Tüm dünyanın aslında bizden ve bizi hisseden/tanıyan insanlardan mukabil bir grup olduğunu düşünsek ne olurdu? Hepimiz bir şekilde birbirimizi anlasak, hissetsek ve iletişim kursak? İletişimsizlikten çözülemeyen bir araba dert nereye giderdi o zaman? Ne foyalar dökülürdü ortaya? Koca dünya, bildiğimiz ve bilmediğimiz her noktasıyla kocaman bir kasabaya ya da ülkeye dönüşse nasıl olurdu? Ya sınırlar olmasa?
Sense8 tam da tüm bunların gerçek olabildiği ütopyasına çağırıyor seyirciyi. Yayınlanmaya başladığı 2015’ten itibaren dünyanın 8 ayrı yerinde çekilmesi, prodüksiyonun büyüklüğü, kadronun dillere destan güzelliği ve kafalarının açıklığı herkesin aklını bir şekilde çeliverdi. İlk bölümlerden itibaren seksüel gerilim ve birbirini aynı anda her yerde hissedebilen, görebilen, duyabilen bu 8 kişinin dev orjileri herkesin diline düşmüştü. Netflix de tam bu yüzden alelacele bitirmek istedi belli ki; prodüksiyon giderleri izlenme oranlarına denk değildi, ya da güzel insanların orjileri düşündükleri kadar izlenme oranı almıyordu.
Kısa bir özet geçmek gerekirse, dünyanın farklı yerlerinde 8 farklı hayat yaşayan 8 insanın düşünsel ve duyusal olarak birbirine bağlanmaya başladığı, birbirlerinin hayatlarını etkiledikleri bir evrendeyiz. Bir çeşit süper kahraman olma hâli. Tıpkı süper kahramanlarla diğer insanların karşılaştığı tüm evrenlerde olduğu gibi burada da onları avlamak ve üzerlerinde deney yapmak isteyen “kötücül” bir biyokimya şirketi var. Buna ek olarak, karakterlerin hayatlarını etkileyen bambaşka onlarca bela var. Hindistan’ın karanlık ilaç piyasasını da görüyoruz, Nairobi’deki su mafyasını da… “Batılı” şehirlerde de durum farklı değil: uyuşturucu kaçakçılığı, mafya, Afro-Amerikalıların mahallelerinde devriye gezen beyaz polisler, hayatları yalan dolanla bezeli oyuncular… Birden hepsi birbirine bağlanıyor, tıpkı başta akan jenerikteki gibi. Dünya, birden global bir kasaba hâline geliyor duygudaş 8 insan sayesinde. Kilometreler ötesine ulaşabilir, birbirlerinin dertlerine dermen olabilirler. Zira tıpkı süper kahramanlar gibi hepsinin bambaşka meziyetleri var: biri kimya biliyor, biri Uzakdoğu dövüş sporlarında bir dünya markası, öbürü hacker, diğeri şahane sürücü…Bunlar yetmiyormuş gibi sevişebilirler de. Öyle ki birbirlerini görüp hatırladıklarında “selam sevişmiştik” diyebilirler. Bu yazıda Sense8’i daha ziyade kuir aile kavramı üzerinden okumaya, değerlendirmeye çalışacağım. Zira Sense8’lerin gerçekten bir çeşit duygudaşlık üzerinden ilişki kurduğu ve herkesin aynı kümenin, grubun bir parçası olduğu düşünüldüğünde aile kavramı daha da anlamlı oluyor.
