Belki umut dolu bir karamsarlık en iyi şansımız – farklılıkların üstünde örgütlenmemizin nedeni bunun sorunlarımızı çözüme ulaştırması değil, fakat fiile dönüştürmeyi amaçladığımız görüşlerin herkesi kapsaması gerekiyor.
“Kendini bildi bileli kabuğunu arayanlara” ithaf ettiği kitabında Melisa Kesmez, okurlarını duvarları kayıplardan örülü, koridorlarında gitmeler serili, merdivenleri kalmalara inen, odaları hafızalara açılan bir eve davet ediyor.
“Eskiden onların ettiği laflara kızgınlığımı belli ederdim ama artık içten içe seviniyorum. Evet doğru ben bir erkek değilim! Erkekliğe bir nebze bile ait olmak istemiyorum.”
Napoli Romanları’nı okurken içime oturan tarifsiz hissin tarifini yine Ferrante vermişti: Frantumaglia.
Harper’s dergisinde yayınlanan bir mektup güçlülere yönelik eleştirileri ifade özgürlüğünü susturmakla karıştırıyor.
Nefret üreten söylemleri ifade özgürlüğü olarak sunan mekanizma nasıl işliyor?
Evlilik yaşamının boğuculuğu, Consuelo’nun sevme kapasitesini azaltıp yaşam gücünü de tüketecek güçtedir. Antoine, Consuelo’nun mutsuz evliliğini eşinin kalbinin bencilliğine; sevmekten çok, sevilmeye düşkünlüğüne bağlar.
Bir tane materyal var, sürekli değişiyor ve o değişimi izliyoruz.
Kadınların hayatı riske atılarak, ulusal teknolojik gelişmeler, kârlı yatırımlar ve kutsal ailenin biyolojik yeniden üretimi için kadınların rahimleri tekno-milli gururun biyo-politik ve de biyo-ekonomik uygulama olanı olarak araçsallaştırılıyor.
Özneler kronik bir enfeksiyonla yaşamını sürdürmeye adapte olmanın yanı sıra, “HIV ile yaşayan biri” olarak sosyal hayatta yeni güçlüklerle yüzleşme zorunluluğuyla yükleniyor ve bu zahmetli sürece hiç gönüllü olmasa da, kendini komünitesinde yeniden var edebilmenin mücadelesi içinde bulabiliyor.