Gloria Steinem’ın ilk defa 1978’de Ms. dergisinde yayınladığı ve aşağıda çevirisini bulacağınız bu yazısı hala güncelliğini ve komikliğini koruyor.
—
Hindistan’da yaşamanın bana öğrettiği şey, dünyanın beyaz azınlığının bize açık tenlilerin daha üstün olduğu yalanını yutturmak için yüzyıllar harcadığı. Halbuki açık tenin tek farkı daha fazla ultraviyole ışınına maruz kalması ve bunun sebep olduğu kırışıklıklar.
Freud okumak da beni “penis hasedi” hakkında aynı derinlikte şüphelere gark etti. Doğurganlık “rahim hasedi”ni daha mantıklı bir olgu yapmıyor mu? Penis gibi dışarda korumasız duran bir organ erkekleri oldukça savunmasız kılıyor.
Ancak, geçenlerde bir kadın, beklemediği bir anda âdet görmesi üzerine (sahnede bir tartışma esnasında elbisesinde kan lekesi beliriyordu) yaşadıklarını anlatırken utanca boğuldum. Ta ki, fısıltılar kulağına ulaşıp da regl olduğunu anladığı anda tamamen erkeklerden oluşan izleyiciye şöyle dediğini duyana kadar: ‘Sahnede âdet gören bir kadın olmasından ötürü gurur duymalısınız. Muhtemelen senelerdir bu grubun başına gelen tek gerçek şey bu.’
Kahkaha. Rahatlama.
Negatif bir olayı pozitif bir şeye dönüştürebilmişti. Bir şekilde bu kadının hikâyesi Hindistan deneyimimle ve Freud okumalarımla birleşti ve pozitif düşüncenin gücünü bana gösterdi. “Üstün” olanın sahip olduğu özellikler üstünlüklerini kanıtlamak ve “aşağılık” olanın özellikleri de onların vaziyetini gerekçelendirmek üzere kullanılıyor. Siyah erkekler “daha güçlü” oldukları, kadınlarsa “daha zayıf” oldukları gerekçesiyle düşük ücretli işlerde çalıştırılıyorlar. Küçük oğlan çocuğunun büyüyünce annesi gibi avukat mı olacağının sorulması üzerine verdiği, “Yo hayır, o kadın işi” yanıtı gibi. Mantıkla, baskının hiçbir bağlantısı yok.
Peki diyelim ki bir gün, mucizevi bir şekilde, kadınlar artık âdet göremeseydi ve bu özellik erkeklere geçseydi ne olurdu?
Elbette, âdet görmek kıskanılacak, imrenilecek erkeksi bir olay olacaktı.
Ne kadar uzun sürdüğü ve ne yoğunlukta olduğuyla ilgili hava atılacaktı.
Oğlan çocukları, âdeti erkekliğe geçişin kıskanılası bir göstergesi olarak tarif edecek, o günü kutlamak için hediyeler, dini törenler, aile yemekleri ve damsız partiler düzenlenecekti.
Aylık iş gücü kaybını önlemek için Meclis, Ulusal Âdet Sancısı Enstitüsü’ne finansal destek sağlayacaktı. Doktorlar hormonlar sayesinde kalp krizi riskinden kurtulan erkekler için kalp krizi yerine âdet sancılarını araştıracaklardı.
Hijyenik malzemeler devlet destekli ve bedava olacaktı. Elbette, bazı adamlar belli markaların prestijinden ötürü Tatlıses Tamponları, Kenan İmirzalıoğlu Kanatlı Gece Ped’leri, Oktay Kaynarca Maxi Ped’leri, “Daha hafif bekâr günleriniz için” Acun Günlük Ped’leri gibi ürünler kullanacaklardı.
İstatistiki veriler erkeklerin adet günlerinde daha iyi performans gösterdiğini ve sayıca daha fazla Olimpiyat madalyası kazandığını gösterecekti.
Generaller, sağcı politikacılar ve dinciler, aybaşını yalnızca erkeklerin gerçekten Allah’a hizmet edebileceğine ve ülkeyi savaşta savunabileceğine (çünkü kanamadan kanatamazsınız!), siyasette yükselebileceğine (Mars’ın yönettiği aylık âdet döngüsü olmadan kadınlar yeterince kararlı ve sert olabilirler mi?) imam, papaz veya haham olabileceğine (aylık kanama olmadan kadınlar kirlerinden arınamazlar) dair kanıt olarak göstereceklerdi.
Erkek radikaller, solcu politikacılar ve mistikler ise kadınların kendileriyle eşit ama biraz farklı olduğunda ısrarcı olacaklardı. Yani, kadınların davaya katılmasını ancak her ay kendilerini bir şekilde kanatırlarsa (devrim için kan akıtma zorunluluğu) ya da âdet döngüsü haklarının birincil önemini anlar ve AYDINLANMA DÖNGÜSÜ sırasında kendilerini özveriyle hizmet etmeye adarlarsa kabul edeceklerdi.
