Editörlüğünü Umut Tümay Arslan’ın yaptığı Cuma Fragmanları bir kısmı kalıba girmiş, bir kısmı dışarıda kalmış ya da şekilsiz bir kadınlık tecrübesiyle, yarı-pişmiş bir kadınlık tanımıyla bir biçimde bağlı, herhangi bir film, roman, şiir, sanat, kültür ürünü, büyük meseleler-küçük meseleler-orta meseleler, ama en çok yazmak, yazının gücü ve güçsüzlüğü ve kadınların yazması hakkında.
Gülsün Karamustafa ve Saidiya Hartman’ın Venüs’ünden sonraki en yakın durak kendi dünyasını yaratmaya çalışan bir kadın olabilir. O da Olga Tokarczuk’un Janina’sı ve onun ekofeminist adalet tahayyülü.
Tokarczuk’un “Sür Pulluğunu Ölülerin Kemikleri Üzerine”[1] (Prowadź swój pług przez kości umarłych, 2009) adlı romanının baş kahramanı Janina hayatını Polonya kırsalında, kış ayları boyunca Varşova sakinlerinin yazlık evlerine mukayyet olarak geçirmektedir. Janina’nın arası insanlardan çok hayvanlarla iyidir. Kitabın hemen başında kendini bile isteye sistemin dışına atmış bu yaşlı kadının astroloji haritaları çıkartmak ve Willam Blake şiirleri çevirmek gibi etrafındakilere tuhaf gelen, zararsız zevkleri olduğunu öğreniriz. Bir gün Janina’nın komşusu Koca Ayak -Janina insanlara kendi seçtiği lakaplarla seslenir- evinde ölü bulunur. Köyde yaşanacak gizemli cinayetlerin ilki olan bu olay, polis teşkilatının da zamanla müdahil olduğu bir seri cinayet vakasına evrilir.
Janina, kitap boyunca bu ölümlerin, hayvanlar tarafından planlanmış olabileceğini, onların kendilerini avlamaya çalışan bu insanlardan intikam almalarının çok olası olduğunu savunur. Başlarda sadece tanıdıklarıyla paylaştığı bu teoriyi, zaman içinde, yıldız haritalarından yaptığı çıkarımlarla harmanlar ve karakola konunun aciliyetiyle ilgili dilekçeler gönderir. Polise yazdığı mektuplardan birinde şöyle der: “Geyik ve diğer olası hayvan suçluların cezalandırılmamasını talep ediyorum, zira onların iddia edilen fiiliyatları, baştan sonra araştırdığım gibi, aktif avcılar olan kurbanların ruhsuz ve zalim davranışlarına bir tepkiydi.” (s.213). Öyle ki, Janina’ya göre bu olaylar adi suçlardan öte örgütlü nefsi müdafaa vakalarıdır. Kitabın sonunda, cinayetlerin bizzat Janina tarafından işlendiğini ve köyde meczup olarak görülen bu kadının kendi inandığı bir dünyanın adaletini kendi yöntemleriyle tesis etmeye çalıştığını görürüz.
Roman okuyucusuna nasıl güç verebiliyor? Janina karakteri bu kuvvetini nereden alıyor? Kendisini acındırmadan hiç değil. Dümdüz bakışla, onda bir meczubu, sistemin gözünde yavaş yavaş meczuplaşan birini görürüz. Oysa bundan sapan bir başka bakışı ve görme biçimini de üretir roman. Haklılığına olan inancıyla hareketlerinin dayandığı ilkeye de dönüşen birini görebilmemizi. Evet, insan aklı ve tahakkümüne göre işleyen bütün kurumlarca katildir Janina. Canlıların yaşama hakkını savunan ekofemist bir perspektife göreyse bir halk kahramanı. Katil olsun veya kahraman, protagonisti üzerinden ince bir ayar yapar Tokarzcuk, ve basit sayılabilecek bir mercek değişikliğiyle asıl gözü dönmüş olanın Janina değil, katliamcı sistem olduğunu gösterir, hem de edebiyatın tekil bir hikaye üzerinden anlatabileceklerinin olanaklarıyla, bir köy ve birkaç karakter üzerinden yapar bunu.
Janina işlediği cinayetlerde sadece kendi dünyasında hayalini kurduğu adaleti ve astrolojik kadim bilgiyi temel alır. Bu inanç kitabın kurgusunda da kendini gösterir. Örneğin hayatına giren böcekbilimci sadece bir sonraki cinayetinde kullanacağı malumatı ona vermek için yazılmıştır. Bu anlamda “Sür Pulluğunu Ölülerin Kemikleri Üzerine” kültür-doğa, erkeklik-kadınlık, astrolojik bilgi-bilimsel veri gibi ikilikler arasındaki gerilimlerden beslenir; ancak onları çözmek yerine, okuyucusuna radikal bir hayal kurdurur: Başka türden bir adaletin mümkün olabileceğine dair bir hayal.
Janina’nın astrolojik bilgiye dair söylediği şu sözlerini, insan aklını merkeze alan erk dışında başka anlama ve hissetme biçimlerine doğru açılan adalet tahayyüllerinin gelecekte bir yerde değil, şu anda müsebbibi veya şahidi olduğumuz kırıklarda olduğunu umarak tekrar okuyalım:
“Gözlerini ve kulaklarını açık tutmak, gerçekleri birbiriyle ilişkilendirmeyi bilmek gerek. Başkalarının kesin farklılık gördükleri yerde benzerliği görmek, bazı olayların çeşitli seviyelerde gerçekleştiğini hatırlamak gerek; başka şekilde söylemek gerekirse, pek çok olay aynı aspektten gelir. Ve dünya, hiçbir şeyin ayrı olarak var olmadığı büyük bir ağ, bir bütündür. Dünyanın her bir kırıntısı, son küçük parçasına kadar, sıradan bir aklın kavraması zor olduğu, karmaşık Kozmos ilişkileri sayesinde geri kalanıyla bağlantılıdır. İşte düzenin işleyiş şekli böyledir. Bir Japon arabası gibi” (s. 69-71).
Ana görsel: Hera Büyüktaşcıyan, Kılçık / Ψαροκόκκαλο / Fishbone, Heykel, Atina 2014, Sanatçının izniyle.
Kaynak:
[1] Olga Tokarczuk, Sür Pulluğunu Ölülerin Kemikleri Üzerinde, çev. Neşe Taluy Yüce, İstanbul: Timaş, 2020.