Bu hafta Şükran Günü haftası sebebiyle dizi yayınlanmadı – ben de tatili fırsat bilip iki bölümü biriktirdim. İşler kızıştı. Başlayalım.
Bölüm Axeman (BaltaAdam! Baltacı?) dostumuzun 1919 senesinde New Orleans’ı terörize etmesiyle başladı. Axeman, New Orleans’da aynı senelerde gerçekten Louisiana’yı hafif kana bulamış ve yakalanamamış bir katil. Üstelik işin ilginci, kurbanlarını genelde kendi baltalarıyla öldürürmüş. (İnsanın “balta taşımayın o zaman kardeşim” diyeceği geliyor) Okuduğum kadarıyla Axeman’in caz sevdalısı olduğu ve dizideki gibi caz çalmayan evlere girip sakinlerini öldürdüğü, biraz şehir efsanesi. Cazın genel olarak yaygınca sevilmediğini düşününce, hikayenin bu kısmı “caz mı ölüm mü, caz ölümden beter mi?” biçiminde bir sarhoş muhabbetinden çıkıp bölgeye yayılmış sanki. Fakat diziye dönelim, bizim dublaj sesli Baltacı, bölgeye yazdığı açık mektubunda ne diyor?
…ve önümüzdeki hafta hepiniz evde akşamları caz çalacaksınız, çalmayanı gelip yakacağım diyor. Peki neden caza bu kadar takıntılı? Çünkü kendisi de caz müzisyeniymiş! Bu noktada İngilizcede balta anlamına gelen “axe” kelimesinin argoda “saksafon” anlamına geldiğinin de notunu düşeyim – Axeman, hem baltacı, hem caz saksafoncusu ya. Yani kelime şakası! Vek vek vek veek (fiyasko müziği) Diğer yandan Miss Robichaux 1919 sınıfının ise şaka kaldıracak hali yok, Baltacı’nın blöfünü görmeye çoktan hazırlar.
Öncelikle Baltacı’yı tehdit mektubunun gereksiz ve yıvışık şiirselliğinden vuruyorlar:
Ve sonra üzerlerindeki Baltacı tehdidini alt etmek / bir yandan kadınların oy verme hakkı mücadelesi için ortak bir güç kuvvet konuşması yapıyorlar:
Ne yalan söyleyeyim, bu sahnelerde diziyi miziyi unutmuş, kafamda gene deli deli “Ofis açınca bu gibi romantik konuşmaları avize altında mı yaparız, balkona mı çıkarız?” düşünceleri dönüyordu.
…Sokağa dökülüp çatır çatır haklarının hesabını sormuş bu kadınlar, bayat şair Axeman’le mi başa çıkamayacaklar? Kendisini eve çağırıp bir güzel topluca bıçakladılar tabii ki. Axeman’in öbür tarafa seyahati ise biraz konforsuz geçecekti, çünkü ruhu yanlışlıkla okul binasına hapsoldu. Bir sen eksiktin. Bir yandan bu geçmişe dönüş sahnelerine bakınca, cadıların feminist olmaması düşünülemezdi elbette. Üstelik belli ki Fiona’nın felaket, hep ben tek ben önderliğine geçene dek Miss Robichaux koveninde kuvvetli bir kızkardeşlik/feminizm damarı da mevcuttu. (Fiona pasta olsa hangisi olurdu?) Bu havanın ivedilikle yerine gelmesi, akademinin camlarının açılması ve şöyle bir ferahlaması lazım.
Zoe ise çaktırmadan, belki kendi dahi farketmeden bu birleştirici ve toparlayıcı Süprem koltuğuna hazırlanıyor. Madison’ın akıbetini öğrenmek üzere tavanarasında bulduğu bir Ouija tahtasını kurcalarken, ruh telefonunun ucunda evin kadrolu ruhu Baltacı’yı buluyor. Ruhlarla iletişim konusuna aile tarihi sebebiyle daha aşina olan Queenie’nin defalarca “oynama bozarsın,” demesine rağmen Zoe, kim olduğunu bilmediği Baltacı’yla pazarlık masasına oturup kendisine Madison’ın yerini söylemesi karşılığında özgürlük sözü veriyor. Eh, Baltacı’nın arayıp bulamadığı fırsat, Madison’ın nerede olduğunu tabii ki söyleyiveriyor Zoe’ye. Bu felaket tavan arasını son görüşümüz olsun:
Zoe Madison’ı buluyor ve hayata döndürmek için Misty Day’in yardımını alıyor, ancak deli olmadığı için sözünü tutup Baltacı’nın ruhunu tahliye etmiyor elbette. Misty Day’in ise akademide bir gece kalma davetini reddetmesinin, “Siz benim insanım değilsiniz, buradan çok kötü bir his alıyorum” demesinin sebebi ne acaba? Sadece ellerinde çiçekler evde tıkışık kalan Baltacı’yı kastetmediğini varsayıyorum. Misty’nin güçleri acaba kovenin daha sofistike, okumuş yazmış görünen büyü anlayışından biraz daha farklı ve voodoo’ya mı yakın acaba – veya bilmediğimiz başka ekoller var mı diye düşünmeden de edemedim. Laveau’nun büyü tarzı, yani dizinin Voodoo’ya getirdiği yoruma az çok aşinayız, hareket, sıcaklık, müzik gibi etkilerle coşuyor. Misty’nin tam olarak ne olduğundan, ne yaptığından, dahası yaptığını nasıl yorumladığından ise emin değiliz. Misty’ninki, Robichaux’da yapıldığını gördüğümüz büyünün entrikadan ve anlamsız oyunlardan ayrılmış, daha saf, doğal bir versiyonu gibi. Bunu sadece kadın kovboy botu giyiyor bir de makyajını silmiyor diye söylemiyorum elbette, bu bölümle beraber farkettim ki Misty’nin yaptığı şeyi (ölümü geri çevirme, hayatı geri çağırma) sözle açıkladığına şahit olmadık hiç. Evet belki biraz histerik, biraz da orman perisi güvenilmezliği var, ancak kovenin ve cadılığın geleceğinde Misty’nin büyük parmağı olabileceğini düşünüyorum. Misty’nin, ve dahası ilk sezonda doktorun deli karısı olarak köşkün camlarını inlettiği “Chaaaaaaarles” bağırışlarıyla gönlüme giren Lily Rabe’in oyunculuğunun büyük hayranıyım. Bir de… Madison’ı geri getirdiği için kendisine elbette sonsuza dek minnettarım.
