Rüyada ünlü görmek neye delalettir? Dünyanın çeşitli yerlerinde rastladığı insanlara rüyalarını soran gazeteci Roc Morin, Hindistan’da dinlediği tanrılı ve tanrıçalı rüyaların konu olarak çok benzerlerine başka ülkelerde de rast geldiğini, fakat bunlarda tanrı ve tanrıçaların yerini ünlülerin aldığını yazıyor. Tanrı olmakla şöhret olmak arasında bağlantıyı ilk kuran o değil elbette. İdol, diva gibi kelimeleri ve günümüzde kimler için kullanıldıklarını hatırlamak yeterli.
Asif Kapadia’nın belgeseli Amy, öncelikle Amy Winehouse’un motivasyonunun hiçbir zaman tanrı olma arzusu olmadığını, asıl ilgilendiğinin müzik olduğunu berraklaştırmak istiyor. Filmde hem Winehouse’un televizyon röportajlarındaki demeçleri, hem de yolunun kesiştiği müzisyenlerin “tanıklıkları” bu konunun altını tekrar tekrar çiziyor. Henüz çok ünlü olmadan verdiği bir TV röportajında şöyle diyor Winehouse gülerek: “İnsanlar beni tanıdıkça tek işe yaradığım şeyin müzik yapmak olduğunu zaten anlayacaklar.” Başka birinde, “star olmaya çalışan bir kız değilim, müzisyenden başka olmaya çalıştığım bir şey yok” diyor. Amy’nin birlikte grup kurmayı planladığı The Roots davulcusu Questlove, Winehouse’un müzikal bilgisini ve tutkusunu “tam bir caz züppesiydi, benden beterdi. Sürekli ‘şunu dinle, bunu dinle’ diye şarkılar gönderiyor, bilmediğim sanatçılar hakkında bana ders veriyordu” diye anlatıyor. Belgeselin ilk sahnesi ergen Amy Winehouse’un öğrenci evlerinin antresinde, daha o zamandan emsalsiz sesiyle arkadaşının amatör kamerasına komik suratlar yaparak iyi ki doğdun şarkısı söylemesiyle başlıyor zaten. Bir dakika, diyor böylece yönetmen: Ölümden, alkolden, Blake’ten, uyuşturucudan, paparazzilerden, çöküşten, bunların hepsinden önce başka bir şey vardı. Amy’nin müzik aşkı. Kapadia belli ki seyircinin yanında getirmiş olabileceği magazin hurcunu şöyle bir dezenfekte etmek istiyor önce.
O hurç nasıl oluşmuştu ki peki? Rüyalarımıza kadar sızan bu yarı gerçek yarı mitolojik insanların hayatlarına atfettiğimiz anlamlara geri dönelim. Başkalarının hayatı üzerinden kendi hayatlarımızla ilgili bildiklerimizi tasdik etmek, çözemediklerimizi çözmek, özdeşleşmek, ayıplamak, acımak, tehlikelerden haberdar olmak, yani aslında “insan nasıldır, nasıl yaşar”a bir cevap bulmak için hikâyeciklere, “gerçek kesit”lere ihtiyaç duyuyoruz. Ama huyumuz kurusun, hikâyesi anlatılanı önemsememiz de lazım. Hikâyeler hem özendiğimiz hem de kendimizden, yakınımızdan veya düşmanlarımızdan parçalar gördüğümüz insanlarla ilgili olunca işte o zaman dikkat kesiliyoruz. Magazin de bu hikâye ihtiyacını karşılayan en basit (hafif tabirle) ve en zavallı kaynaklardan. Joni Mitchell’ın bir sözü var: “Şöhret bir ismin etrafındaki yanlış anlaşılmalardan ibarettir.” Kendimizi ve en yakınımızdakileri çözmeye bazen bir ömür yetmezken tanımadığımız tanınmış insanları magazin haberlerinden çözdüğümüzü zannediyoruz. Bazen ilkini yapmaktan kaçabilmek için ikincisini yapıyoruz.
Bir bakıma, Amy’nin prensipte magazinden o kadar farklı olmadığını itiraf etmem lazım. Hikâyesini anlattığı kişiyi “ünlü” değil de çok yetenekli ve muzip bir müzisyen olarak konumlandırmakta ısrar etmesi de belki bu sebepten; kendisini ve seyirciyi bu belgeselin magazin olmadığına inandırabilmek için. Ama Kapadia hikâyesini öyle bir içgörü, merhamet ve magazinin rüyasında göremeyeceği derinlikte sorularla anlatıyor ki bu izlediğimize magazin demek gerçekten haksızlık olur bir yandan.
O soruların en ilginçlerinin Kapadia’nın güvenilir anlatıcı olarak seçtiği bazı eski dostlarının ikilemlerinde belirmesi benim için sürpriz oldu. Mesela size gerçekten ihtiyacı olduğunu bildiğiniz fakat artık bir araya gelmeye, iki kelime etmeye tahammül edemediğiniz can dostunuzu ne yaparsınız? Menajerliğini yaptığınız kişi müthiş bir sanatsal başarının eşiğindeyken zamanlamanın onun saadeti için aslında çok yanlış olduğunu fark ederseniz bir dünya klasiğini engelleme pahasına onu durdurur musunuz? Arkadaşınız en görkemli ve sükseli gecesinde sizi kenara çekip bir cevap beklercesine uyuşturucusuz her şeyin sıkıcı geldiğini itiraf ederse ona bu anlamadığınız dünyalar hakkında ne tavsiye edebilirsiniz? Manipülatif eğilimleri olan, zehir gibi akıllı ve etkileyici arkadaşınıza ne öğüt verebilirsiniz?
Kayıkta Tek Başına
Sorular bunlarla kalmıyor tabii. Kalbinizi yerinden oynatanın “tam bir yanlış insan ama özünde iyi çocuk” olduğunu bilmek aşkın o tatlı ödülüne direnmeye yeter mi? Kendi anne-babanızın, tüm sevgilerine rağmen bazı konularda size çare olamayacağıyla, onların farklı kusurları ve yetersizlikleri yanında kendi kusurlarınızla nasıl yüzleşirsiniz? Söz konusu depresyon veya bağımlılık gibi meseleler olduğunda bu dünyada herkesin tek kişilik bir kayıkta kendi küreğini çektiği gerçeğini nasıl kabul ederiz? Amy’nin derdi dert anlayacağınız. Ve film, esas vurgusunu bu evrensel dertlere yapıp şöhreti asıl sorunların çözülmesini zorlaştıran, geciktiren bir baş ağrısı olarak anlatmaya özen gösteriyor.
Kapadia’nın belgeselinin bütün bu olan bitene attığı dürüst ama şefkatli bakışı, filmin sonlarına doğru Tony Bennett şu sözlerle özetliyor aslında: “Yeterince uzun yaşarsan hayat sana nasıl yaşanacağını öğretiyor zaten.” Amy’de sonunu bildiğimiz bir hikâyeyi rüyamızda izliyor gibiyiz biz de, direksiyonu çevireceği o ânı yine de bekliyoruz, umuyoruz. Film kimseyi idam etmeden o ihtimalin nasıl adım adım tükendiğini anlatırken bile.
*Duygu Aytaç’ın yukarıdaki yazısı Altyazı‘nın Eylül 2015 sayısında yayınlandı.
**Amy geçen hafta vizyona girdi, gösterim tarihleri için tıklayınız.