Zeynep Kayan’ın tekrar kavramı etrafında şekillenen “sandalye ile ikinci kez” başlıklı kişisel sergisi, sanatçının yakın zamanda Rijksakademie’deki misafir sanatçı programı sırasında ürettiği işlerini bir araya getiriyor. Sergide, sergiyle aynı adı taşıyan üç kanallı bir video yerleştirmesinin yanı sıra çamura bulanan iplerin tavandan sarkıtıldığı mekâna özgü bir yerleştirme, manipüle edilmiş veya prova görüntülerinden seçilmiş fotoğraf baskıları ve bir ilk olarak sanatçı tarafından kaleme alınmış bir şiir-hikâye yer alıyor. Bu yazıda, sergi vesilesiyle Kayan’ın sanat pratiğine ve son dönem üretimlerinde hareket ve performansın kazandığı yeni biçimlere eski ve yeni çalışmaları üzerinden bakmaya çalışacağım.
Ben, ailesiyle neredeyse hiç ilişkisi olmayan, yolu hiç tarikatlerden geçmemiş Müslüman bir kadın olarak bu kadar zorluk yaşıyorsam, bu kadınların feminizmin gerçek birer öznesi olması için atmamız gereken çokça adım var. Bu adımların aciliyetine, Türkiye’nin geleceğine ve gerçek bir “helalleşme” yaşamayı sağlayacak zemini kurmamız gerektiğine inanan feministler, oralarda mısınız?
Yaklaşık otuz yıllık gazetecilik ve siyasi analistlik kariyeri boyunca Josie Fanon’un dikkati hep Filistin’in üzerinde oldu.
Bugün Medeni Kanun’u, tekil bir perspektiften, sadece çokeşlilik ve nafaka meselesiyle tartışıyoruz. Tartışmayı yürütürken, siyasal iktidarın kültürel kodlarının sesini çok sık duyuyor, medeni hakların bu toplumun kadınları için fazla ve bol olduğuna dair eksik ve yanlış anlatıya maruz kalıyoruz. Halbuki bakmamız gereken yer, bu hakları kazandığımız kadın mücadelesi olduğu kadar, bu hakların hiçbiri kayıt altında değilken ve devlet bütün kurum, kuruluş ve görevlileriyle kadınların üstüne gelirken dahi kadınların aynı haklar için verdikleri tekil mücadeleler.
Müzelere pek meraklı biri değilim. Cis-heteronormatif beyaz erkeğin sanat yapıtına karşı ilgisizliğim ve uçuk giriş ücretleri elbette bu durumun başlıca sebeplerinden. Oysa kapalı mekanların, yani giriş-çıkış kapısı olan yerlerin aksine sokak, üretimleriyle sizi bir anda yakalayabiliyor. Feminist bir yaşam sürmek kitabında Sara Ahmed’in söylediği gibi, eğer bir kapı varsa, kapı bekçilerinden de bahsedebiliriz. Bu açıdan grafitinin bekçisiz bir sanat olduğu kanısındayım. Grafitiye dair ilgimin yoğunlaşmasında Seyit Aytekin ile sohbetlerimiz etkili oldu.
Bridgerton gibi yapımlar, öyle ya da böyle kadınlık deneyimlerimizi sadece geçmişe bakarak değil şimdinin alışkanlıklarına, düşünce biçimlerine de bakarak güncellemek için bir fırsat veriyor.
“Hafıza sahası”ndaki mücadelede, bir müze, unutturmanın, silmenin enstrümanı olarak iş görürken bize düşen, onun sustuklarını tekrar tekrar söylemek: Bu coğrafyada sadece Türk anne ve çocuklar yok. Burada yaşamış, sürülmüş, zorla kaybettirilmiş, soykırıma uğramış, katledilmiş, planlı saldırılarla kovulup arkalarında kalan her şeye el konulmuş, yetim bırakılmış, kuyulara atılmış, yakılmış, köy meydanlarında kurşuna dizilmiş, kentlerin orta yerinde arkasından vurulmuş, tanklarla ezilmiş, cenazesi sokakta bekletilmiş, cenazesi buzdolabında saklanmak zorunda kalmış, kuşaklar boyu taşıdığı acıyla ve yine de diliyle, kültürüyle hâlâ var olma mücadelesi veren ve böylece yaşayacak anne ve çocuklar var.
Ana akım muhalif arzu ise Filistin ve Israil boykotu gündeminden tamamen kopuk, Türkiye’nin bir şekilde yarışmaya dönmüş olmasından duyulan nostaljik bir heyecanda cisimleşiyor.
Dogo, 6 Şubat depremleri olduğunda Hatay, Samandağ’da yaşayan, iki çocuk ve biri kadın, diğeri erkek, iki yetişkinle birlikte yaşayan, 6 aylık bir köpek. Yaşadığı apartmanın enkazından canlı çıkmış 4 candan biri.
Film kapanırken Lia, Tekla ile sokakta karşılaştığını ve onun sevgilisiyle yaşadığı bol çiçekli, bitkili evine gittiğini hayal ediyor. Yeğeniyle trans bir kadın olarak açıldığı için kurmadığı, toplumsal baskıya yenik düşen ilişkilerini toparladığını hayal ediyor ve aramaya devam ediyor. Yolda olmanın, denemenin, öğrenmenin asıl mesele olduğunun altı çizilmiş oluyor böylece. İstanbul, o yakadan bu yakaya geçilen, beş benzemez insanın karşılaşıp bir araya geldiği, kaosun hüküm sürdüğü böyle bir şehir ne de olsa…