıyı görebiliriz. Abdülhamid idaresi, Ermenilerin dönüşünün engellenmesine ilişkin uyguladığı ihtiyati bürokratik önlemleri Ermenilerin geri dönmeleri halinde özerklik gibi “kışkırtıcı fikirler” getirecekleri inancına bağlar ve bu tedbirleri böyle bir argümanla meşrulaştırır. Rejim, o dönemde kurulan Ermeni örgütleriyle ilgili kaygılarla hareket ediyor gibi görünse de Osmanlı devlet arşivlerindeki vesikalar daha toptancı bir muameleye işaret eder: Devlet sadece örgüt bağlantısı olan ya da erbab-ı fesad olarak etiketlediği kişileri değil, transatlantik hareketliliği olan herhangi bir Ermeni’yi, kadın, çocuk fark etmeksizin kontrol etmeye çalışır. Araştırmam, Ermeni transatlantik göçünün hükümet tarafından nasıl bir tür fesad olarak görüldüğünü ortaya koyuyor. Bu uygulama Abdülhamid dönemiyle sınırlı kalmaz. Yurt dışına göç etmek isteyen Ermenilere Cumhuriyet’in ilk yıllarında hala üzerinde “avdeti caiz değildir” yazan geri dönüşsüz pasaportlar veriliyordu. İmparatorluktan ulus devlete geçişte Ermenilerin yani sıra Osmanlı sınırlarında mobil olan herkesin daha katı bir şekilde kontrol edilmeye başlanması sınır inşasının yeni bir aşaması olarak değerlendirebilir. Ermeniler hakkında bilgi toplamak ve üretmek daha sonraki dönemlerde devlet aygıtının diğer etno-dinsel toplulukları kontrol etmede kullanılabilecek bürokratik teknikler geliştirmesini sağladı. Bu da bir sonraki yazının konusu olsun.
2022-2023 yılında araştırmam Gulbenkian Vakfi tarafından desteklenmektedir.
Ana görsel: Sivas’in Cedid-i Sagir mahallesinden Zağik, kızı Anna ve torunu Siranuş ile terk-i tabiiyetle badema memalik-i mahrusa-i şahaneye avdet etmemek şartıyla katiyen Amerika’ya hicret etmek üzere alınan fotoğraflarıdır. Fotoğrafları 11 Ağustos 1906’da Arutyun Enkababiyan tarafından çekilmiştir. Polis memurunun aldığı nota göre Zagik’in kocası Agop da, kızı Anna’nin kocası Karabet de vefat etmiştir. Anne kız ve torunu Amerika’da neyin beklediği, kimlerin yanına gittikleri merak konusudur.
[1] Ekim 1896’da Meclis-i Mahsus-ı Vükela’nın ilan ettiği irade-i seniyyeyle terk-i tâbiiyet Osmanlı Devleti’nin Ermenilere karşı uyguladığı resmi göç politikası haline geldi. “Hadise-i ahireden [Banka Vakası] sonra Ermeni efradından amelesi amelesine işsizi işsizine birtakım kesan[ın] Avrupa’ya, Rusya ve Amerika’ya gitmelerine karşı” kesin bir çözüm bulmak isteyen devlet, göçü kontrol etmek ve Ermenilerin belge kontrolünü yapmak için bir Komisyon-ı Mahsus kurar. “Memalik-i ecnebiyeye ve şuraya ve buraya gitmekte olan Ermenilerin” göçlerinin sebebini belirlemek üzere, Hüseyin Hamid komisyonun başına geçer. Kendisi, “kavanin-i devlet-i aliyyeye hakkıyla vâkıf” olmasıyla bilinen, önemli adli ve hukuki pozisyonlarda bulunmuş bir memurdur. Cumhurbaşkanlığı Devlet Arşivleri, DH TMIK M 20.59, DH TMIK M.20.65. “Hüseyin Hamid Beyefendi.” Servet-i Fünun, no. 304. 7 Ocak, 1897.
[2] DH TMIK M 209 36, 22 Ekim 1905, 22 Aralik 1905
[3] DH.TMIK.20.65, 25 Ekim 1896.
[4] I.DH.1075.84332, 29 Mayis 1888.
[5] Ամերիկայի հայերն եի բ.դոիդն,” Haik (New York, December 15, 1893): 367. Bibliothèque Arménienne Nubar de l’UGAB
[6] HR.TH.185.26, 5 Aralık 1896.
[7] DH.TMIK.M.119.5, 4 Subat 1902, A.MKT.MHM.546.32
[8] DH. TMIK. M.: Dahiliye Nezareti Tesri-i Muamelat ve Islahat Komisyonu Muamelat Kalemi
[9] DH TMIK.M.117.40, 19 Aralık 1901.
[10] DH TMIK.M.113.7, 9 Eylul 1901 – 11 Aralik 1902.
[11] HR TH.310.71, 18 Ekim 1904.
[12] DH.TMIK.M.182.48, 31 Temmuz 1904.
[13] HR.SYS.2742.27, 10 Eylul 1901.
[14] DH.TMIK.M.85.37, 19 Nisan 1900.
[15] DH.EUM.2.Sb.17.30
[16] DH.TMIK.M.224.73, 27 Nisan 1906 – 17 Ağustos 1906.
[17] DH.TMIK.M.186.20, 5 Ekim 1904.