“Ben şiir yazıyorum çünkü içimdeki dürtüye karşı koyamıyorum: Karşı koymak, boğazımda yükselen bir su kaynağını engellemek olurdu." Şili'li şair, diplomat, eğitimci Gabriela Mistral'i tanır mısınız?

SANAT

Alnımda Ölümün Ter İzleri Var…

Çoğu yazar ve şairin cevaplamaktan köşe-bucak kaçtıkları, afili bir cevap bulmak için çok çabaladıkları “Neden yazıyorsunuz?” sorusunun Gabriela için çok basit bir cevabı vardı:

 

“Ben şiir yazıyorum çünkü içimdeki dürtüye karşı koyamıyorum: Karşı koymak, boğazımda yükselen bir su kaynağını engellemek olurdu. Uzun zamandır önüme çıkan, varlığını belli eden ve gömemediğim bir şarkının hizmetkârı oldum. Kendimi nasıl mühürlerim şimdi? Yazdıklarımı kimin okuduğu artık önemli değil. Bu durumda yaptığım şey benden daha büyük ve daha derin. Ben sadece bir kanalım.”

 

Nobel Edebiyat Ödülünü kazanan ilk kadın şair olan Gabriela Mistral, 1889 yılının Nisan ayında Şili’nin Vicuña kasabasında doğdu. Gerçek adı Lucila Godoy y Alcayaga idi fakat bütün dünya onu şiirlerini yazarken kullandığı kalem adı ile, yani “Gabriela” olarak bilecekti. Bugün bile nüfusu sadece 24.000 civarında olan bu küçük kasabanın adı onun sayesinde bütün dünyada duyulacaktı.

 

10 Aralık 1945’te Latin Amerika topraklarından çıkan ilk Nobel Edebiyat Ödülü sahibi kadın şair olarak yaptığı teşekkür konuşmasında kendisini “Şili demokrasisinin ve yeni bir halkın kızı” olarak tanıtacaktı. 1939 yılı ile birlikte kendini bir öncekinden çok daha kanlı bir savaşın içinde bulan Avrupa, savaşın ortasında -1940 ve 1942 yıllarında- ısrarla Gabriela’yı Nobel Edebiyat Ödülü için öneriyordu. Kim bilir, belki kendi kanında boğulmak üzere olan bir dünya, çok uzak bir coğrafyadan çıkıp gelerek ideallerden ve sevgiden bahsedecek olan bir kadının sesine ihtiyaç duyuyordu. Kendisine verilen ödülle ilgili Nobel Komitesi’nin mesajı da bu tahmini doğrular nitelikte: “Gabriela Mistral’ın güçlü duygulardan ilham alan şiirleri, O’nu bütün Latin Amerika dünyasının idealist özlemlerini temsil eden bir sembole dönüştürmüştür.”

 

Bir yılın en az 300 gününün açık bir gökyüzü altında geçtiği bir ülkede yoksul bir ailenin kızı olarak doğmuştu Gabriela. Şiir dilini de tıpkı yıldızların tek tek sayıldığı temiz bir gece gibi kullandı: Güçlü ama sade, açık ve abartısız ama vurucu. “Konuşma, sahip olduğumuz ikinci şeydir ruhumuzdan sonra. Ve belki de bunlardan başka sahip olduğumuz hiçbir şeyimiz yok” diyordu.

 

İçine doğduğu yoksul dünyada kendini ifade edebilmek en kıymetli mal varlığı idi. Bir öğretmen olan babası o üç yaşındayken evi terk etti. 15 yaşında babası gibi öğretmenliğe başlayan Gabriela ailenin geçimini üstlendi. Daha önce yayınlanmış şiirleri olsa da, onu ülke çapında tanıtan ilk büyük eseri 1914 yılında yayınlanan Sonetos De La Muerte olacaktı, yani Ölülerin Soneleri.

 

İnsanlar ile kurduğu bütün ilişkilerde tutkularını, sevgisini ve ilgisini hiç kısıtlamadan ortaya koyan bir kişiliği vardı. Sadece 17 yaşındayken tanıştığı ve bir demiryolu çalışanı olan sevgilisi Romelio Ureta’ya da aynı tutku ile bağlanacak ve “Kekeleyen, tökezleyen bir aşk, genelde en güzel aşk olur” diyecekti. Sevgilisinin üç yıl sonra beklenmedik bir anda gelen intiharı da bu ilk büyük eserin ortaya çıkmasına neden olacak ve ilk gençlik yıllarında yaşanan her trajedi gibi hayatının geri kalanı boyunca kendine dert edeceği meseleleri belirleyecekti: Aşk, sevgi, ihanet, hüzün ve iyileşme, doğa, annelik, çocuklar ve değişim. İntiharın zamansız ihanetine uğradığı için büyük bir öfke duyan ve sevdiği adam ile ölümden sonra buluşmanın hayalini kuran bir kadının kaleminden çıkan bu eser, yıllar sonra birçok edebiyatçı tarafından Şili’de modern şiirin başlangıcı olarak kabul edildi.

