1990’ların sonundan bu yana “fenomen” olmuş diziler üzerinden Türkiye’nin kültürel politik iklimine bir bakış…
Kendinden önce yazan kadınlara olan borcunu birçok kez dile getirmiştir Woolf. Ama Judith Shakespeare figüründe bir başka vurgu vardır. Figür geçmişe ait gibi durur; oysa geleceğe aittir. Bir selef değil, bir halef figürüdür. İzlenecek değil, yaratılacak önceldir.
Bir başkaldırı olarak partilemenin göz ardı edilemez önemi.
Korkmuyorum çünkü kadınlar var.
Acı dolu bir kadınlık deneyiminden kaçmak için mi bir “çift cinsiyet” sığınağı yaratmıştı Woolf, yoksa kadınlık-erkeklik bölgelerini keskin bir bıçakla ayıran bir büyük bölünmenin acısından mı kaçıyordu?
7 Mart Pazar günü çevrimiçi yapılacak etkinlik herkesin katılımına açık.
tante rosa’nın içinde bir türlü susturmayı başaramadığı bir prenses ve doludizgin koşmak isteyen atlar var; dünyaya açılan bir beden ve cinsellik. kuşak kuşak rosa.
Rusu Ciobanu, bir sanatçı olarak destek görmekle otoriteler tarafından yıldırılmak arasındaki gelgitte durmaksızın dümen tuttu.
Bugünün teknolojik gözünün gördüğü ve gösterdiği imajlar hakikatin neresinden bakarlar? En nihayetinde hakikat bir sızıntıdan, hem kurmacadan hem de gerçeklikten kuvvet almaz mı?
Kadınların gündelik işleriyle sanat arasındaki kalın sınırı yıkan bir modernizmin başlatıcısıydı Woolf