Diziyi Tarihin Arka Odası gibi devamlı geriden takip etmeye dayanamadığım için bu hafta özellikle kendim için korkunç bir şey yaparak iki bölümü bir yazıya sığdırdım. Daha doğrusu sığdırmaya çalıştım ve bilanço ağır oldu. Okurken fışt kaydır tabii ama hazırlarken sırf görselleri sürü gibi bir araya katması bir saat alıyor, haberiniz var mı? (…ve Kuzey’in annesine dönüşmüştü) Yanınıza su, kraker filan alın, sağdaki scroll tuşunun miniminnacık olmasının yıldırmasına ASLA izin vermeden okumaya başlayın ve lütfen bilin ki, gerçekten en kötüsünü gene kendime yaptım. Dizi görüntüsü ayırırken harcadığım saatleri yarın masamda, Pulitzer ödülü olarak bekliyorum. (Yeterince söylersem olacak —> işte vazgeçemediğim başarı reçetem)
Kemanın akoru tamam mı? Başlıyoruz…
YEDİNCİ BÖLÜM: Kıyılamayan Sarışınlar ve Sıcak Saatler
Yedinci bölüm FrankeşKyle’ın hayatta olduğu zamana dair bir geçmişe dönüşle başladı. İşte arkadaşları dövme yaptırırken “Ben dövme istemem, çünkü iyi biriyim ve hayallerim var” filan yapıyor ve ŞAK günümüze dönüş: FrankeşKyle arkadaşının o gün yaptırdığı, bugün kendi bacağında duran dövmeye bakıp anırarak ağlıyor. Gençlikte kötü dövme yaptırmış olmaktan daha kötü bir şey de arkadaşının yaptırdığı kötü dövmenin kabarık hesap gibi senin üzerine kapanması herhalde. Kyle artık bütün uzuvlarının kendine ait olmadığını yavaş yavaş anlıyor. Zoe de sarışının karşısında iyice aciz, iyice SüngerBob olmasına dayanamadığı için Kyle’ı öldürmeye karar veriyor:
…Ama sarışına kıyamıyor. Sarışına kıyılır mı? Morgdan toplamışsın, solarken diriltmişsin… Kıyamazsın.
Geçen haftadan beri Madison’ın hayata dönmesinin tatlı heyecanını yaşıyordum. Benim kıyılamayan sarışınım, çabuk ağzı, serbest öfkesi ve beklenmedik dayanıklılığıyla miniskül yaşında hem doğaüstü güçlerini hem şöhreti omuzlamayı bilmiş Madison’ım ölümden de kendi tarzında döndü: Evin içinde ecinni gibi sürünürken kısa hayatının dramatik bir muhasebesini yaparak. Madison konuşmasına “Aids salgını ve 9/11 arasında bir yerlerde doğdum. Bize Y kuşağı diyorlar, acıya duyarsızlığımızla ünlüyüz. Bizim kuşakta herkes sırf yarışmaya katıldı diye ödül aldı, belki durumumuzu bu açıklar. Ama bizi sanırım biraz da Twitter böyle yaptı” diye başlıyor. Tabii bunlar Madison’ın hastalığına başka, daha üst kuşaktan birinin (yani senaristin) taktığı teşhisler. Fakat bence Madison’ın hayattayken tekil (ve belki de kuşaksal) olarak mustarip olduğu asıl hastalık ergenliğin yitimiydi. Madison’ın ergenliği yoktu, sevimli pembe çocukluktan makinayla küçültülmüş, dayanıklı bir yetişkin ünlüye evrilmişti. Asıl sorun buydu. Madison’ın belki de ilk defa içindekileri döktüğü bu konuşmanın en vurucu bölümlerini GIF biçiminde küçük bir şiire dönüştürdüm:
Yanisi ben bu ikinci hissiz hayatının Madison için eşsiz bir ergenlik fırsatı olduğuna inanıyorum. Belki monoloğun bu kadar dramatik, böyle ergen günlüğü gibi olmasının bir sebebi de budur – Belki hayatın yükü omuzlarından kalktığına göre Madison gerçekten ve gerçek anlamda büyüyebilecektir. Ben umutluyum.
