Ben, ailesiyle neredeyse hiç ilişkisi olmayan, yolu hiç tarikatlerden geçmemiş Müslüman bir kadın olarak bu kadar zorluk yaşıyorsam, bu kadınların feminizmin gerçek birer öznesi olması için atmamız gereken çokça adım var. Bu adımların aciliyetine, Türkiye’nin geleceğine ve gerçek bir “helalleşme” yaşamayı sağlayacak zemini kurmamız gerektiğine inanan feministler, oralarda mısınız?

MEYDAN

Yollarımız kesişiyor, peki ya davamız?

Kesişimselik son dönemin popüler kavramlarından biri. “Cinsiyet, cinsel yönelim, sınıf, ırk, ulus, engellilik ve yaş/kuşak gibi kategorilerin birbirinden bağımsız kategoriler olarak ele alınamayacağını vurgulayan bir yaklaşım”[1] olarak tanımlanıyor. Kapsayıcılık da hakeza son dönemin popüler kavramlarından, ama bu kavram daha çok özel sektörün tekelinde. Tüm şirketler neredeyse kapsayıcılık üzerine çalışmalar yapıyor, “toplumsal cinsiyet, cinsel yönelim, etnik kimlik, yaş, dini ve siyasi görüş, engellilik vb. fark gözetmeksizin tüm birey ve toplulukların süreç ve sistemlere dahil edilmesini”[2] hedefliyor. Bu kavramların “üstten” duyulan bir tınısı var. Her hâlükârda bir yerin sahibi olduğunu, oraya dahil edilmesi gereken farklılıklar olduğunu ima eder bir yapısı var. Bu nedenle bu kavramlar yerine “öznelik” üzerine konuşmayı tercih eden feminist akademisyenlere de buradan selam etmeden olmaz[3].

 

Politik hassasiyet ve özeni anlamakla birlikte, feminizmin öznesi tartışması bir nebze naif kalıyor bana göre. Ne yazık ki, biz istemesek de bir yerlerin sahipleri var ve başkaları bu alanlara dahil olmak için ekstra çaba gösteriyor. Bu nedenle kesişimsellik kavramının kullanılması bana daha anlamlı geliyor. Bu aslında bir feminist olarak kendi mücadelemden ve sonrasında Havle Kadın Derneği’ne gelen süreçteki tüm feminist sayılma çabalarımızdan[4] hareketle yaptığım bir çıkarım. Bu yazının meselesi de “kesiştiğimiz” noktalarda ne kadar ortak bir dava yürütebiliyoruz ya da bu konuda nasıl sorunlarla karşılaşıyoruz konusu üzerine kafa yormak.

 

“Yine geldik bu konuya”, “Müslümanların da mağduriyeti bir bitmedi” sesleri kulağımda çınlarken bu konuda yazmak da pek kolay değil ne yazık ki. Bu nedenle buradaki motivasyonumu tekrar ifade etmek isterim: Feminizm, bell hooks’un tanımıyla “Cinsiyetçilik karşıtlığı” kadar basit bir şekilde ifade edilebilecek, herkesin, özellikle de tüm kadınların hayatlarına iyi gelebilecek bir ideoloji. Simone Beauvoir’ın dediği gibi kadın doğulmaz, olunur muhakkak, ama tüm kadınların (kadın olduğunu beyan eden herkesin) ortak tecrübesini keşfetmesine olanak tanıyan bir alan olarak tüm insanlığın ihtiyacı olan bir şey feminizm. Benim de kendime feminist deme motivasyonum buradan geliyor. Ama ne yazık ki feminist hareket böyle bir alan değil. Feminist hareket, diğer tüm hareketlerle karşılaştırıldığında farklılıkları görme konusunda çok daha değerli sınavlar vermiş, vermeye de açık bir hareket. Ancak hem çok çeşitli, hem bir “sahibi” yok, hem de Türkiye’de baskı atmosferi sertleştikçe homojenleşme eğilimi ayyuka çıkmış bir hareket benim nezdimde. Bununla ilgili senelerdir farklı tartışmalar içinde kendimi buluyor, bazen cidden kapsayıcı bir feminist harekete olan umudumu yitirme noktasına geliyorum.

