Sevim Onursal THKO davasından iki yıl hapis yatar. Sevgi Soysal, Behice Boran ve Oya Baydar gibi isimlerle aynı koğuşta kalır. Sevgi Soysal, Yıldırım Bölge Kadınlar Koğuşu adlı kitabında (1) Sevim Onursal’ın mizacını “saygın ve ağırbaşlı” diye tarif eder. Sabahları koğuşun erkencileri ikisidir. Sevgi Soysal jimnastik yaparken Sevim Onursal demli çay ve sigarayla güne başlar. Yıldırım Bölge’de de dava arkadaşlarından farklı davranmak istemediğini söyler. Denizler Mamak’ta açlık grevine girince o da katılır.
Cezaevi günleri en üretken olduğu dönemlerden biridir. Sevgi Soysal’ın başka bir anısına da konu olur bu üretkenlik. “Ranzamın ucuna güneş vuruyor. Tam oraya oturdum ‘Yüzünü sağa çevir, az güneş gelsin’ Sevim Onursal resmimi yapıyor, pastel kalemle….” Sevim Onursal arkadaşı mahkemeye çıkmadan evvel ya tahliye olursa diye resmi bitirmek için acele etmektedir. Ama tahliye olamaz Sevgi Soysal. Resmi ise bitmiştir. Görüşe gelen Mümtaz Soysal’a vermek ister. Gardiyanlar resmi inceler, evirip çevirip şifre ararlar. Bulamayınca Mümtaz Soysal alıp götürür resmi. Koğuşa döndüğünde “Ben tahliye olamadım ama resmim tahliye oldu” der.
Bazen mavi dağlar bazen bir vazodan taşan beyaz şakayıklar belirir tuvalinde. Deniz, Yusuf ve Hüseyin’in idam edildiği avluyu çizer. Hiç olmazsa bulduğu taşları desenler çizerek boyar.
2022’de yaşamını yitiren Gülay Ünüvar’ın (THKO kurucularından) yakın arkadaşı Sevim Onursal’a yazdığı mektup sanatçının tavrına ışık tutar:
“Orada, cezaevinde zor koşullar altında bile yaratıcı olmanın en güzel örneklerini verdin bize. Bir yandan resim yapmayı sürdürüyor, öte yandan bizim de katılabileceğimiz etkinlikler öneriyordun. Senin önerinle cezaevi avlusunda topladığımız çakıl taşlarını boyayarak neler neler yapmadık! Ve de tuz seramikleri ve öteki uğraşlar…Batılı anlamda, modern bir ressam olmana rağmen elitizme düştüğüne, doğuya özgü sanatları ve el sanatlarını küçümsediğine hiç tanık olmadım. Perspektifin, renklerin ve tonların nasıl uyuşacağının ilk dersini orada senden aldım. Göz boncuklarını, yazma desenlerini sevmeyi, kilim motiflerini okumayı da orada senden öğrendim. Katı’ sanatının varlığını, hattatlıktaki ustalığı ve benim bir zamanlar küçümsediğim ve donuk bulduğum minyatürlerdeki hareketliliği görebilmeyi de senden öğrendim. Seninle ufkum genişledi, bilincim yeni yönler buldu, güzelliği keşfetme sezgim gelişti. Benim için usta bir öğretmendin.” (2)
Parkasız, postalsız devrimci
Duruşmaya çıkacak kadınların saçlarını Sevim Onursal tarar. Behice Boran’ın gümüş renkli saçlarını bir gün öncesinden sarar. Hem zevkli hem beceriklidir. Duruşmada giyeceği kıyafeti düşünür, gardırobundan seçtiği kombini kızlarına sipariş eder. İçeride yaptığı maya ile saçlarını boyar. Günler öncesinden ince ince hazırlanır yani. Her şeyden önce kendini salmış, bırakmış, yıpranmış bir izlenim vermek istemez. Daha da önemlisi “Parka, postal olmadan da devrimci olunur” der. O dönem mahkumları mahkemeye kamyonlara doldurup götürürler. Sevim Onursal’a “Sen etek giyiyorsun nasıl çıkacaksın kamyona?” diye sorulur. “Boş verin” der, “çıkarım ben.” Ama çıkamaz. Eteğini beline kadar sıyırmayı düşünürken askerler koşup kamyona çıkmasına yardım ederler. Sevim Onursal’ın o şartlarda bile şıklığından taviz vermemesi, özsaygısı herkeste saygı uyandırmaktadır. Evet askerlerde bile…