Sokakta erkekler, “O beş maxi pedlik delikanlıdır ha!” ya da sokak köşesinde selamlaşırken, “Bugün çok havalısın lan” diyen kankasına “Ayıp ettin kanka, özel günümdeyim”’ gibi laflar edeceklerdi.
Televizyon programları ve diziler konuya açıkça her açıdan yaklaşacaktı. Aşk-ı Memnu’da 3 aydır adet göremeyen Adnan Bey depresyona girecekti. Kurtlar Vadisi’nde tüm ekip aynı anda âdet görecekti. Behzat Ç.’de Behzat ayda 10 gün adet görüyor olacaktı. Gazetedeki haberler şöyle yazacaktı: “Van’da adet gören erkekler Van Gölü canavarı haberlerinden korktuklarından artık göle giremiyorlar,” ya da “Hakim, tecavüzcüye olay sırasında âdet gördüğünden dolayı ceza indirimi uyguladı.” Elbette film isimleri de değişecekti: Kan Kardeşler, Kanlıdayı, Kanaya Kanaya, Âdettendir, Aybaşında Aşk…
Erkekler kadınları seksin “o malum zamanda” daha zevkli olduğuna ikna etmeye çalışacaklardı. Lezbiyenlerin, kan görmeye dayanamadıkları için hayattan korktukları ve insanlara karşı soğuk oldukları söylenecek, aslında tek ihtiyaçlarının şöyle düzenli âdet gören bir erkek olduğuna kanaat getirilecekti.
Tıp okulları kadın öğrenci kotası koyacaktı (çünkü kan görünce bayılabilirler).
Elbette, entelektüeller en ahlaki ve mantıklı iddiaları öne süreceklerdi: Ayın ve gezegenlerin döngülerini ölçecek biyolojik özelliklere sahip olmayan kadınlar, zaman, mekân ve matematik kavramlarını nasıl olacak da anlayacak ve şu dünya üzerindeki herhangi bir şeyi ölçebileceklerdi? Evrenin ritminden kopuk olmaları dolayısıyla felsefe ve dinde nasıl erkekler kadar kuvvetli bir kavrayışa sahip olacaklardı? Ya da her ay sembolik ölüm ve yeniden doğuşu yaşamadan nasıl dünyanın sırlarına akıl erdireceklerdi?
Menopoz harika bir olay olarak kutlanacak, erkekler bunca sene biriktirdikleri döngüsel erdemle ermiş olarak hayatlarına devam edeceklerdi.
Değişik alanlardan liberal erkekler nazik olmaya çalışacaklardı: “Bu insanlar’ın doğuştan hayatı ölçme becerisi olmaması zaten onlara yeterli bir cezadır” diyeceklerdi.
Peki kadınlara bunlara nasıl tepki göstermeleri öğretilecekti? Sağcı kadınların bu iddialara sadık ve hep gülümseyen bir mazoşizmle katıldığı görülecekti. (Sağcı partiler ev kadınlarına her ay kendilerini yaralamaları konusunda telkinde bulunacaktı.) ‘Kocanızın kanı Hz. Muhammed’in Uhud’da döktüğü kan kadar değerlidir- ve tabi seksi de’ (Sibel Üresin). Reformcular ve Kraliçe Arılar erkekleri taklit edecek ve aybaşı oluyorlarmış gibi davranacaklardı. Tüm feministler durmadan kendilerinin aybaşı kıskançlığından kurtulmaları ve erkeklerin de bu yanlış ve agresif Mars etkisinden çıkmaları gerektiğini söyleyeceklerdi. Radikal feministler aybaşı olmayanlara uygulanan bu baskının başka zulümlerle ortak özellikler gösterdiğini söyleyeceklerdi (‘Vampirler ilk özgürlük savaşçılarımızdır!’) Kültürel feministler sanatta ve edebiyatta kansız bir görselliğin peşinde olacaklardı. Sosyalist feministlerse, âdet kanının erkek tekelinde olmasının sadece kapitalist sistemde mümkün olabileceğini savunacaklardı.
İşin aslı şu ki, âdet gören erkekler olsaydı, iktidarlarına dair uydurdukları gerekçeler sonsuza giderdi.
Tabi eğer biz izin verseydik…
—
Not: Metnin orijinali internetteki değişik kaynaklarda birbirinden biraz farklı olarak veriliyor. Bir ihtimal, yazarın sekiz sene sonra makalelerini derlediği kitabına koyduğu versiyonunu biraz değiştirmiş olması. Benim kullandığım iki kaynak şunlardı: 1. kaynak 2. kaynak