 

Bunlar içerisinde geçmişte en çok hatırama kazınan mevzu ortaöğretimde başörtüsü tartışmaları. Reçel Blog’ta, Kadına Şiddete Karşı Müslümanlar İnisiyatifi’nin konuyla ilgili kaleme aldığı metni paylaşmıştık[5]. Her iki yapıda da yer alan biri olarak o dönemki öfkemi unutamıyorum ne yazık ki. 2014’te, AKP’nin 20 yılı aşkın iktidarının ilk yarısı tamamlandığında kutuplaşma, ayrıştırma ayyuka çıkmıştı. AKP’nin ortaöğretimde başörtüsü serbestliğine yönelik attığı adım, şimdilerde “laik atak” diye karikatürleştirdiğimiz garip bir tepkiyle karşılaşmıştı. Burada “nötrlük” konusunda garip bir tutum vardı. Nötr olan başı açık olmakla özdeşleştiriliyor, Müslüman kadınlara bu konuda ne yaşadıklarına dair hiçbir soru sorulmuyordu. Reçel Blog’ta yayımlanan açıklamadaki şu paragraf bence çok değerli:

 

“Biz başörtüsüne dair her türlü yasağa karşı olduğumuz gibi, elbette anne ve babaların çocuklarına belirli bir kıyafeti baskı ile giydirmesinin de karşısındayız. Bununla birlikte aile baskısının 20 yaşında dahi mevcut olabildiği herkesçe bilinirken, baskının yaş ile alakalandırılmasının yasağı savunmanın bahanesi olduğu da ortadadır.

 

Yasak, baskıya çözüm olamaz. Yasak devam ettiği durumda başörtülü kızların ya özel alanda örtülü olmaya devam edip, “kamusal alan”a girerken her gün kimlik değiştirme travması yaşayacakları ya da örtülü gidemedikleri için okuldan ayrılmak durumunda kalacakları açıktır. Dolayısıyla okulda başörtüsü serbestilğini savunmak, -ister kendi tercihiyle ister zorla örtünmüş olsun- tüm başörtülü kız çocukları için eğitim hakkını savunmaktır.”

 

Buradaki kilit ifade: “Yasak, baskıya çözüm olamaz.” Feministleri devlet ve yasaklarına yönelik düşünmeye çağıran bu metin aslında var olan gerçeklik içerisinde kadınların hareket alanını kısıtlayacak her türlü yasağa yönelik birlikte düşünmek istiyor. Bu konuda benim de Reçel’de yazdığım bir yazı var.[6] Orada “Ama uzun zaman sonra ilk defa bu kimlikle ilgili kendimi başka türlü savunurken buldum etrafta. Çünkü ortaöğretimde başörtüsüne dair yayınlanan metin üstüne gelen “kimi” yorumlar, hiç beklemediğim Facebook arkadaşlarımın bu konuyla ilgili durum güncellemeleri zihnimde üst kuşak paranoyak İslamcıların bizim kuşağa bazı bazı söylediklerini çınlattı: “Onlar sizin yanınızda gibi görünürler, ama aslında değiller”. Yahu ben onlar kim, biz kimiz, siz kimsiniz varoluşsal sorularını bile sormayalı kaç sene oldu, yine nerden çıktı bu işler!” demişim. Buradaki varoluşsal sorgulamaya dair bıkkınlığım meğer uzunca seneler devam edecekmiş.

 

Bu yazı vesilesiyle yaptığım taramada bir gündem daha geldi aklıma: Gezi süreci. Bu süreçte de ne kadar “ait olamadığımı” hissettiğim bu mücadeleye yönelik benimle benzer hisleri olan kadınları toplamış, birlikte yaptığımız sohbeti yazılaştırmıştım.[7] Orada da aslında tüm konuştuklarımızı en sakin şekilde ifade eden şu kısım hala çok vurucu:

 

“Söylediklerinin, AK Parti eşittir muhafazakârlık, eşittir dindarlık eşittir başörtülü denkleminin zihinlerde yer etmesinden kaynaklandığını düşünüyorum. O yüzden başörtülülere karşı takınılan tavır farklı; sokakta görünen herhangi bir insana davranıldığı gibi değil de “fazla” olumsuz veya olumlu tepkiler verme durumu var. Ulusalcıların bulunduğu sokaktan geçersen onlar suçlu bir AKP’li görüyor, Gezi’de bulunursan teşekkürü hak eden -yani aslında oraya ve oranın özüne ait olmadığı ima edilen-, tebrik edilmesi gereken bir dost, bir ziyaretçi oluyorsun”

 

Yine bir “sahip” var ortada, biz de oraya kendimizi sıkıştırma çabasındayız. Öznelik kısmına gelmemize daha çok var yani.