Dev-Genç’li, THKO’lu Nuran Ağırnaslı bir röportajında (3) “68 kuşağında kadın olmak nasıldı? 1968 ile 1972 yılları arası, Denizlerin idamına kadar, kadınlar nasıl bir süreçten geçti?” sorusuna şöyle cevap verir:
“O günler ODTÜ’de kadın sayısı az, devrimci kadın sayısı daha da azdı. Dolayısıyla erkek arkadaşlarımızın etkisiyle giyim ve kuşamımız devrimci olmayan kadınların tarzından hemen ayırt edilirdi. Kot, kadife pantolon, parka filan… Ama bunlara rağmen kendini o kategoriye sokmayan, kadınsı özelliklerini koruyan kadın arkadaşlarımız da vardı. Ancak tercih edilenin bizimki olduğunu bilirdik. Kimi zaman erkek arkadaşlarımız daha kadınsı özelliklere sahip kızlara aşık olurlardı. Fakat bunu, yoldaşları olan biz kadınlara yakıştıramazlardı. (…) O yıllarda özel bir kadın bakış açımız yoktu. Bugünkü söylemle ifade etmek istersem, kısmen erkek egemen bakış açısı vardı da diyebiliriz. Hatta mücadele içinde olmanın yolu fazla kadınsı olmamaktan geçiyordu. Bir gün kantinde Ulaş’la (Ulaş Bardakçı) karşılaştık ve ilk kez elbise giymiştim ve bana baktı dedi ki; “İskoç erkekleri gibi olmuşsun, gözünü seveyim lütfen giyme bir daha.”
Gülay Ünüvar’ın Sevim Onursal’a yazdığı mektubun son paragrafıysa şöyle:
“Kadın erkek ilişkilerinde gönüllü birliğe ve eşitliğe önem veren, kadının bağımsızlığını vurgulayan ve başkalarının ne dediklerine pek aldırmayan tavrınla benim için bu alanda da örnek oldun, gözümü açtın.”
Ve bir de Hatırla Sevgili var.
Sevim Onursal 2006-2008 yılları arasında ATV kanalında yayınlanan, gerçek olaylardan esinlenerek yazılan drama-dönem dizisi Hatırla Sevgili’de birkaç saniye görülen “sessiz bir figüran”. Davada Sevim Onursal’ı oynayan karakter Nuran Ağırnaslı’nın bahsettiği gibi giyinmiş 18 yaşlarında bir genç! Ancak bu sahneyi daha da garip hale getiren şey aynı bölümde arşivden duruşma haberlerinin gösterilmesi olur çünkü gazete kupürlerinden birinde 40’lı yaşlardaki şık, tayyör giyen Sevim Onursal’ın da yer aldığı o duruşmanın fotoğrafı vardır. Dizinin yapımcısı veya yönetmenleri ya da senaristleri “Parka, postal giymeden devrimci olunacağına” inanmamış, Sevim Onursal’ı yakıştıramamışlardır o sahneye. (4) Yazı dizisinin başında kırpıldığından bahsettiğimiz mahkemenin fotoğrafıdır o sahne.
Nuran Ağırnaslı’nın anlattıkları, Gülay Ünüvar’ın mektubun son kısmı, Hatırla Sevgili’de ona verilen rol, devrimcilerin ablası görevine atanması… Sol/sosyalist/komünist hareketin, daha doğrusu bu hareketin tarih anlatısının Sevim Onursal’la olan meselesini çoluklu çocuklu, yaşını başını almış, tabulara aldırmayıp ilişkisinin ardında duran, kadınsılığından kopmayı reddeden bu kadının erkeklerin iktidar ve eylem alanı olan siyasal yapıya girmiş olmasından değil, bu yapıyı tavizsizliğiyle yıkıp kadınların lehine yeniden şekillendirmeye muktedir olmasından duyulan korkuya yorabiliriz.
