Hayatı olabildiğince aracısız yaşama hali neye benziyor(du)?

KÜLTÜR

Analog Dünyanın İzinde

Yukarıdaki elle hazırlanmış ilanı Fındıkzade’de tramvay caddesi üzerindeki bir bankamatiğin yanına yapıştırılmış vaziyette buldum. Ve elle hazırlanmış, bireysel çabalarla dolaşıma sokulmuş bu eski usül suç duyurusu/kolaj; tipografisiyle, tasarımıyla, içinden geçmiş olduğu meçhul yolculuğuyla aklımda içinde yaşadığımız ve geride bıraktığımız zamana dair öyle çok şey üşüştürdü ki bankamatik sırasında arkamda bekleyen adam hatırlatmasa çektiğim parayı orada bırakıp gidiveriyordum.Tarifi zor ama belki ipuçlarıyla bende yarattığı hissi okuyanlarda da yaratabilecek, henüz tam kavramlara oturmamış algısal şeylerden bahsediyorum. İlanda diyor ki “Eşref Ateşin tesbitinde aranan şahıslar. T.C. bilgilerimi kullanarak bankalara borçlu gösteren şahıslar olduğunu ifade ederim tapu kayıtlarımı ve sigorta kayıtlarımı çalarak yanılgı veren şahıslar olduğunu ifade ederim Niğde Ulukışla Şıhömerli köyü Adana takibi Abdülkadir Karakaya ve Abdülkadir Konukçu hırsızlıktan aranıyorlar.” Belki de akli melekeleri yerinde değil bunu hazırlayanın. Ama önemli olan bu değil, bu ilan bana başka şeyleri hatırlatıyor; dijitalleşme öncesi dünyayı. İnsanın yaptığı şey (her neyse) onunla daha çok hemhal olduğu, elini, gözünü, zihnini bir şeyler yapmak için daha çok birleştirdiği zamanları. Nedense yüksek, gür ağaçlarla dolu, birilerinin bir şeyler de ektiği ama “çevre düzenlemesi” kavramıyla tanışmamış bir bahçesi olan eski bir apartmanı hatırlatıyor.

 

İnsanın gündelik hayatını mümkün mertebe kendi zihnine, hafızasına, ellerine, ayaklarına, gözlerine dayanarak idame ettirmesinin ve bu gündelik hayat içerisinde bazı şeyleri oluşturmasının büyük bir otonomluk sağladığını düşünüyorum. Bu dünyaya, kelime tam karşılamasa da analog fotoğraf ve dijital fotoğraf ikiliğinin bana düşündürdüklerinden hareketle analog dünya diyorum. Bu analog dünyanın sağladığı otonom, bağımsız (doğaya değil de tedarikçilere, aracılara, alanında uzmanlaşmışlara, hizmet sektörüne bağımlı olmamak) oluşun yanısıra bir de bütün hissetme hali var sanki. Yani hayatı olabildiğince aracısız yaşama hali. Kendi evini yapma (bu bir gecekondu da olabilir) kendine iyi gelecek şifayı eczanede değil de söz gelişi, çayırdan topladığı nanede, kekikte, biberiyede bulabilme, kent koşulları söz konusuysa örneğin resmin sahibi meçhul tasarımcı gibi kendi ilanını kendi tasarlama ve asma. Yani seni ilgilendiren süreç veya şey her neyse mümkün mertebe başından sonuna kadar ona dahil olma. Sanırım bu, hayata teknolojinin ve dijitalliğin uzaklaştırdığı bir bütünlük, bir her şeyi başından sonuna takip edebilme ve müdahil olabilme hissi katıyor. Aynı zamanda en azından mikro düzeyde (çünkü global dengeleri falan işin içine katınca durumun rengi değişiyor, o yüzden gündelik yaşam düzeyini ele alarak) kendi hayatının daha bir faili olabiliyorsun.

 

Oysa şimdi, bir şey yapmak istediğimizde, bu büyük ihtimalle karşımıza satın alabileceğimiz bir ürün, para karşılığı satın alabileceğimiz uzmanlaşmış ve sıradan insandan kopmuş bir bilgi veya hizmet olarak çıkıyor. Hafıza, zihin, beden hareketlerinin gerektirdiği koordinasyon ve önceki nesillerden aktarılan bilgi ve deneyim azalıyor (ama paraya ihtiyaç artıyor). Teknolojinin imkanlarını ve değişik profesyonel alanlarda sıçrama yarattığını (bir mimari bina planını program kullanarak veya el ile hazırlamayı karşılaştırın) yadsımıyorum (yine de bu ikisinin insan zihninin öğrenme kanallarını farklı açılardan harekete geçirdiğini, örneğin el ile hazırlanan plan ile kişinin zihnine bazı becerilerin mıh gibi kazındığını düşünüyorum) ama mikro düzeyde bizim insan olarak kendimizle koordine hareket etme halimizi azalttığını ve bir anlamda bizim için her şeyi yaparak bizi çocuksulaştırdığı kanaatindeyim.

