“İçiyorsanız, yanımda için, sigarayla saygı olmaz.” Ben liseye giderken annem eve girip çıkan en yakın arkadaşlarıma hep böyle derdi. Ben sigara içmiyordum o zamanlar, annem de bırakmıştı, ama arkadaşlarım çok mutlu oluyordu, çünkü ailelerinden saklıyorlardı içtiklerini. Kendi anneleri böyle bir şey dese, tamam deyip yanlarında yakarlar mıydı bir tane bilmiyorum. İnsanın aile içinde söylediğiyle kast ettiği, yaptığıyla öğütlediği arasında fark olabiliyor. Ama ben çok gurur duyuyordum annemin dürüstlük mü özgürlük mü tam emin olamadığım tutumuyla.
Elbette farkındaydım çocukların, gençlerin her zaman ebeveynlerinden sakladığı sırları olduğunun. Sigara içmek, saklanması çok yaygın bir şeydi tabii, ama daha neler vardı. Anlatmak istemediğiniz, kızarlar diye düşündüğünüz, söyleyecek kelimeleri bulamadığınız. Saklardık. Zaten bu içine kapanıklıkla gizlilik arası tutumun, çocuk ve gençlerin kendilerini bulma ve kurma süreçlerinde çok da anlaşılabilir bir yanı var. Yeni bir kimlik edinmenin, birey olmanın da bir parçası içine atmak. Sır addedilen şeyler, belki ilk büyük sırlar aile içinde palazlanıyor, aileye karşı kurgulanıyor.
Anne rolüne girdiğimde bu sefer ebeveynlerin de çocuklarından bir sürü şeyler saklamak durumunda olduğunu gördüm. Sigara içmek, ilginçtir, artık ebeveynlerin de sırrı. Benim gençliğimden bugüne geçen otuz yıl içinde annelerinden sigara saklayan arkadaşlarım, çocuklarından sigara saklayan ebeveynlere dönüştü. Bizim kuşağın “sus, çocuklar karışmaz” dendiği zamanlarda çocuk olmuş, çocuk büyütürken ise kendi ebeveynlerinin özgürlüğünün ve iktidarının yarısına bile sahip olamamış olması trajikomik bir tesadüf mü? Yoksa “ah şimdiki çocuklar…” nakaratı her kuşakta başka bir vurguyla yenileniyor mu?
Zeynep Gönen, İzler 2, sanatçının izniyle
Ama çocuklarımızla paylaşamadıklarımız, günlük hayata dair alışkanlıkları aşıp insanın geçmişine dair, belki benliğinin derinlerine uzanan yerlere de gidiyor. Bazen, o mazide kalmış kişiden artık çok uzaklaştığınız için paylaşacak doğru anı hiç bulamıyorsunuz. Belki de istemiyorsunuz artık o geçmişte kalmış kafası karışık yeniyetmeyle yeniden yüzleşmek. Hatta hafiften ürküyorsunuz çocuklar o yönünüzü keşfeder de kendi özgürlük mücadelelerinde üste çıkmanın bir yolunu bulurlar diye. Elbette en büyük korku eski yazılar: ya olur da birden çocukların eline geçerlerse! Yani yine aynı paradoks, ebeveynlerden bucak bucak saklanan günlükler bu sefer de veletlerden kaçırılıyor!
Bazen de katiyen sır olduğunu düşünmediğiniz şeyleri çocuklarınıza hiç anlatmadığınızı, muhtemelen de hiç anlatamayacağınızı fark ediyorsunuz. Çok eskiden azıcık da olsa metalci olduğumu mesela hiç anlatma gereği görmedim çocuklara, hiç de anlatacak vesile olmadı. O zamandan pek efemera da kalmamış geriye, ne konser biletleri var ne dinleye dinleye yıprattığımız kasetler. Ya da hem lise, hem üniversite hayatım boyunca, yani kabaca on yıl, her sabah binmek zorunda kaldığım hıncahınç kalabalık Rumeli Hisarüstü otobüsünün (559c) yaygın fortçularının kabusum olduğunu, hatta kabuslarıma girdiğini nasıl anlatabilirim? Öte yandan, neden anlatmalıyım, anlatmalı mıyım? Her ne kadar lunaparklarda çılgın aletlere binmekten hoşlanmasam da aslında yüksekten korkmadığımı, tam tersine yüksek bir yerde olunca karşı koyulması zor bir düşüş arzusuna kapılmaktan korktuğumu ve hep Mathieu Kassovitz’in filmi Protesto’daki (La Haine, 1995) repliği hatırlayıp düşerken de “her şey yolunda” diyebilmeyi merak ettiğimi söylemiyorum.
Bazen bu kadar kişisel ya da masum olmayan sırlar da saklıyor insanlar çocuklarından. Önceki evliliklerini saklayanlar, yeni eşlerinden eski eşlerini saklayanlar, yeni çocuklarından eski çocuklarını saklayanlar… Bir arkadaşımın babası üçüncü evliliğini kendinden oldukça genç bir kadınla yaptığında kadının ailesinden, adamın daha önce iki kere evlenmiş olduğunu ve bir de çocuğu olduğunu saklamışlardı. Arkadaşım babasını az, daha az, hiç görür olmuştu. Daha da fenası baba çocuğunu kendi hayatında bir sırra dönüştürmüştü…
Kuşaklararası kapalı kapıların, örtük perdelerin bir adım ötesinde, içine kapalı ailenin dışına karşı örülen duvarlar var bir de. ‘Aile sırrı’ denen şeyler esas bu ailenin dışarıyla ilişkisinde geçirgen olmayı reddeden yapısından kaynaklanıyor. Aile içinde herkesin bildiği sırlar, çoğunlukla kimseye açılmayan kilitli dolaplarda gizleniyor. Aileye mensup deliler, sarhoşlar, hırsızlar, katiller, intihar edenler, din değiştirenler, evden kaçanlar, cinayete kurban gidenler, tecavüze uğrayanlar muhakkak albümlerden ayıklanıyor, hikâye dağarcığından çıkarılıyor, sırra kadem basıyorlar.
Söylentiye göre kol kırılıyor, yen içinde kalıyor. Fakat biliyoruz ki yen kolu örtse de kırığın varlığını büsbütün saklayamaz. Dolayısıyla aile sırları (ya da vatan, millet, devlet sırları) bir şeyi gerçekten görünmez kılmıyor, sadece üstüne derme çatma bir kılıf örtüyor. Esas çarpıcı olansa, aileye mensup herkes bu kılıfı sağından solundan tutmakla yükümlü olduğu için, sır, kolektif saklama pratiğini aile olmanın (millet olmanın) vazgeçilmez bir parçası haline getiriyor. Yani aile, göğsünü gere gere el âleme gösterdikleriyle – mesela, düğün dernek, kanlı çarşaf, sünnet, pipi – olduğu kadar, göstermedikleriyle, örtbas ettikleriyle de kendini var ediyor.
***
Otuz yaşımda sigaraya başladığımda annemle babamın sigarayı bırakmalarının üstünden neredeyse yirmi yıl geçmişti. Sigarayla saygı olmadığını bildiğim için yanlarında içiyordum. Belki birkaç ay, belki bir yıl sonra annem de bir tane yakmak istedi, karşılıklı içtik.
Ana görsel: Zeynep Gönen, İzler 6, sanatçının izniyle