 

Çalışmaları hiçbir zaman sadece şiir ile sınırlı kalmadı. Bir eğitmen olarak öğretmenlik yapabileceği ve eğitim sistemleri üzerinde söz sahibi olacağı her türlü okulu ve pozisyonu kovalayarak önce ülkesi Şili’yi, sonra Latin Amerika’yı, Avrupa’yı ve ABD’yi dolaştı. Konuşmanın, fikir belirtmenin ve politika üretmenin çok kuvvetli ve inatçı bir savunucusu idi. Zamanının çok ötesindeki uluslararası ve feminist bakış açıları ile yazdığı politik makalelerini yayınlatmakta çok zorlandı. 1923 yılında yayınladığı Lecturas Para Mujeres (Kadınlar için Konuşmalar), Kuzey ve Güney Amerika’nın bütün kadınlarını selamlayan bir metin olarak Meksika Devrimi’nin fikirsel alt yapısına da katkı sağlayacaktı. Milletler Cemiyeti’nin Entelektüel İşbirliği toplantısında Latin Amerika’yı temsil etti. Doğduğu küçük kasabada başladığı eğitmenliğe Columbia Üniversitesi gibi dünyanın en köklü eğitim kurumlarından birinde devam etti.

 

En ölümsüz satırları da bu çabanın bir eseri olacaktı: “Birçok hata ve yanlıştan sorumluyuz, fakat en kötü suçumuz çocukları terk etmek ve hayatın kaynağını ihmal etmek. İhtiyacımız olan birçok şey bekleyebilir. Çocuklar bekleyemez. Onun kemiği şu anda oluşuyor, kanı şu anda yapılıyor ve hisleri şu anda gelişiyor. Onu, ‘Yarın’ diyerek cevaplayamayız, onun adı bugündür.”

 

Yıllar sonra ülkesi ile ilgili düşüncelerini anlattığı bir makalede “Kızlarını eğittiğim ve kötü kıyafetlerim ve kötü taranmış saçlarım yüzünden beni hor gören bir toplumdan izole şekilde yaşadım” diyecekti. Hiç evlenmedi. Hiç çocuğu olmadı. Çocuklar için ninniler yazdı. İkinci büyük eseri olan Tala (Teyel)‘den gelen gelirleri ise İspanya İç Savaşı yüzünden zarar görmüş çocuklara bağışladı. Kendisi hayatta iken yayınlanan son toplu şiirleri Lagar (Üzüm Cenderesi) ise 17 yaşında iken intihar eden yeğeni Juan Miguel Godoy’dan izler taşıyacaktı. Juan Miguel’i kendi oğlu gibi seviyordu. Tam da kanlı bir savaşın ortasında Avrupa’nın her yerinde 17 yaşında çocuklar birbiri ardına ölürken, çocuklarının toplu kıyımına izin veren bir dünya nelerden vazgeçtiğini Gabriela’nın şiirlerinde hatırlayacaktı tekrar. Genç bir ölümle başlayıp bir başka genç ölümle son bulan, ama umuttan ve iyileşmeden bahsetmekten hiçbir zaman vazgeçmeyen bir öyküydü Gabriela’nın bir ömür boyunca yazdığı ve şu satırlar ile özetlediği: ““Bütün gece boyunca acı çektim. Bütün gece boyunca tenim hediyesini ortaya koymak için titredi. Alnımda ölümün ter izleri var; ama bu ölüm değil, hayat!”

 

Gabriela’nın Volverlo A Ver (Onu Yeniden Görmek) şiirinden bir alıntı ile bitirelim:

 

“Ah hayır. Onu görmek tekrar –

Hiç fark etmez nerede olduğu

Cennetin dümen sularında

Ya da kaynayan bir girdabın içinde,

Durgun ayların altında ya da kansız bir korkuda!

Onunla birlikte olmak…

Her bahar ve kış vakti

Kanlı boğazını sarmış

Istıraplı bir düğümde birleşmiş şekilde!”

 

Kaynak: Gabriela Mistral Poesia, New York Times, Cervantes Virtual, NobelPrize.org

YAZARIN DİĞER YAZILARI

MEYDAN

Y#MeToo Güncel Feminizm İçindeki Uçurumu Nasıl Ortaya Çıkardı
#MeToo Güncel Feminizm İçindeki Uçurumu Nasıl Ortaya Çıkardı

#MeToo tarafından geliştirilip şu anda kullanılan “kadınlar” tanımı basitçe şu şekilde anlaşılabilir: Kadın düşmanlığına maruz kalmış herkes.

SANAT

Y“Küçülen Kadınlar”
“Küçülen Kadınlar”

Annem içine çekildikçe etrafındaki alan daha da büyüyor sanki. Babam çoğaldıkça annem azalıyor.

KÜLTÜR

YAsit Saldırısına Uğramış Bir Anne Kız
Asit Saldırısına Uğramış Bir Anne Kız

Anne ve kızı, bu asit saldırısına uğradığından beri en yakınlarının bile onları öpmek istemediğini söylüyor.

MEYDAN

Y“Benim Sonsuz Nostalji İçin Harcayacak Vaktim Yok”: Kadın Savaş Muhabirlerinden Hayat Dersleri
“Benim Sonsuz Nostalji İçin Harcayacak Vaktim Yok”: Kadın Savaş Muhabirlerinden Hayat Dersleri

Bütün bu kaybedilen hayatlara, kalp kırıklıklarına, kayıplara değer mi? Gerçekten bir fark yaratabilir miyiz? Yaralandığımda bu soru ile yüz yüze kalmıştım. Hatta bir gazete “Marie Colvin bu sefer fazla mı ileri gitti?” şeklinde bir manşet atmıştı. Şimdiki cevabım da o zamanki ile aynı: Hepsine değerdi!”

Bir de bunlar var

Yakıp da bitiremediğiniz cadıların torunları üretmeye devam ediyor: Cadı Üçlemesi 15+: Cezaevinden Mektuplar
Ortadoğu’da Kadın Sesleri – 1
Dick Dale

Pin It on Pinterest