Kuir aile, birçok araştırmacı ve akademisyenin de belirttiği gibi (Halberstam 2008, Weston 1991, Newton 1996), LGBTİ+ bireyler için “seçilmiş,” “kan bağından azade” ve herkesin kendi kimliğiyle ilgili nispeten daha rahat hissedebildiği komüniteler olarak ortaya çıkıyor. Farklı tanımlar kullansalar da hepsinin ana teması biyolojiden azade bazı bağlar ve ilişkiler kurmaya dayanıyor. Çünkü birçok LGBTİ+ ve kuir komünite/birey için yaşam tarzları, cinsel tercihleri ve kurdukları ilişkiler, heteroseksüel olanlardan fersahlarca farklı olabiliyor. Açılmalar, geçiş süreçleri ailelerden ister istemez bazı kopmaları da beraberinde getiriyor. Bazen ailelerin kabulleniş süreçleri dolayısıyla oluyor bu, bazen de çocukların yuvadan uçma zamanı gelmiş oluyor. Böylece kuirler, kendileri gibi başka insanlarla (bu kategoriye partnerleri, arkadaşları ve aradaki kaygan zemindeki tüm durumları dahil ediyorum) başka dayanışma hâllerine yöneliyorlar. İşte tam bu anda seçilmiş aileler devreye giriyor.
“Biyolojik aileye karşıt olarak tanımlanmış olan seçtiğimiz aileler kavramının kısmen gey ve lezbiyen sosyal örgütlenmelere vasıtayı ve kültür oluşturmanın sübjektif bir duygusunu yeniden tanıttığı için çekici olduğu kanıtlandı” (Weston 1991, 135). Yani aslında doğal ve zorunlu kabul edegeldiğimiz aile kavramının evrilip çevrilmesi, içeriğinin kuir ideallere göre değiştirilmesi anlamına geliyor kuir aile meselesi. Özellikle 1980’lerde Amerika ve Avrupa’da birçok LGBTİ+ komünite, arkadaşlıktan ziyade, bu seçilmiş akrabalık bağını daha görünür hâle getirdiler. Böylece sevgi ve öznel tercihler özcülük ve zorunlulukların önüne geçmiş oldu. Weston ayrıca, seçilmiş ailelerin “doğumla bağlantısı olmayan bir cinsel kimlik talebini, kan bağlı ya da evlat edinilmiş ilişkileri reddetme olasılığıyla yüzleşmeyi ve yine de kişinin kendine bir aile kurma düşüncesini mümkün kıldığının altını çiziyor.” (Weston, 1991, 40).
Yani kuir aileler, arkadaşlar, sevgililer, flörtler, partnerlerden oluşan ve tüm bunların birbirine dinamik bir şekilde dönüşebildiği, kopmalar kadar yeni bağların da oluşabildiği değişken gruplar demek. En önemlisi, bildiğimiz, biyolojik ailenin tahtının sallanması demek. Ama tabii ki, “aile” kelimesinin de bazılarımıza çağrıştırabileceği gibi, bu alanlar her zaman güvenli ve mutlu açılımlar demek olamayabiliyor. Tüm komüniteler gibi LGBTİ+/kuir komüniteler de bazı kapsamalar, dışarda bırakmalar ve çelişkilerle oluşturuluyor. Çünkü birilerini, bir şeyleri seçmek başka şeyleri dışarıda bırakmak demek oluyor genellikle.
Nairobili Capheus’un İzlandalı Riley ile uçağa binmek üzerine konuştukları bir an geliyor aklıma. Riley, uçmakla ilgili şaşkınlığını gizleyemeyen Capheus’a uçağa binecek kadar şanslı olduğunu söylüyor, Capheus cevap veriyor: “ayrıcalıklı demek daha doğru olur.” Özellikle Weston ve Halberstam seçilmiş aile kavramını eleştirel bir noktadan okumayı da tercih ediyor, çünkü sınıf, etnisite ve cinsel kimlikleri açısından kişiler arasında denk olmayan durumlar, hiyerarşiler olabilir. Birçok insan kategorize edilmekten kaçınıyor olabilir, gey ve lezbiyen komüniteler arasında görünürlük politikası farklılıkları olabilir (Weston, 1991,129). Halberstam da benzer bir şekilde, aile kavramının anne ve çocuk ilişkisinde olduğu gibi, yaş hiyerarşisini de beraberinde getirebileceğinin ve kuir ilişkilenmelerin bunların dışında kurulması gerektiğinin altını çiziyor (Halberstam,2008,318). Ama daha önce de belirttiğim gibi, her şeye rağmen bir çeşit kuir ütopya bu izlediğimiz. Kocaman, birbirinden alabildiğine farklı insanlardan oluşan bir kuir aile tablosu. Onları kafeslemek isteyen sisteme karşı hep birlikte, kendi hünerleri kadar ve taviz vermeden mücadele ediyorlar. Bu 8’linin harmonisine ve kafalarının açıklığına hayran olmamak elde değil. “Keşke gerçekte de böyle olabilse” dedirtiyor.
