2mi3museum projesi yaklaşık altı yıl önce Dimitri Vafiadis Daravanoğlu’nun aile albümlerini bir araya getirmesiyle başlıyor. Bir yandan yaşayan aile büyüklerinden hikâyeler toplarken diğer yandan fotoğrafların taranması, taranan fotoğrafların haritalanması ile devam eden süreç yaklaşık üç yıl önce online müze şeklini alıyor. Online müzede sergilenen fotoğraflar aile tarihinin inşasına giden bir yolculuk olarak karşımıza çıkıyor.
Fotoğraf üzerine akademik olarak düşünmeye başladığım süreçten bu yana ne aile hikâyem ne de aile hikâyemin bir parçası olan göç, yazımın bir parçası oldu. Oysaki, fotoğrafla akademi dışında ilgilendiğim zamanlarda, anneannemin kendisine genç göçmen bir kadın olarak seçtiği ailesinin albümlerini toplamaya, hikâyelerini kaydetmeye başlamıştım. Aradan geçen 12 yılda, ailemizden kimilerini kaybettik, toplayamadığım albümler ise kaybolup gitti. Bu projenin karşıma çıkması ve ardından projeyi incelemem, Dimitri Vafiadis’le söyleşmemiz, yaklaşık sekiz yıldır akademik ilgimin temelini oluşturan fotoğrafla kurduğum ilişkiyi yeniden düşünmeme vesile oldu.
Fotoğraf toplamaya ve onları arşivlemeye, aile hikâyelerini kaydetmeye ve dahası, elimizdekilerle neler yapabileceğimize dair sorular sorup yeni imkanlar üretmeye dair söyleştik Dimitri Vafiadis Daravanoğlu ile.
Müzenin en temelde bir aile arkeolojisi projesi olduğunu görüyoruz. Bu arkeolojik çalışmayı gerçekleştirirken metodolojinizi nasıl belirlediniz? Ne gibi kaynaklar kullanacağınıza nasıl karar veriyorsunuz? İşbirliği halinde olduğunuz kişiler veya oluşumlar var mı?
1800’lü yıllardan beri Türkiye’de yaşayan Rum, Ermeni ve İtalyan asıllı bir ailenin hikâyesini anlattığım 2mi3museum projesinin temelini ailemin eski fotoğrafları, yaşanmış hikâyeleri ve manevi değeri olan eşyaları oluşturuyor. Ama şunu özellikle belirtmem gerekir ki, ben bir tarihçi değilim. Dolayısıyla bu projeyi oluştururken akademik bir yöntem bilgisiyle hareket etmedim. Sadece projeme dışarıdan bir gözle bakmaya çalıştım. Bu hikâyeler ve fotoğraflar benim aileme ait olmasaydı neden ve hangi açılardan ilgimi çekerdi diye düşündüm.
2mi3museum projesine bakarsanız tam ortada Rum asıllı Vafiadis ailesini görürsünüz. Bu aile zaman içerisinde evlilikler yoluyla Ermeni asıllı Mıgirdician ailesi, İtalyan asıllı Sanzoni ailesi ve gene Rum asıllı Koulurgioti ailesi ile bağlar kuruyor. Projede bahsi geçen, Koskeri, Akasi ve Çakıroğlu soyisimleri Koulurgioti ailesinin üst soyunda yer alıyor. Projenin başrolündeki isimler şimdilik, Hurmuzios Vafiadis, Liborio Sanzoni, Kiryaki Akasi, Sofia Çakıroğlu, Dimitrios Koulurgioti olarak gözüküyor. Ama zaman içerisinde bu rollerin değişmeyeceğinin bir garantisi yok. Çünkü bu bir kurgu değil, bir aile tarihi. Özetle bu projeyi gerçekleştirirken belirli bir yöntemle değil, sezgisel ve el yordamıyla harekete geçtim.