Bu arada Madison’ın geri dönüş işleminin temsili açıdan doğuma ne kadar benzediği sizin de dikkatinizi çekti mi? Baksanıza:
Misty ve Zoe yardımlaşarak, ittire kaktıra Madison’a hayat doğurttular sanki. Madison’ın dönüşü hangi şekilde olsa bende davul zurna kopacaktı, ama bu şekilde olması hakikaten çok romantik geldi. Dizinin belki de en sevdiğim karakteri Madison, hayat diye üzerinde topuklularıyla sendelediği nanede ikinci bir şansı sonuna kadar hakediyordu. Üstelik bu yeni ölümhayatında yasak ve kurallar olmadığı için belki onları yıkmaya bu kadar inat etmeyecek ve kendini onlar üzerinden tanımlamayacak, gerçekten ne istediğine karar verme şansını yakalayacak. Paparazzi baskısının, uyuşturucu yorgunluğunun ve güneşi güneş gözlükleriyle tıkayıp durmanın mümkün olmadığı yeni dünyasında belki Madison hakikaten kendi kıymetini oturup ödev gibi çalışacak ve bilecek. Umutlarım karlı dağlar gibi büyüktü…
…İşte prensesim hayata uyanmış ve Bay DeMille’in yakın planına hazırdı:
Ben Madison’a şiir yazarken Cordelia’nın körlükle keskinleşen gözleri ilginç şeylere sebep oldu. İlginç şeyler derken mıymıntı kocanın yediği asırlık fırçadan bahsediyorum:
Valla Cordelia giden kızılla ilgili gerçeği öğrenmese daha iyi – çünkü öğrenmek bana pek iyi gelmedi. Meğer Cordelia’nın kocası senelerdir Madam Laveau’nun emri altında çalışan bir cadı katiliymiş. Geçen bölümde kıydığı kızıl da, Robichaux adayı genç bir cadıymış. Öncelikle bu adamdan o kadar bile irade ve insiyatif beklemezdim, tebrikler. Sonrasında… Ne yalan söyleyeyim, sinsi sinsi içerden adamla akademiyi oymayı Laveau’ya yakıştıramadım. Bu arada Laveau sinsi ama, Cordelia’nın asit saldırısından o sorumlu değilmiş. O zaman kim? Her aksilik gibi bu da Fiona adresli gibi görünüyor.
Özellikle mıymıntı ve Laveau’nun anlaşma şartlarını ve Cordelia tarafından yakalanma ihtimalini konuştukları sahnelerde Angela Bassett’in çok gerçekçi bir abartıyla işlediği mahalleli kafa hareketlerini izlerken… içimden “Yahu şu an birini çok andırıyor ama kimi, kimi, çok sık gördüğüm birisini” diye bir kıpırdanma oldu bende. Sonra kim olduğunu bulduğumda bunu daha önceden düşünmemiş olmama çok şaşırdım. Kim mi?
Yaa, evet. Seda Sayan. Yemin ederim zorlama gündem sokuşturması olarak değil, bir çok açıdan, ve gerçekten. İfadesi, omuz silkmeleri ve deli deli açtığı gözleri bir yana, Laveau’nun kiralik katil tuttuğunu öğrendiğimde ilk defa farkettim Laveau’nun “delikanlı”lığının aslında ne kadar muğlak ve değişken olduğunu. Laveau bir an mahalleliye kazanla aşure dağıtıyor, bir an hiç beklenmedik bir kalleşlikle kabusa dönüşüyor. Üstelik bu dürüst, cilveli, ailenin harbi ablası görüntüsü sinsiliğinin ne kadarını mümkün kılıyor acaba? İşte çizdiğim paralellikler bitmiyordu, ama bir hakkım da var bence. Sonuç olarak beyaz cadıları bir bir avlamak Laveau’ya kamyon kamyon yılan dansı ve kudret olarak geri dönmeyecek. Ben daha birleştirici ve faydacı bir tutum beklerdim. Kendisine tavsiyelerim olacaktı:
Bu muhteşem bölüm Baltacı’nın kendini Cordelia’ya zorla tahliye ettirmesi, ve insan cisminde elinde çantasıyla tırım tırım evden çıkmasıyla bitiyor. Doksan küsür sene sonra ilk dışarı çıkışında Baltacı soluğu nerede mi alıyor?
Gece kulübünde, güzel kadın avında.
DIN DIN.
Hayııııııııııııııır… veya YAŞASIN? Bunu bir sonraki bölüm gösterecek. O zamana kadar Fiona ve Baltacı, lütfen ama lütfen çocuk filan yapmayın – onu durduracak büyü yaşlı dünyamızda mevcut değil.
Yedinci bölüm notları biraz özlü olsa da Çarşamba’ya kadar yayında, ondan sonra da normal yayın akışına uyuyoruz inşallah.