Delphine ve Queenie ise gece gece arabada ıslak hamburger keyfi yaptılar:
Geceyi ölümsüz bir ırkçıyla Kızılkayalar’da kapattığına Queenie de oldukça şaşkındı. Fakat ikisinin de neşesi LaLaurie’nin Queenie’ye siyah olduğu için cadı koveninde kendini asla kabul ettiremeyeceğini ööööylesine söyleyivermesiyle söndü. Queenie’yi bu kadar bozan yüzyıllar öncesinin iğrenç zihninden gelen ve hakaretamiz olması da amaçlanmamış bu yorumun hala geçerli olduğunu farketmesiydi sanırım. Sessizce kolasına sarıldı. Üzücü bir andı.
Bu sahne öncelikle adı sebebiyle benim aklıma çok sevdiğim bir şarkıyı getirdi, paylaşmazsam olmaz:
Özellikle sözlerin şu bölümünü ise Queenie ve Delphine’in imkansız dostluğuna ithaf ediyorum:
Geceleri seni kaşıyan şeytanların varsa
Ve kalabalıklardan değil de yalnız bir kişidense çekinmen,
Onların oyununda kazanacak kadar aptal değil ama
Oyunu aptallaştırıp kapacak kadar akıllı da değilsen,
Durum siyah ve beyaz, gece gökyüzü gibi.
Queenie arabanın ıslak camlarına bakarak makus talihini düşünedursun, Cordelia’nın kocası ise evden kovulmasının acısını Büyük Cadı Avı hazırlığıyla çıkardı. Ama tabii ki bunu da ağlayarak yaptı. Başka türlüsüne mizacı müsait değil çünkü.
Cordelia ise karanlıkta yürürken hayata geri döndüğünü bilmediği Madison’a yanlışlıkla çarptı (ev ev değil ki, günah deposu) ve yeni elde ettiği dokunmatik güçleri sayesinde Madison’ı Fiona’nın öldürdüğünü gördü. Evde hayalete çarpmak ve kendisini annenizin öldürdüğüne vakıf olmak: İşte arkadaşınızın aptal Çince dövmesini kendi bacağınızda bulmak kadar büyük ve etkileyici bir dram. Bu esnada Cordelia’nın affedemediği sarışını, annesi Fiona ise Baltacı’yla kirloş bir dairede çılgın anlar yaşamaktaydı:
Robichaux akademisinde kendini bir türlü evinde hissedemeyen Queenie, Laveau’ya bir ziyarette bulundu. Ziyareti şu şekilde özetlememe izin verin:
Madison’ı Fiona’nın öldürdüğünü, ama daha önemlisi, Madison’ı Fiona’nın neden öldürdüğünü şıp diye anlayan Cordelia, haberi gerçek Süprem varisi Zoe’ye çıtlattı. Dahası Süpremsavar annesi konusuna bulduğu çözüm oldukça basitti:
Zoe Süprem’in kendisi olduğuna mı şaşırsın, Fiona’nın cinayet planına mı bilemezken odasında kendisini daha enteresan bir manzara bekliyordu. Aşağıdaki gif biraz olaylı, ofisteyseniz filan ya kapatıp akşam bir kadeh şarap ve hafif müzik eşliğinde gene ziyaret edin, ya da ekranı ceketle örtüp altına filan girin:
Kyle ve Madison! Haddddddi canım. Madison emekliliğin tadını çıkarıyor valla. Bu arada küçük bir objeleştirme notu düşersek… Şapşal Kyle’a bir de bu açıdan bakın, heh heh. Kızların Kyle’ı baştan yaparken verdikleri kararların çoğu oldukça doğru ve yerinde görünüyor. Morg karanlığında nasıl buldurmuşlarsa her şeyin iyisini seçmişler valla. Helal olsun kızlara, helal olsun emeklerine. İnsan hayret ediyor.
Bu noktadan sonra dizi izleyenine acımadı, vurdu babam vurdu. Olanlar sırasıyla şöyle:
– Zoe’nin geçen bölümde tavanarasında rastladığı Ouija tahtasının yanındaki kutuda ne bulduğunu öğrendik: Spalding’in büyülü ve hala capcanlı, kesik dili. Neeee! Madison’ı Fiona’nın öldürdüğünden emin olmak isteyen Zoe bu dili Spalding’e geri takmayı başardı. Spalding’in diline doğruları konuşturduğundan emin olmak için de bir çeşit doğruluk büyüsüyle (Eski dili kesikler Veritaserum diye de bilirler) kendisine suçun Fiona’ya ait olduğunu söyletti. Sonra ne mi oldu?