Projenin en önemli kaynağı aile içerisinde anlatılan yaşanmış hikâyeler, yani sözlü tarih. Kişi elbette hatırladığı kadarıyla anlattığı için yazılı kaynaklara da ulaşmam gerekiyor. Bu kaynakların türü de hikâyenin içeriğine göre değişiklik gösteriyor. Mesleki, ticari bir detay içeriyorsa Şark Ticaret Yıllıkları ve bunun gibi yıllıklara bakıyorum. Bir savaşla ilişkiliyse bu savaşa dair yazılmış kaynakları ve belgeleri araştırıyorum. Eski bir mekândan, bir evden bahsediliyorsa ve bu bahsedilen yerler artık yoksa eski haritaları inceliyorum. Şu ana kadar en çok yararlandığım kaynaklar SALT Arşiv’de yer alan Şark Ticaret Yıllıkları, Cumhurbaşkanlığı Devlet Arşivleri, Pervititch Haritaları ve eski gazete arşivleri. Bu tarz basılı kaynaklar haricinde, özellikle Vafiadis ailesinin kökenini bulmak için bir DNA testi de yurtdışındaki kuzenim üzerinden yapıldı. Kuzenimin biyolog olması, bu testin sonuçlarını okumamız açısından büyük bir şans oldu.
Projeyi oluştururken hiçbir oluşumla işbirliği halinde olmadım. İşbirliği halinde olduğum kişiler, aile büyüklerim ve temas kuramadığım aile büyüklerimle ilişki içerisinde olan kuzenlerim. Özellikle farklı semt ve şehirlerden bahsederken de ailemi tanıyor olma ihtimallerine karşı sosyal medyadaki ilgili gruplarda soruşturma yapıyorum. Özellikle Karaağaç/Edirne sakinleri sayesinde Sanzoni ailesi hakkında birçok detay öğrendim.
Müzeyi sanal ortamda ziyaret edenler farklı farklı hikâyelerle karşılaşıyor. Hikâyenin sizin için anlamı nedir, hikâye anlatıcılığının neyi açtığını düşünüyorsunuz?
Ben hikâyelerle büyüdüm. Sadece ailemin değil, komşularımın, semtimde yaşayan insanların da hikâyelerini dinleyerek. Anlatılan hikâyeleri gözümde canlandırdım hep. Uzun zaman bu hikâyeleri çevreme anlattım. Fakat daha sonra bu hikâyelerin araştırılması gerektiğini düşündüm. Çoğunun bir kaydının olması gerektiğine inandım ve araştırdıkça da bu inancımın yerinde olduğunu gördüm. Hikâye deyip geçmemek gerekiyormuş yani. Hikâye anlatıcılığı olmazsa ‘sözlü tarih’ de olmaz.
 Koleksiyonunuzda aileye ait birçok obje bulunuyor, ancak elinizde çok fazla aile fotoğrafı olması fotoğrafı projenin merkezine itmiş. Peki sizce fotoğrafın aile tarihi inşasında rolü nedir? Hafızayla ilişkisini nasıl görüyorsunuz? Fotoğraf diğer aile objelerinden kendini nasıl ayırıyor ya da o objelerle nasıl ilişki kuruyor?
Aile tarihi büyük ölçüde, aile büyüklerinin anlattığı hikâyeleri kayıt altına alarak inşa edilir. Ama duymak ile görmek arasında büyük bir fark var. Dinlediğiniz bir hikâyede, kişileri, mekânı ve zamanın şartlarını kafanızda canlandırmak zorunda kalırsınız. Bu canlandırma ise ancak daha evvel gördükleriniz sayesinde gerçekleşir. Örneğin, 1940’lardan bir anı dinlediniz. Kafanızda canlandırdığınız ancak o dönem hakkında daha evvel gördüğünüz fotoğraflar, eski çekim videolar ve dönem filmleri kadardır. Dinlediğiniz bir hikâyedeki kişiyi kafanızda canlandırırsınız ama onunla kurduğunuz temas kesinlikle eksik kalır. İşte bu noktada fotoğrafın aile tarihinin inşasındaki rolü ortaya çıkar. Kişiyi ve mekânı görmeye başlarsınız. Kişinin giyim kuşam tarzı, saç kesimi, aksesuarları, bulunduğu mekân, bu mekânın dizaynı sizi o kişi ve dönemle daha fazla temas ettirir. Oluşturulan aile tarihi daha fiziksel bir hal almaya başlar. Kişilerin fotoğrafları ile izlenimleriniz şekillenir.