 

Bir plazadaki işimden çıkıp arabamla süpermarkete uğrayıp yemek pişirmeye zamanım olmadığı için kesilmiş doğranmış hazır salatalardan alma hissinin tam tersi bir oluş bu bahsettiğim. Mesela bir afiş hazırlayacaksak Google görsel dolu; pek çok program ile el kol kullanmadan yazıyı basıveririz. Sonra aracı bir kimse veya şirket de bizim yerimize onun dağıtımını yapar. Yani hayat kolaylaşıyor ama bir yandan belleksizleşiyor. Diğer ucunda ise çocuğuna kendisi bir oyuncak yapmaktan tutun da, kışı planlayarak salça hazırlamak (bir sonraki mevsimi düşünerek gıda tedarik edip işliyorsunuz, böyle bir zamansal planlama yok oldu), gerekirse photoshop öğrenip kendi afişini tasarlamak, yaşadığı yeri temizlemek ve sonra o temiz evde bulunmanın haklı gururunu ve rahatlamasını yaşamak, yaşadığı yerdeki tadilatları yapabilmek, bir ürün geliştirip sonra bunu kendin kapı kapı dolaşıp satmak var (herhalde en son babamın neslinde mümkündü bu; şimdi üretimden pazarlama aşamasına kırk türlü aracı giriyor). Yani kısacası bir işi birine yaptırmak veya satın almak yerine öğrenip kendin yapmak.

 

Bu saydıklarım illa bu şekilde yapılmalı, en doğrusu bu hissiyle saymıyorum bunları ama sanki artık biten bir çağın ardından bakıyorum ve neyin farklı olduğunu ve farklı olan bu şeyin bizim ruhsallığımızı ve yaşamlarımızı nasıl dönüştürdüğünü anlamaya çalışıyorum. Belki kendi hayatının zanaatkarı olabildiğin bir çağın uzaklaşması. Giderek popülerleşen DIY (do it yourself- kendin yap) projeleri ve kırsala dönüş fikri belki de sindirmekte zorlandığımız bu fazla bölümlenmiş-profesyonelleşmiş-hijyenikleşmiş yaşamlara dolaylı bir tepkidir. Elbette halihazırda içerisinde bulunduğumuz mekanizma bunu da kendi bünyesine katarak (mesela DIY projeleri ücretli “workshop” halinde pazarlayarak yeni bir aç-tüket haftasonu etkinliği ve instagramlarımıza şenlik halinde bize geri veriyor) sulandırıyor ve bu duruşların-oluşların radikalleşerek hayatımızı dönüştürme olasılığını azaltıyor. Şehirdeysek ve çalışıyorsak ister istemez zamansal ve mekansal olarak planlı bir şekilde bölümlenmiş hayatlarımız (saat dokuz beş arası işteyim, sonra iki saat spor/kurs’tayım, sonra evdeyim) oluyor ve bu düzeni yadsımak da gerçekçi olmayabilir. Ben yine de içerisinde bulunduğumuz mekanizmanın çatlaklarından sızabilecek güçteki algılarımızın kapılarının dünyayı daha bütüncül hissetmemize ve ellerimizin zihnimiz ve gözlerimizle birleşerek zanaatkar hayatlar üretmesine oynuyorum bahsimi.

YAZARIN DİĞER YAZILARI

KÜLTÜR

YBüyük Yuva*: İstanbul’da Dönüşüme Beş Kala, Eski Akrabamız İMÇ’ye bir Ziyaret
Büyük Yuva*: İstanbul’da Dönüşüme Beş Kala, Eski Akrabamız İMÇ’ye bir Ziyaret

Unkapanı’nı 90’lı yıllara denk gelen çocukluğumun filmlerinden, genç şarkıcılara kaset yapan müzik yapımcılarının vahası olarak biliyorum. Epey bir süre de aklımdaki bu imajı değişmedi. Yıllarca otobüsle önünden geçerken cazibesiz büyük bir kütle olarak algıladım onu.

MEYDAN

YKişisel Tarihim İçinden Türkiye Haysiyet Haritasının Bir Kesiti
Kişisel Tarihim İçinden Türkiye Haysiyet Haritasının Bir Kesiti

Hayatımız boyunca içine girip çıktığımız çeşitli kurumlar ve çatılar, kendi içlerindeki öznelere nasıl haysiyet konumları aftediyor? Yaşayanların ve bazen de ölenlerin haysiyetlerinin başına neler geliyor?

KÜLTÜR

YUmut Veren Portreler: Gazhane
Umut Veren Portreler: Gazhane

Bugün halka kavuşmuş bu endüstriyel miras alanının arka planında hem gönüllülerin hem akademisyenlerin hem de pek çok öğrencinin emeği var.

KÜLTÜR

YBüyük Yuva*: Kaosun Ev Sahibi, Bit Pazarı
Büyük Yuva*: Kaosun Ev Sahibi, Bit Pazarı

Hayatımda pek çok şey değişirken içimdeki kaosu bit pazarına devrediyorum.

Bir de bunlar var

Beatles’ı Yoko Ono Dağıtmamış (Kaynak: Paul)
Yabancı Dilde Filmlerin Unutulmaz Yönetmeni
Kolay, Hızlı ve Lezzetli Makarnanın Peşinde: Makarna Kardeşliği

Pin It on Pinterest