Tahtacı Fatma, 1979’da çekilmiş bir belgesel fim. Yapımcısı ve yönetmeni, belgesel filmler dünyasının en önde gelen isimlerden biri Süha Arın. Benim gibi haberiniz olmadıysa bu filmden şimdiye dek, önce hemen bir seyredin. Film işte burada
Yirmi sekiz dakikalık fimin sonuna vardığımda bende, “otuz iki senedir ne kaçırdığımı bilmeden, boş boş yaşamışım” hissiyatı hasıl oldu. Bu kadar güzel işlerle karşılaşınca size de oluyor mu? “Aman Allahım, dünyamızda neler var, benim haberim yok, bazılarından belki hiç olmayacak, üzüntüden ölebilirim” diyor musunuz kendinize hiç?
Fatma bütün bir köyün, halkın, kültürün temsilcisi aslında. Tahtacıların ormanlardaki yaşam koşulları, dertleri, umut ve umutsuzlukları var filmde. Semahları da var, ağıtları da. Süha Arın, 1999’da yanında Nesli Çölgeçen olmak üzere yaptığı bir televizyon programında Fatma ile nasıl karşılaştığını, fikrin nasıl çıktığını anlatıyor. Programa da şuradan ulaşabilirsiniz.
1978’de TRT’nin kendisinden çekmesini istediği, adı Yörük Elif olacak belgesel için Toros dağlarında gezerken ormanda çalışan tahtacılarla karşılaşmış Süha Arın. Fatma Şimşek ile burada tanışmış. Kimse tahtacılarla ilgili çekilecek bir belgesele para desteği vermediğinden, kendisi girmiş maddi yükün altına. Dediğine göre birkaç sene sürmüş borçlarını ödemesi. Hiç adeti olmadığı üzere filmini bir festivale yollamış, “üç beş kuruş da oradan gelsin diye” diyor. Nitekim altından portakalı kazanmış film. Birkaç yarışmada daha da birinci olmuş. Bu yarışmalardan birine dahil olduğundan haberi bile olmamış Arın’ın. Şam’da düzenlenen bu festivalde gümüş kılıç kazandığını sonradan öğrenmiş. Hatta bizatihi gümüşten kılıcın kendisine ulaşması da yıllarca sürecek bir maceranın sonunda olabilmiş. Programda çıkarıp, gösteriyor: “Bakın, işte kılıcım” diyor, gülerek.
Bu programda Arın, tahtacıların hayatlarını ve Fatma’yı belgeyeli yirmi sene olmuş. “Fatma şimdi otuz iki yaşında olmalı. İmkânım olursa Tahtacı Fatma İki‘yi çekmeyi çok istiyorum” diyor. Filmin çekimi bittikten sonra Şimşek ailesi ile bir süre mektuplaşmışlar, sonra kaybetmişler birbirlerini. İşte tam burada, beni bir Fatma Şimşek’i bulmak sevdası sardı. Bütün bir gecemi, birtakım telefon numalarını kaydederek ve kendisine nasıl ulaşacağımı planlayarak geçirdim. Bu yazıyı kaleme aldığım esnada, katettiğim yolun çok olduğunu söyleyemem. Yaşıyorsa şimdilerde kırk beş yaşında olmalı. Bulabilir miyiz dersiniz?
Fatma’nın ne hissettiğini, kendi adına ne düşündüğünü ifade ettiği yerlerden kısacık bir derleme yaptım aşağıya. Bu filmin çekimini nasıl hatırlıyor acaba, peki ya rüyasını?
Benim adım Fatma Şimşek. İlkokulu bitirdim. 12 yaşındayım. Babam tahtacılık yapıyor. Annem hasta olduğu için ormana gelmiyor. Genellikle köyde kalıyor, annem yokken burda işleri ben yapıyorum.
Ağacın çok işleri var adamı yoracak. Ağacı yıkıyon, metreylen ölçüp kesiyon, kabuğunu soyuyon, odunları topluyon, odunları çekiyon, tomruğunu çekiyon, teslim ediyon bir sürü işi var.
Ben bu işi küçük yaştan beri yapıyorum. Abim Hurşit Şimşek ortaokulu bitirdi.
Patates yaparım, fasulye, makarna, pilav. En çok sevdiğim yemek, et, fasulye, piyaz bunlar. Lokantadaki yemeklerin hepsini severim.
Gördüğüm en güzel rüya, annem, babam, ben bir yolda gidiyorduk. Arkamızdan küçük boylu bir dede geldi. Bir ağacın dibine durduk. Ağaç üstümüze eğilip eğilip kalkmaya başladı. O dede “yanıma kaçın” dedi, “ağaç üstünüze göçer” dedi. Ordan geçtik, eve vardık, uyanıverdim.
İlkokulu bitirdikten sonra ortaokula girmek istiyorum, ne babam vermez. Annem hasta en büyük ablam da yok, evin işine kim bakacak?
Ben böyle göç etmeyi sevmiyorum. Hemen rezil oluyor, her yerden her yere göç. Bir yerde durdun mu durmalısın. Bir yerde durdun mu bir gelirin olmalı, yeyip yeyip yatmalısın. Ben devamlı bir yerde kalmak istiyorum bir evim olmasını istiyorum.
Ben hayatımda hasta olduğumda ağlarım, abim döver ağlarım, annem azarlar ağlarım. Babam hiçbir şey yapmaz, babam beni çok sever.
Okusam öğretmen olmak isterdim. Öğretmen olmak iyi, maaş aylık alıyorsun. Doktor da olsam olurdu. En istediğim şehirde yaşamak. Orda aylıklı bir memur olucan şehirde yaşayacaksın. Şehirde rahat ediliyor dağdaki gibi irezil olunmuyor, hem de aylık alıyorsun, memur oluyon para kazanıyon.
Biz aylıklı değiliz ki biz ormanda çalışıyoruz. Onlar şehirde. Devlet bizi ne etsin? Biz ölesiye orman yaşarız.