Bir fotoğrafa bakarak aile içinde anlatılmayan farklı detayları görebilirsiniz. Birbirleriyle zaman geçirmekten çok hoşlananları veya birbirini pek sevmeyenleri bile ayırt edebilirsiniz. Fotoğraflar kişilerin belgesi niteliğindedir. Şöyle bir örnek vereyim, dedem Dimitrios’un neşeli kimliği aile içerisinde sürekli anlatılır. Dimitrios’un çalıştığı dönem çekildiği fotoğraflara baktığımızda gerçekten de neşeli bir adam olduğunu görüyoruz. Bir diğer dedem Aleko’nunsa arabalara olan ilgisi hep anlatılır. Gerçekten de Aleko’nun gençlik fotoğraflarına baktığımızda arabalarını ne kadar çok sevdiğini görebilirsiniz. Hurmuzios Vafiadis’in giyimine çok önem verdiği hep anlatılır. Gene bunu onun fotoğraflarından görebilirsiniz. Aile büyükleriniz bir düğüne veya bir geziye gitmiştir ve bunu anlatırlar. Fakat burada çekilmiş fotoğraflara bakıp anlattıklarında daha çok detay hatırlarlar. Üzerinden kırk yıl geçmiş bir fotoğrafa baktıklarında çoğu zaman kendileri de şaşırır gördüklerine. Çünkü mekânı veya o gün yanlarında olan herkesi aslında tam olarak hatırlamazlar. Ama fotoğrafa baktıkları an o gün yedikleri yemeğin tadını bile hatırlarlar.
2mi3museum üzerinde birçok obje mevcut. Bu objeler benim için büyük bir manevi değere sahip. Ama obje tek başına fazla detay vermez. Fotoğraftan aile tarihindeki konumundan bağımsız yorumlar da üretilebilir ama objeyi yorumlayabilmek için daha öznel detaylara ihtiyaç var. Örneğin, içerisine Hurmuzios Vafiadis’in fotoğrafının yerleştirildiği altın çerçeveli bir alyans var aile yadigarlarım içerisinde. Hurmuzios Vafiadis öldüğünde, karısı Ashen, kocasının alyansını bir çerçeveye dönüştürmüş içine fotoğrafını yerleştirtmiş ve kendisi ölene kadar eşinin bu fotoğrafını üzerinde taşımış. Aile yadigarlarına ait bir obje, aile fotoğraflarında da geçiyorsa işte o zaman daha kıymetli bir hal alıyor. Ashen Mıgırdician’ın çok sevdiği bir iskambil kağıdı destesi var arşivimde. Bu kartları çok sevdiğini babam zaten anlatmıştı. Fakat fotoğrafta Ashen’in yanında bu kartları gördüğümde bu iskambil destesi çok daha farklı bir anlam kazandı.
İki ilginç noktaya vurgu yapıyorsunuz: Fotoğrafı öncelikle sadece sonraki nesillerin anlatıyı canlandırmasını sağlayan bir araç olarak tanımlıyor, sonra da anlatıcı için farklı duyuları etkin hale getiren bir nesne olarak nitelendiriyorsunuz. Sizce fotoğrafın farklı duyuları etkinleştirme özelliğinin nesillerarası aile tarihi aktarımında nasıl bir etkisi var /olacak? Başka türlü soracak olursam, sizce yemeğin tadını hatırlayan aile büyüklerinin bu tadı betimleyişlerini kayıt altına almanız sizden sonra gelen nesiller için ne ifade edecek?
Aslında yukarıda cevap verdiğim gibi, fotoğrafın bu özelliğinin aile tarihine etkisi, fotoğrafa bakan kişiye, daha evvel hiç görmediği hatta hakkında çok az duyduğu atası hakkında fikir verecektir. Fotoğrafa bakan kişi en baştan bir aile tarihi projesine başladıysa, edindiği bu fikirler üzerinden hareket edecektir. Ama halihazırda bir aile tarihi varsa – tıpkı 2mi3museum projesi gibi – ailenin yeni kuşağı da ilk anlatılanları baz alabilir ve üzerine hiçbir şey koymayabilir. Yeni kuşaktan aile tarihçisi rolünü üstlenen kişi, bu fotoğraflardan başka bir fikir edinip revize de edebilir. Bunu da garip karşılamamak lazım, bugün yeni yorumlarla, yapılan kazılarla bize öğretilen tarih bile değişiyor.