Deena Muhammed’in Qahera Serisi’nden bir parça*

 

Arada bu ve buna benzer birçok şey de yaşadık pek tabii. Ama en yakın zamanda, beni cidden tekrar umutsuzluğa sürükleyen tecrübem ise Havle Kadın Derneği web sitesinde, olabildiğince sessizce, ama tarihe not düşmek niyetiyle yayınladığımız “Zor Zamanlarda Feminist Özne Olma Hikayemize Bir Virgül”[8] yazısı çerçevesinde oldu. Havle Kadın Derneği 2018’de kurulduğundan beri ne işe yaradığını anlamaya gayret gösteriyor. Daha önce yapılmayanı yapmak, bu şekilde feminizmi güçlendirmek, yaygınlaştırmak için çaba gösteriyor. Burada da yapabileceği en kritik şey Müslüman ya da Müslümanlıktan yolu geçmiş öznelerin geçmiş tecrübelerini feminizmin kapsayacağı bir hale getirmek. Burada afet sürecinde yaşanan iç sıkıntısıyla ilgili yapılan bir sohbetin yazılaştırılması sonrasında ne demek istediğimizin hiç anlaşılmaya çalışılmadığı, sadece bir yerlere sıkıştırıldığımız bir süreç yaşadık. Tüm harekete asla atfedilemeyecek olmakla birlikte, aldığımız bazı hadsiz eleştiriler (devletçilik, İslamcı çetelere destek vermek…) de, “feminizmin içerisinde yeni aileci bir akım var tabii, bunu da görüyoruz.” gibi severken öldüren ifadeler de… feminist hareket içerisinde tam olarak ne yapıyoruz, neye çabalıyoruz diye beni çokça düşündürdü. Ancak o dönem kaleme aldığımız “Aile Araştırması”[9]nın son kısmında sevgili dostum Zehra’nın yazdığı umut dolu final tüm motivasyonumuzu anlatıyor:

 

“Ayakları kadınların gerçekliğine, menfaatine ve arzularına basan, ailenin kapladığı yere rağmen kadınların hayatlarında kendine yer açabilen, duyan ve duyulabilen bir feminist politika umuduyla.”

 

Bu umudu kaybetmemek için elimizden geleni yapıyoruz, yapıyorum.

 

Bu umudu yeşertmekte LGBTİ+ hareketinin katkısını söylemeden geçmem mümkün değil. LGBTİ+ hareketinden birçok farklı oluşumun bize (Havle Kadın Derneği’ne) yaklaşmasını, sorular sormasını, birlikte cevaplar bulmasını çok önemli ve öğretici buluyorum. Pozitif Dayanışma’yla birlikte kaleme aldığımız “HIV’le Yaşamak: Ne Günah Ne de Ceza” yazısı bence Türkiye’nin acilen ihtiyaç duyduğu bir şeye alan açıyor. Metnin sonunda sevgili Zeynep’in kaleme aldığı şu kısım her okuduğumda tüylerimi diken diken ediyor:

 

“Dün ne yaptığımız veya yapmadığımız, bugün ne yaşadığımız veya yaşamadığımız bize güç ve tahakküm uygulayanların bahanesi oluyor. Bu tahakküm, din üzerinden kendini meşrulaştırmaya çalışıyor. Sadece dini gerçeklerden değil, bilimsel gerçeklerden de oldukça uzak olan bu tahakküm sistemini tanımıyoruz.

Utanç duymadan önce utanmayı öğrenen ve utandırılan tüm bedenlere;

Barındığımız bedenlerimizin eşsizliği ve biricikliği,

Özgürlüğün ve direnişin yuvası olsun.”