Üzüldüm diyemeyeceğim. Güle güle Spalding, güle güle iğrenç bebekli çaylı sapık ortamın. Hizmetin de saplantıların kadar şüpheliydi, esen kal. Bu akademide sensiz de yaşanır beyim.
– Bölümün beklenmedik darbelerinden biri Baltacı’nın gaza gelip Fiona’ya Robichaux akademisindeki hapislik dönemi sırasında Fiona’yı çocukluğundan beri izlediğini ve kendisine senelerdir sapkın bir bağlılık beslediğini anlatmasıydı. Spalding’in gidişiyle boşalan iğrençlik kotası gene yapış yapış taşmıştı. IYYYY.
Fiona’nın “Biraz da kendimi canlı ve sağlıklı hissedeyim” denemesi de buraya kadardı. Hırçınlık yaptıysa da bakmayın, Baltacı’nın da kötü, hatta en az kendisi kadar kötü olabileceğini düşünmek hoşuna gitti, belki bu ilişkiye bir şans vermeyi düşünmesine sebep oldu. Haydaa. Galaksinin en yüklü One Night Stand’i diye herhalde buna denir.
– Sonra… Sonra lafa nasıl gireceğimi bilemiyorum. FrankeşKyle ile hayatı… keşfederken Zoe’ye yakalanan Madison, genç Süprem’e ilginç bir teklifle bulundu. Kısaca kendisine hayat çok kısa ve de sonsuz… neden güzellikleri paylaşmayalım ki, gibilerinden, FrankeşKyle bu yükü kaldırır, gibilerinden, şimdi aşk zamanıdır, gibilerinden…. BİR ŞEYLER DEDİ İŞTE.
Belki de gelen Süpremliğin ayak sesleriyle daha maceracı ve cesur olmaya başlayan Zoe ise… olaya sıcak baktı. Sımsıcak baktı. “Yarım FrankeşKyle sıfır FrankeşKyle’dan iyidir” diye düşünmüş olacak, fikri kendisininmiş gibi benimsedi. Valla gençler eğlenmesini biliyor.
– Queenie’nin LaLaurie’yi kuaföre götürme bahanesiyle kandırıp (çünkü hayattaki bir çok kandırmaca kuaförde başlar) gerçekten de Laveau’nun eline vermesi! Laveau eline geçen organik LaLaurie ile ne mi yaptı? MAKYAJ. 5Harfliler okuru Sezgi’nin de muhteşem biçimde özetlediği gibi:
“Canım bunun bi ton açığı var mı?”
Yok. Çünkü bu dizide herrrrrr şey karanlık, canavar kalbi gibi kardeşim. Zevkten resmen içim kamaştı.
Şimdiiiiii…. Ezanız bitmedi.
Gelelim sekizinci bölüme.
SEKİZİNCİ BÖLÜM: Öğretmenim Kyle Arkadaşımız Hırıldamayı Öğrendi
Sekizinci bölüm olay açısından zayıf, pahada ağır oldu ve açık kabloları birbirine bağlamakla geçti. Aldığım görüntüler çeşitli Türk dizi sitelerinin (KÖH KÖH) kapanması yüzünden bu hafta altyazısız, bunun için kime teşekkür edeceğinizi biliyorsunuz. Ama biz başlayalım. Sanırım bölümün teması zalim-kurban ilişkisi ve bu iki rolün ne kadar çabuk birbirine girebileceği üzerineydi, neredeyse bütün karakterleri bu rollerin ikisini de ziyaret ederken gördük. Bölüm, Zoe ve Madison’ın Queenie’yi olmadık bir yerde, Laveau’nun kara büyüsü için kötülük dolu bir kalp avlarken bulmasıyla açıldı:
Queenie kızlara hangi safta olduğunu açıkça belirtti. Sözleri açık olmasına açıktı (“Savaşa hazırlanın, orospular!”) ama acaba kendi kalbi ne durumda? Queenie’nin Laveau’nun “Onlar seni hiçbir zaman kabul etmediler / Sen buralısın” türküsünü ne kadar çabuk yuttuğuna bazen şaşırıyorum. İşin aslı Queenie bir manipülatörden diğerine, el değiştirdi malesef. İstediği kadar kalp deşsin, Queenie’nin içi gene rahat değil – Çünkü açıkçası etrafı manyakla dolu, kendi de hissediyor olmalı. Birileri için yeteneği kadar kıymetli olana kadar da içinin rahat etmesi mümkün değil. Kafesinde babacım ciccik, babacım çapkın’la meşgul LaLaurie Queenie’yi ne zaman yalnız yakalasa o da dayıyor manipülasyonu acımadan:
LaLaurie’nin kolalı hizmetçi yakasını çekince düzeldiğini düşünmemiştik elbette. Ben kendisinin muhteşem ve eksiksiz bir psikopat olduğuna inanıyorum. Kadının kurduğu kör topal bütün ilişkilerinde kızlarıyla olan hastalıklı çekişmesini yaşatmaya başlaması için sadece bir tarafın eskaza kafese (ya gerçek, ya soyut) düşmesi gerekiyor, LaLaurie gerçekten yalnızca ya zalim olmayı, ya zulümden kurtulmaya çalışan kurban rolünü yapmayı öğrenmiş. Laveau’nun eline düşünce tam bir Türk dizi annesi gibi Queenie’ye masif duygu sömürüsüyle yürümeyi anında bildi. (Sen en iyisi yaptığın şeftalili turtayı oyduğun tek bir göze say Delphine Başkan) Fakat Laveau bu duygu sömürüsünü yolunda durdurur:
Gelelim komşu evine. Tekrar tekrar gördüğümüz gibi, bu sezonun annelik ve anne-çocuk ilişkisiyle ilgili çok büyük bir derdi var gerçekten, bir sürü ayrı karakter üzerinden aynı duygusal yıkımı fotoğraflamaya çalışıyor. Sekizinci bölüm için olayda hafif, pahada ağır derken de bunu kastediyordum. İnsanın içini kıydı, kıydı, kıydı – Artık “Şimdi herkes köşesine gidip ne yaptığını düşünsün” diye bağırtana kadar. Yılın annesi demişken, manyak komşu Nan’le olan yakınlığı yüzünden kızdığı oğluna öyle NE YAPTI arkadaşlar?
Gerçekten o cezanın teknik kısmını pek anlamadım – yorumlarda bir temsilci arkadaşımız o küvette neler olduğunu bana açıklayabilir mi, su torbası ve hortum Google’lamak istemiyorum şimdi gece gece.
Tabii bir yanda Queenie’nin Laveau safına geçmesi ve ruhen tokat manyağı olması sürecinde arada olan da Fiona’nın palavraları ve Queenie’nin yardımı sayesinde kazıkta cayır cayır yanan Myrtle’a oldu. Myrtle ise Misty’nin toprağından ayçiçeği gibi tekrar doğduğunda epey yorgun görünüyordu, ama ölü toprağını üzerinden çabuk attı diyebilir miyiz? (Keh keh)
Cordelia’nın mıymıntı ve tüfekli kocası (mıy mıy mıy mıy ses efekti eşliğinde) büyük Cadı Avı’na başladığı için (adamın o katlanılmaz ifadesini AK47 bile çözmüyor, çözemiyor) Misty ve Myrtle çabucak kulübeden kaçıp akademiye sığınmak zorunda kaldılar. Ama iyi yaptılar, son eklenti Myrtle ile evdeki ölüp geri gelen sayısı yuvarlanmış oldu resmen. Robichaux’nun akademisi baloncuklu geri dönüşüm kutusu gibi bir şey, içindeki her canlı ölümden geri dönmeyi tadıyor… Üstelik çoğu da az çok aynı amaçla geri dönüyor hiçler diyarı’ndan: Fiona’yı tahttan indirmek. Cordelia da hiç görmediğimiz bir keskinlikle annesinin ölümünün planlanmasında baş müzakereci. (Ama kazağı eksik)
Bu arada Myrtle’ın tutuşan saçlarının nasıl çabucak geri döndüğünü merak ediyorsanız, senelerdir Kuzey Kore’den kiloyla alıyormuş:
Myrtle hakikaten de kazıktan dönmeyi çok soğukkanlı karşıladı. Bu kadınlar yüzyıllardır her türlü puştluğa bıçak gibi körlendikleri için midir nedir, bir türlü şaşırtamıyorsun. Tavrı pozitif, aklı berraktı. Berrak dedim ama, Misty’i sırf kendisini geri getirdi diye durup dururken Süprem ilan etmeseydi iyiydi. Misty’nin Süprem olması Sezen Aksu’nun başbakan olması gibi bir şey herhalde – İnkar edilemeyecek bir yeteneğin olabilecek en yanlış kalıba (yanlışlıkla) dökülmesi. Fakat Misty’nin Süprem olduğu saçmalığı Cordelia’ya güzel bir fikir verdi – ilhamı da cadılık tarihinden aldılar. Daha önceki yüzyıllarda güçsüz veya hasta Süpremlerin kendi iradeleriyle (ve kendilerini öldürmek suretiyle) Süpremliği bir sonraki adaya pasladıkları hikayelerden yola çıkarak, Fiona’yı çeşitli oyunlarla intihar ettirmeye kalktılar.
