Ben bu fotoğrafları birkaç gün evvel facebook‘ta, “Fatih is on Fire” ismi verilmiş bir albümde gördüm. Daha ilk bakışta çok güzel olduklarını düşündüm. Birkaç saat sonra kendimi albümü yeniden açmış, her bir fotoğrafa uzun uzun bakarken buldum. Ertesi sabah, elimde çay, yine fotoğrafların karşısındaydım. Baktım olmayacak fotoğrafları çeken Merve Çevik’e ulaşıp, sordum, soruşturdum: Nerede çekilmiş bu fotoğraflar, neden çekmiş, çekerken neler olmuş, işin aslı, astarı neymiş?
Çok garip koşullarda yaptık bu ropörtajı: Ben Amerika’da yaşıyorum, Merve İstanbul’da, (ama yakında Madrid’e taşınacak). Saat farkı sebebiyle buluşamadık hemen, sonra görüntülü konuşmamız bağlantının zayıflığı yüzünden yarı görüntülü, yarı sesli oldu. Ses kayıt cihazım görüşme sırasında beni yarı yolda bıraktı, notlar aldım. Notları, kaydı yazı haline getirdiğimde, Merve Çevik eksik kalan parçaları tamamladı. Fatih’ten, vitrinlerden, sokakta yürüyenlerden, pahalı gelinliklerden ve bir siyah gelinlikten konuştuk. Burada onun kısaca anlattığı her bir konudan beşer saatlik ropörtajlar, dev araştırmalar çıkar aslında. Şimdilik bütün bu meselelere değinmiş olalım, devamı gelecek yazılarda olsun.
Çevik halen şehir çalışmaları alanında, 4cities programında yüksek lisans çalışmasını sürdürüyor. İstanbul’a yolu kısa süreliğine düşmüş. “Ben bu fotoğrafları telefonla çektim aslında, yansımalar var diye de üzüldüm sonradan” dedi bir ara görüşmemizde. Bence yansımalar fotoğrafları mükemmel kılıyor. O yansımalar sayesinde bizde de vitrin camlarına yapışmak isteği uyanmıyor mu?
Merve Çevik: “Ben şimdi geçici olarak Fatih’te bir arkadaşımın yanında kalıyorum. Tez ile ilgili yapmam gerekenler var. Taşkışla’daki üniversite kütüphanesi ile Fatih’te kaldığım ev yakınca. Fevzi Paşa Caddesi üstünde yürürken, ya da aslında caddenin adından emin değilim, Fatih Camiisi’ne çıkan, Vatan caddesine paralel cadde bu, burada yürürken görüyorum her gün bu vitrinleri. Fatih’te yaşadığımı duyanlar ‘orada nasıl yaşıyorsun?’ diye soruyor bana. Sahiden de mini etekle yürürken sağdan soldan ‘cık cık cık’ sesleri duyuyor insan, ama bir yandan çok kişi Fatih’te oturmaya başladı son zamanlarda, ucuz burası, sakin de.”
“Gündelik yaşamda kadınlar çok pasif kalıyor erkeklerin yanında. Benim gözlemim bu doğrultuda oldu hep. Yolda bir çift yürürken erkek önden, kadın arkadan gidiyor. Kadın bir şey söylerse adam ona yüz vermiş olmayayım diye duymamış gibi yapıyor, cevap vermiyor sanki. Oysaki bu gelinlikleri satın alan da bu kişiler. Bu gelinliklerin boynundan, omzundan sivrilen parıltılı parçalar sanki bir iktidar göstergesi, ancak sadece düğün gecesine özel bir iktidar. Sonra bir ömür boyu ikinci sınıf insan olacak bir kişinin son özgür gecesi gibi düşünüyorum bazen.”
“Bazen çok erken çıkıyorum evden, işe gidenlerle birlikte koşturmaca içinde otobüslere tıkışıyoruz. Yol üstünde Türkiye’de şimdilerde ikiye, hatta üçe ayrılan orta sınıfın “üst orta” kesimi ile karşılaşıyorum. Bu kişiler beyaz yakalı işlerde çalışan, güzel gelir alan, sabahları pahalı pastanelerden lezzetli, cevizli-dereotlu-peynirli poğaça alan, ama depolama alanı gibi yapılmış çok katlı rezidanslarda oturmak yerine Fatih’te oturan kesim. Gece çok geç dönerken de bambaşka bir kitle ile yürüyorum sokaklarda: Arabaların camından sarkıp etrafa tehditler savuran, bir arkadaşımız askere gitse de bağırsak, havaya silah sıksak, arabamızı ani frenlerle savursak diyen genç insanlar bunlar. Öyle bir bağırıyorlar ki sanki 10 yıldır susmuşlar. İşte bazen gözle görünmeyen, elle tutulmayan ama hissedilen baskılar ya gelinliğin tepesinden; ya da arabanın camından çığlık olarak fışkırıyor galiba.”
“Bu vitrinler çok acayip. Artık herkes AVM’lere kapandığı için buradaki dünya hemen göze çarpmıyor. Ama burada gelinlikçiler var. Muhafazakâr kesime hitap eden gelinlikler de var, çok dekolte kıyafetler satan dükkânlar da burada. Bazı gelinlikle çok pahalı. Yüz milyar liraya gelinlik satan bir mağazanın yanında kaşarlı tostçu var. Onun yanında av malzemeleri satan başka bir yer daha.”
“Muhafazakâr çevre çok renkli, eflatun gelinlik de var mesela. Ben bunları çekerken ağzım açık kaldığı için olsa gerek beni turist sandılar. Bazen insanlar çıktı içerlerden ‘no foto, no foto’ dediler, ama herkes çekiyordu bunları benim gibi aslında. O kadar pırıltılılar ki, mutlaka ya kemerinde, ya cebinde bir pırıltılı taş olacak bunların. Başı açık kapalı mankenler bir arada da oluyor bazen. Mesela dört başı kapalı manken koyuyorlarsa, mutlaka onun yanında bir de başı açık oluyor. Bir de o çok pahalı gelinliklerin vitrinlerine geceleri perde çekiyorlar, hiçbir şey gözükmüyor.”
“Av malzemeleri satan dükkân da bu cadde üstünde. Burası çok ilginç, vitrinindeki mankenlerin hepsi değişik, aynı yüzleri kullanmıyor, hepsinin saçları da farklı ve bazı modeller de örnekte görüldüğü gibi şaşı.”
“Siyah bir gelinlik vardı bir mağazada. Üzeri kristaller, pırıltılarla kaplı. Tim Burton filmlerindeki gibi aynı. Bir gün gördüm, ertesi gün fotoğrafını çekmek için gittiğimde yoktu orda. Hemen içeri girip, sordum, ‘diğer mağazaya yolladık’ dediler. Diğer mağazaya gittim, içeri girdim ‘siyah gelinlik nerede?’ diye sordum, “şu anda yukarıda biri deniyor. Siz de deneyecekseniz yukarıya çıkın” dediler. ‘Yok’ dedim ben ‘ben mankenin üstünde görmek istiyorum.’ Şaşırdılar, ‘nasıl yani’ dediler, baktım açıklayamayacağım koşarak kaçtım ordan. Bir daha da görmedim siyah gelinliği, ama kolluyorum.”
Bu ropörtajı yayına hazırlarken, Merve Çevik’ten konu kısmına “ve onu uzaktan gördüğüm an” yazılmış bir e-posta aldım. İçinden şu görüntü çıktı:
Albümün kalan kısmını bundan sonrasında görebilirsiniz.