Dizinin 2 saatlik kapanış bölümü, yangından mal kaçırırcasına aksiyon ve evlilik eşitliğinin kutsanıp kutlanmasıyla doluydu. Kötü insanlar aileleriyle, özellikle babalarıyla yaşadıkları travmalar sebebiyle kötü olmuşlardı ve yenildiler. Sevdiğimiz 8’li, Eyfel Kulesi tepesinde kocaman bir düğünde partilerken onlar adına mutlu olmaya çabalıyoruz. Bu evlilik, tüm diziyi bizim, Türkiyeli insanlar olarak, yakın gelecekte göremediğimiz kadar liberal bir dünya tasvirini onaylamaya davet ediyor. İçimdeki radikal huzursuz. Çünkü biliyorum politik sebeplerle herkes evlilik peşinde olmayabilir. Ama tüm dizinin kuir ailenin, kuirliğin tanınması teması üzerine oturduğunu düşününce mantıklı geliyor öbür yanıyla. Tüm dizi boyunca ne kadar birbirine kenetlenen bir aile hâline geldiğini gördüğümüz bu insanlar, aslında çokeşli, bol insanlı koca bir evliliğe adım atıyor ve hatta gerdeğe giriyorlar. Ayrı odalarda ve ikili, üçlü başlayan tüm sevişmeler finalde dev bir orjiye dönüşüyor. Dolayısıyla aslında yaşanan evlilik kutsanması, konservatif bir aile yapısını onaylamaya dönüşecek gibi olduysa da, çokeşlilikle bundan yırtıyor.
Sonu biraz ani bağlansa da, yinede eski bir dosttan ayrılır gibi hissediyorum dizi biterken. Gerçeken de Sense8 tüm sezonları boyunca, türlü maceralarda birbirinin arkasını kollayan, birlikte şahane vakit geçiren, bazen sevişen, bazen dövüşen bu garip “hisliler” komünitesini izletirken en çok seçilmiş aileleri düşündürüyor bana. Ama öyle ortodoks, sert kuralların belirlediği “aile gibi aileler” değil. Gevşek, kaygan, flörtün her türlüsünün yine de ihtimal dahilinde olduğu bir aile kavramı burada bahsetmeye çalıştığım. Mesele de tam olarak bu sanırım; birbirinden farklı olduğunu kabul etmek ama bir arada olmaya devam edebilmek. Nairobili Capheus’la İzlandalı Riley arasındaki ayrıcalık farkını görmezden gelmeden…
Referanslar:
-Halberstam, J., 2008. Forgetting Family: Queer Alternatives to Oedipal Relations. In: Haggerty, G, E., 2015. A Companion to Lesbian, Gay, Bisexual, Transgender, and Queer Studies. UK: Wiley Blackwell, pp.315-325
-Newton, E. 1996. My Best Informant’s Dress. In Lewin, E, Leap B., (eds) Out in the Field: Reflections of Lesbian and Gay Anthropologists. Urbana and Chicago: University of Illinois Press, pp. 212–35
-Weston, K. 1991. Families We Choose: Lesbians, Gays, Kinship. NY: Columbia
Uni Press