Amansız hastalığı sebebiyle hiç tanışmadığı bir takım acılarla yüzyüze kalmış Fiona’yı önce Madison ziyaret etti ve sözel bir yıkıma tabi tuttu:
Madison kısaca Fiona’ya ölümden kendi kendini geri getirdiğini, yani gerçekten de yeni Süprem olduğunu, Fiona’nın kaçınılmaz sonunun da çok yakın olduğunu söyleyip odadan zıp zıp çıktı. Tabii koca karanlık çınar Fiona’yı yıkmak için kırmızı elbiseli bir 17’likten daha fazlası gerekir. Tam o sırada altın işlemeli yarım kimonosu ve eldivenleriyle Myrtle olaya dahil oluverdi… Fiona’ya olabilecek en büyük darbeyi vurmak için.
Bu arada – Fiona’nın bu bölüm ne kadar ama ne kadar çok kendine baktığını farkettiniz mi? Aynaya bakarak kanser tedavisi yüzünden hızla değişen fiziğini takip ederken aslında değişmeyeceğini gayet iyi bildiği korkunç huylarının hesabını tutmaya çalışıyor gibiydi. Böyle zor dönemlerde insanın en büyük dayanağı aslında özünde iyi ve sevilen biri olduğunu bilmek olmuyor mu? Süprem olsun olmasın – Fiona’nın elinde böyle bir lüks yok. Alımlı bir deniz kabuğu olduğunu, içindeki yapış yapış şeyleri en iyi kendi biliyor, bu noktada fiziksel güzelliğini kaybetmek Fiona için biraz daha acı olmalı.
Fakat Myrtle’ın Fiona saldırısına dönelim. Fiona’yı intihar ettirmek için Myrtle’ın seçtiği balta “Zaten öleceksin ve yalnız öleceksin, neden bekleyesin?” gibi hakikaten de cevap vermesi zor bir soruydu. Üstelik Fiona’ya geleceğinin ayrıntılı bir tablosunu da çizdi: “Senelerini çar çur harcadın. Evlenmedin, kimseye sorumluluk duymadın, bütün liderlik görevlerinden fersah fersah kaçtın. Seni çok sevdiğini söyleyen Baltacı’nın hatrına mı ölümünü ecelinle bekleyeceksin? Baltacı da seni bırakıp gidecek.” Oldukça ikna edici. Yalnız Baltacı yüz yıllık kötü ruh arkadaşlar. Fiona’ya altı yaşından beri (IYYYYYYYYY) tutkun. Zaman adamın cebinde bozuk para. Gitmezdi.
…Baltacı gitmezdi gitmesine ama, kalsa ne olacaktı ki? Myrtle bütün söylediklerinde sonuna kadar haklıydı aslında. Ne acı. Aralarındaki öksürüklü alevlerle korlanan ikinci bahar aşkı filan değil – Baltacı, Fiona’ya hayatının kendini zayıf hissettiği bu döneminde sadece bir “Ne manyaklar var ya, ben gene o kadar kötü değilim” tesellisi sağlıyor. (Kendini cadılık akademisinin duvarlarında sıkışmış kötü ruhla kıyaslayınca hep sen kazanırsın tabii) Ve ha bire yatakta terli terli dertleşmelerinden seks hayatlarından mutlu olduklarını anlıyoruz. Gene de. Fiona sevmek hediyesiyle taçlandırılmış bir insan değil. Hiçbir zaman olmamış. Baltacı’yla arasındaki şehvetli bir seninki benden kara. Etrafına dünyayı bu kadar dar etmese Fiona’nın cesur kadınlara büyüsüz dünyamızda kesilen büyük cezayla (“Yalnızlık! Yalnız kalacaksın!”) sınanmasına çok bozulurdum elbette. Fakat Fiona bütün ince çoraplı ve tehlikeli hayatını yalnız yaşamış – başka türlü bir ölümü aslında kendisi de tahayyül edemiyor artık. Ve en sonunda Myrtle’ın sözünü dinleyip bir bir yutuyor bir kamyon ilacı, ölüme yatmak için.