Bunun yanında Ashen’in alyans hikâyesinde, Ashen’in vefat eden eşinin alyansını alyans haliyle üzerinde taşımak yerine, alyansın şeklini göz önünde bulundurarak hem işlevsel hem görsel hem de temasa dayalı bir anı objesi yarattığını öğreniyoruz. Ashen’in bu hatıraya olan yaklaşımıyla kendinizin projeye olan yaklaşımınızda bir paralellik gözlemleyebiliyor musunuz?
Ashen’in alyansı bu şekilde bir broş haline getirmesi ve ölene kadar üzerinde taşıması bana matemini daha derin yaşamak istediğini düşündürüyor. Ben projemi yaparken bir matem yaşadığımı düşünmüyorum açıkçası.
Daha önceki röportajlarınızda da bu projenin acılarla anılmasını istemediğinizi söylediniz. Yine de böyle bir arşiv oluşturmanız, özel bir koleksiyon olarak sınırlandırmayıp bunu dijital bir ortamda iki dilde insanların erişimine açmanız, maruz kaldıkları şiddete karşı gayrimüslimlerin var olma çabasını görünür kılmaya vesile olmuyor mu?
Projemin acılarla anılmasını istemiyorum. Hatta acılarla anılmamasının gerekliliği bana bir vasiyet diyebilirim. 1941 yılında, eşini, çocuğunu ve işini geride bırakıp Yozgat’ta amele taburunda yol kazan büyükdedem Hurmuzios, yaşadığını düşündüğümüz onca zorluğa rağmen, fotoğrafının arkasına yazdığı notta ne kadar iyi olduğunu, ailesinin endişe etmemesi gerektiğini esprili bir dille anlatıyordu.
Bizler – en azından ben ve ailem – bu topraklarda yaşayan gayrimüslimler olarak var olma çabası içerisinde değiliz. Zaten varız. Göstermiş olduğumuz var olma çabası herkesle aynı diyebilirim. 2mi3museum projesi, maruz kalınan şiddete karşı bir var oluş çabasını değil, bu topraklardaki gayrimüslim kültürün “varlığını” vurguluyor. İnsanlar ismimizi duyduğunda, Rusya’dan, Yunanistan’dan geldiğimizi düşünmesin, bu topraklarda bu kültürlerin var olduğunu bilsinler diye…
Projeye ilk başladığınızdan bu yana, aile tarihine ve dahası Türkiye’deki gayrimüslümlerin tarihine artan bir ilgiden söz etmek mümkün mü? İnsanların 2mi3museum’a ilgisi zaman içinde değişti mi?
Projemin yayılmasıyla birlikte aile tarihine artan bir ilgi olduğunu görebiliyorum. Bu ilginin daha çok insana ulaşabilirsem artacağına da inanıyorum. Gayrimüslim tarihine olan ilgiyi arttırdı mı, bununla ilgili bir yorum yapamıyorum. Türkiye’de gayrimüslim tarihine ilgi, benim gözlemlerime göre, belirli günlerde (Noel, Paskalya, 6-7 Eylül yıldönümü…vs.) artıyor ve sonra tekrar azalıyor. Bir diziyle, filmle artıyor ama bu yapımların popülerliğini yitirmesiyle azalıyor. Neyse ki gayrimüslim tarihiyle gerçekten ilgililerin, bu ilgilerini canlı tutabilecek önemli yayınevleri ve projeler mevcut.