 

Yakın zamanda da bir LGBTİ+ destek hattı nasıl Müslümanları da kapsayacak, ihtiyaçlara cevap verecek bir hale gelebilir diye kafa yormak için farklı bir yapıyla bir araya geldik. Müslümanların neden kendini böyle alanlarda rahat ifade edemedikleri, ya da ihtiyaç duydukları desteğe ulaşabilmek için nelere ihtiyaç duyduğu üzerine düşünmek çok ama çok öğreticiydi.

 

Keşke farklı feminist örgütlenmelerle de benzer alanlar kurabilsek. Müslüman kadınların feminizme dahiliyeti önündeki engelleri aşmak için araçlar geliştirsek. Aile içerisinde kendisine bir güven alanı oluşturan kadınlarla nasıl bir ortak dil kurabiliriz, bunların üzerine düşünsek. Cidden “yalnız da yanlış da değilsin” cümlesinin hakkını nasıl veririz, üzerine kafa yorsak. Şimdilerde “Kızıl Goncalar” dizisi sağolsun, bir nebze gündeme gelen tarikatlerde, farklı İslami örgütlenmelerde kendini güvende hisseden kadınların da sırf kadın olarak yaşadıkları mağduriyetleri onların tüm gerçekliğini görerek, onların kendini en rahat ifade edebileceği alanlar yaratarak, onları kendimize benzetme derdine düşmeden dinleyebileceğimiz alanlar yaratsak. Ben, ailesiyle neredeyse hiç ilişkisi olmayan, yolu hiç tarikatlerden geçmemiş Müslüman bir kadın olarak bu kadar zorluk yaşıyorsam, bu kadınların feminizmin gerçek birer öznesi olması için atmamız gereken çokça adım var. Bu adımların aciliyetine, Türkiye’nin geleceğine ve gerçek bir “helalleşme” yaşamayı sağlayacak zemini kurmamız gerektiğine inanan feministler, oralarda mısınız?

 

 

 

 

 

[1] Başak Kocadost, t.y., “Kesişimsellik”, Feminist Bellek, https://feministbellek.org/kesisimsellik/

[2] Kadir Has Üniversitesi Yaşam Boyu Eğitim Akademisi, t.y., “Çeşitlilik ve Kapsayıcılık Eğitim Programı”, https://ybea.khas.edu.tr/programs/cesitlilik-ve-kapsayicilik-egitim-programi-239

[3] Bermal Küçük, t.y., “Feminizmin Öznesi”, Feminist Bellek, https://feministbellek.org/feminizmin-oznesi/

[4] Normalde yazılarda “biz” ifadesini kullanmaktan çok çekinirim. Kendiliğinden bir “siz” kurmasından çekinirim. Burada “biz” diye bahsettiğim ağırlıklı olarak Müslüman feministler, kimi yerlerde feministlerin tamamı. Buradaki “biz”in akışkanlığını önemsiyorum. Yazıyı bu gözle okumanız beni çok mutlu eder.

[5] http://recel-blog.com/hangi-cocuklarin-neye-imrenmesi-ideolojik-savastir/

[6] http://recel-blog.com/qahera-olmak-istemek/

[7] https://feministyaklasimlar.org/sayi-20-haziran-2013/helal-olsun-sen-de-buradasin/

[8] https://www.havlekadin.com/feminist-bilgi/zor-zamanlarda-feminist-ozne-olma-hikayemize-bir-virgul/

[9] https://www.havlekadin.com/wp-content/uploads/2023/07/Havle-Kadin-Dernegi_Turkiyede-Aile-Hayaller-ve-Gercekler.pdf

 

*Çeviri: “İşte bu yüzden müslüman kadınları kurtarmalıyız!”

“Olamaz, süper duyumlarım daha fazla yalan tespit etti. İşte yine başlıyoruz.”

 

YAZARIN DİĞER YAZILARI

Bir de bunlar var

Benim Çocuğum Belgeseli ve LİSTAG Aileleri
Betül Celep İşini Geri İstiyor
Direncimiz düşmesin!

Pin It on Pinterest