…TA Kİ BU GERİZEKALI GENE DELİĞİNDEN ÇIKANA DEK:
Adamı her gördüğümde kaşıntı basıyor tepemden talk pudrası boca ediyorum, elimde değil, Spalding cadı dünyasının ıslak kahverengi hamamböceği resmen. Yahu sen ölmedin mi? Biz bayram yapmadık mı? Hayalet olarak da mı aynısın, değişen olmadı mı? Hayalet Spalding, Fiona’yı dürterek duruma ve kendisine oynanan oyuna tam manasıyla uyandırdı. Hay dilin gene tavanarası kutularına düşsün de oyuncak bebeklerinle altın gününde dedikodu yapama. Iıııh.
Bu arada yayınımıza kısa bir ara vererek sürpriz sürpriz sürpriz aşkım diyelim mi:
Biliyorsunuz Madison, Zoe ve Frankeşkyle bir önceki bölümde serbest dolaşım anlaşması yapmış ve ilginç, oldukça güzel olabilecek üçlü bir ilişkiye merhaba demişlerdi… FrankeşKyle’ın dili iPad’inden dinlediği Pepee şarkılarıyla açılana ve Zoe’ye ilan-ı aşk edene kadar. Ay sen de iyi yaptın. Hepiniz dile geldiniz Kral Vj’i gibi VIR VIR VIR. Bu iki şapşal ölümü yenip tatlı, tek eşli ve Eastpak çantalı aşklarına merhaba dediler, eyvallah taş kalpli de değiliz, tamam mutlu olduk yani hayırlısı olsun. Mecidiyeköy’de büyük seçim kola mı içeceksiniz, biriniz gene ölene kadar “önce sen kapat” mı yapacaksınız gidin ne yaparsanız yapın, ama bilin ki MADISON’IMI ÜZDÜNÜZ:
Bu arada Madison’ın geçen bölüm yaptığı yarı dokunaklı, yarı acınası “Ben doksan doğumluyum / hislerim düğümlü” konuşmasından sonra ölüm sonrasının kendisine ne hediye ettiğini de üzülerek anlamış olduk. Sevmeyi, üstelik çağdaş sevme kurallarını iyi niyet ve rızayla yıkmaya çalışarak sevmeyi öğreniyordu kızcağız. Ben her şeye rağmen Madison’da özgür bir ruh, Süpremliğin ancak aşağı çekeceği başka türlü bir parıltı görüyorum. Madison sen bu salaklara bakma, bu çocuk hayattayken de, nasıl demeli, biraz yoğun, biraz kalın bir arkadaşımızdı, ölümle iyice IKEA Hemnes tarzına evrildi. Sen daha güzel, daha karmaşık ve hediyeli şeyler bulacaksın umarım hayatta.
İyi ki bölüme olaysız dedim, yan örgüler bitmiyor kardeşim. Herkese ayrı ayrı konuşma çektiğimden herhalde, tamam kısa kesip toparlamaya çalışıyorum artık. Cordelia’nın mıymıntı kocası gidip manyak komşuyu öldürdü. Bu gizemi artık bir sonraki bölüm öğreniriz. Sekizinci bölüm, Fiona’nın kapıda mutlu bir paket bulmasıyla son buldu:
Paketin içinde ne mi vardı?
Vay babam. Vaylar babam. Ne diyorsunuz? Yorgunluktan kutunun içinden yardım dilenen LaLaurie kafası gibiyim. Haftaya görüşürüz. Ya da yorgunluktan ölmüş olurum ama gene de görüşürüz… Kim bilir?