Bir yandan da sıkça dile getirilmeyen gerçekler ya da bunlara dair izler bu gibi yapımlardaki temsillerle karşımıza çıkabiliyor pek çoğumuzun. Son zamanlarda, Kulüp dizisinin de etkisiyle Varlık vergisinin ne olduğu, bundan gayrimüslimlerin nasıl etkilendiği sorularına dair kamuoyunda bir ilgi oluştu örneğin. Siz de müzede ailenizin Varlık Vergisinden etkilendiğinden bahsediyorsunuz. Varlık Vergisiyle beraber, albümlerde bir değişim gözlemlemek mümkün mü? Fotoğrafın içeriğinde ve anlatısında neler değişiyor?
Varlık Vergisi, o dönemi yaşayan her gayrimüslimi etkilediği gibi, benim ailemi de etkilemiş. Aslında bu olumsuz etki vergiden önce Yirmi Kur’a Askerlik ile başlamış. 1941 yılında, işini gücünü arkadaşına emanet edip askere giden Hurmuzios, bu zorunlu görevden döner dönmez üç ay sonra bu vergiyi ödemek zorunda kalmış. Dedem Aleko o zaman henüz 12 yaşında bir çocuk. Bu verginin ödenmesi için o dönem aile üyeleri birlik olmuş ve çıkan borç tek seferde bir aile üyesi tarafından ödenmiş. Ardından borç taksit taksit bu akrabaya ödenmiş. Varlık Vergisi’nin fotoğraflarımız üzerinde bir etkisi olduğunu söyleyemeyeceğim.
Biraz da fotoğrafların sergilenme biçiminden bahsedelim. Müzedeki fotoğraflar aile albümlerindeki yerleştirilmeleriyle değil, albümlerden çıkarılmış ve tekil olarak, farklı temalar altında sergileniyor. Bu sizce deneyimimizi nasıl etkiliyor?
Şunu belirtmem gerekir ki fotoğrafları ben albümlerden çıkarmadım. Arşivimde belirli temalar altında albümlenmiş fotoğraflar da var fakat bunlar daha çok 80’li yıllar ve sonrasına ait. 1980 öncesi fotoğrafların büyük bir kısmı çerçevelenmiş vaziyette vitrinlerde sergilenmiş. Sadece 50’ler Avrupa seyahati fotoğrafları bir albümde yer almış. Bunu da fotoğrafların arkasındaki yapışkan izlerinden anlayabiliyoruz. Fotoğrafları 2mi3museum web sayfasında farklı temalarda sergiliyorum. Bunun amacı o fotoğrafta belirli noktalara odaklanmak. Mesela seyahat fotoğraflarında en az kişiler kadar önlerinde poz verdikleri anıtsal yapılara ve mekânlara odaklanmak. Bu vesileyle bir aile albümü üzerinden, şehir, yaşam tarzı, gelenekler gibi bağlamları ele alabiliyoruz.
Peki ne tür albümler kullanılmıştı, maddesi, şekli, kağıdına dair ne söyleyebilirsiniz? Zaman içinde albümlerde ne gibi değişimler gözlemlediniz? Bununla beraber fotoğraflar albümlere nasıl dizilmişti, rastgele değilse, kronolojik ya da tematik bir bütünlük gözlemlediniz mi? Zaman ile kurulan ilişkiyi nasıl tanımlarsınız bu yerleştirmelerde? Bu albümlerde aynı zamanda farklı öznelliklerin izleri görünür müydü?
Az evvel de bahsettiğim gibi, fotoğrafların büyük bir kısmı bana ulaştığında albüm dışındaydı. Ama 1980’li yıllar ve sonrasında, yapışkanlı ve şeffaf zarflı albüm tipleri kullanılmış. Bu albümler, babamın asker fotoğrafları, annemin gençliği, düğün fotoğrafları ve benim çocukluğum olarak ayrı ayrı oluşturulmuş ve içerisinde fotoğraflar kronolojik bir sıraya göre yerleştirilmiş. Ama maalesef 2mi3museum üzerinde şu ana kadar paylaşılan 1980 öncesi fotoğraflar için bu soruyu cevaplayabilmem mümkün değil.

Anlatınızda albümlerden çıkarılmış fotoğrafların arkasına düşülen notları da dikkate aldığınızı, fotoğrafa basılan stüdyo damgalarının izini sürdüğünüzü, haritalamayı bir metot olarak kullandığınızı, bu şekilde hem aile tarihi hem şehrin tarihine dair birtakım bulgulara ulaştığınızı görüyoruz. Sizce böyle bir proje Türkiye’de nereye oturuyor? Şehir ve kimlik hafızası için neden önemli?
Bizlere eğitim hayatımız boyunca anlatılmış bir tarih var. Ama biz bu tarih dersleri içerisinde yaşadığımız yeri, şehre kimlik kazandıran unsurları, sivil halkın yaşamını öğrenemiyoruz. Gerçek ilgilisi için yazılmış kitaplar, çekilmiş belgeseller tabii ki var. Ama bunların da eksik kaldığı birçok nokta var maalesef. Kaldı ki bir şehri yaşatan sivil halkıdır, esnafıdır. Bence şehrin gerçek hikâyesini bu halkın sözlü ve basılı arşivinde aramamız gerekir.
2mi3museum projesinde benim de yapmaya çalıştığım aslında bu. Bir fotoğrafa sadece ailemin fotoğrafı olarak bakmıyorum. Arkasında bir damga var ise, ismini, nerede olduğunu, sahiplerinin kimler olduğunu araştırıyorum. Sadece fotoğraf stüdyolarını değil, İstanbul’da bir dönemin gece hayatını, Bursa’yı, Atina Akropolü’nü de araştırdım bu fotoğraf arşivi ile. Fotoğraflar ile değil ama, aile anılarından hareketle Ortaköy’de bugün artık olmayan, bir dönem Koch’un Bahçesi olarak bilinen devasa alan ortaya çıktı mesela. Ailemin İtalyan tarafında Liborio Sanzoni’nin Mimar Kemaleddin ile beraber çalıştığı da ortaya çıktı başka belgelerde. Camgöz Gary ismini ilk defa babamdan duydum da araştırdım mesela.
2mi3museum projesiyle, insanlara kendi ailesinin arşiviyle nerelere temas edebileceklerini göstermeye çalışıyorum. Ufacık bir arşivin şehir ve kimlik hafızası için işte bu kadar önemli olduğunu vurgulamaya çalışıyorum.
Peki 2mi3museum başkalarına ilham verip büyüyen ve çoğalan bir projeye dönüşebilir mi? Aile tarihinden komşu tarihine, komşununkinden sokağın tarihine başkalarının aile tarihlerinin giderek kesişmesi fikri sizin için ne ifade ediyor?
Bu 2mi3museum projesinin websayfasında da belirttiğim 6 amacından biri:
Bireyleri, kendi aile tarihlerini araştırmaları için cesaretlendirmek, aile e-müzeleri açmalarını sağlamak ve bu e-müzeler arasında aile bağlarını incelemek.
Instagram üzerinden aldığım mesajlara göre, birçok insan bunu yapmaya başladı bile. Tabii bunu yapıp sadece kendilerine mi saklarlar bilemiyorum, umarım bir platforma açarlar. Kesişecek aile tarihleri ile gelinebilecek nokta beni çok heyecanlandırıyor.
Bu arada şunu da belirtmeden edemeyeceğim. Semt, aile, komşuluk tarihi ile yazılmış birçok kitap var aslında. Varmış desem daha doğru olur, çünkü ben de bu süreçte öğrendim. Bu kitaplara maalesef kolay ulaşılmıyor, genelde bahsi geçen semtlerde küçük kitapçılarda satılıyor. Bugün gittiğimiz kitapçılarda daha çok popüler yayınları görüyoruz. Size bir örnek vereyim, projemin ikinci yılında, Edirne’den bir kişi ulaştı bana. Kendisi berbermiş, emekli olmuş. Edirne’de yaşadığı muhitte, arkadaşlıklarını, onlardan öğrendiği hikâyeleri yazmış. Bana da hediye etti. Kitapta ailemden de biri geçiyor. Yapılmış çalışmaları bulup bir yerde toplasak büyük bir kazanç olur.
Kapak görseli: Sofia Çakıroğlu ve önde Madam Bercuhi arkadaşlarıyla birlikte piknikte, (muhtemelen) Sarıyer, 1970’ler. 2mi3museum arşivinden.