Siyasi yapının hakimi erkeklerden kasıt heteroseksüel erkekler. 68’ler eşcinsellerin açıkta olmadığı yıllar. LGBT+ kimliklerin varlığı, meşruluğu, hakları ancak 1980 sonrası mücadele alanı olabildi. Türkiye 68 hareketindeyse eşcinsel yoldaşların gıyabında konuşulurken onlardan (hakaretamiz olmaması gerekçe edilerek) erkek ise “Tanju”, kadın ise “Leman” koduyla bahsedildiğini Zerrin Alganer’den öğreniyoruz.
Devrimci şair Arkadaş Z. Özger de Tanju’lardan biridir. SBF’ye yapılan polis baskınında başına ağır darbeler alır. İşkence görür. 1973’te sokakta ölüsü bulunur. Beyin kanaması geçirdiği söylense de arkadaşlarına göre başına aldığı darbelerin yarattığı hasar korkunç sona sebep olmuştur. Yıllar sonra yayımlanan şiir kitabının (5) ismi kimliğine dair ne varsa özetleyecek kadar güçlüdür: Sakalsız Bir Oğlanın Tragedyası.
Sevim Onursal’ın hapisten çıktıktan sonra köşesine çekildiği düşünülse de o dolu dolu bir hayat sürmüştür. Zerrin Alganer’in anlatımıyla bulduğu her şeyi okur. Hiç gitmediği ülkeleri gitmiş görmüş kadar iyi bilir. Güzel giyinir, güzel yer, güzel içer. 1 Mayıs’tan Cumartesi annelerine, 8 Mart’lara kadar pek çok eyleme katılır. Ama sıra basın açıklamasına geldiğinde kenara çekilir. Fotoğraflara kendi tercihiyle girmez. Demeç vermez. “Ne o öyle elini öptürmeye gelmiş ezik gibi” deyip böyle şeyleri “uncool” bulsa da ısrar edenlere orada bulunma sebebinin kendini göstermek değil destek vermek olduğunu söyler.
Arkadaşı Gülay Ünüvar bir gün onu televizyonda yağlı güreş müsabakası izlerken bulur. Sevim Onursal ve yağlı güreş? Mana veremez. Ama bir müddet sonra onu da sarar yağlı güreşler. Birlikte izlemeye başlarlar. Hem kendileriyle dalga geçerler hem de ortamlarda anlatmayı tercih etmeyecekleri bu eğlencelerinin hazzını yaşarlar. Sevim Onursal böyledir. Ne durumda olursa olsun baktığı şeylerde haz, estetik arar. Mesela sokakta kafasını kaldırarak yürür, binaların işlemelerine denk gelmek için. Alelade görüntülerde desenler görür.
Sanatsal yolculuğuna gelince, o da kendine özgüdür. Hapishanede sadece siyasi tutukluları değil adi suçlardan yatan kadınları da resmeder. Peki o çalışmalara ne olur? Hapishaneden çıktıktan sonra sergi açmaz. Kızı Berrin Alganer’in ifadesiyle o dönem eline kalem alanın Deniz Gezmişler ile ilgili kitap yazdığı, resim çizip sergi açtığı, “solcu sanatta” enflasyonun yaşandığı bir dönem. Sevim Onursal yoldaşları hakkında röportaj dahi vermezken böyle bir ortamda sergi açmayacaktır. Sonrasında da o dönemlerin geride kaldığında ikna edemezler. Bu kez de halihazırda üretmediği için istemez. Onun tabiriyle “Deniz Gezmiş’in kenarından geçen herhangi bir ressam gibi önce kendini satıp sonra bununla yaşamayı” istemez. “Sanatçı üretmeden ben yaptım diyemez” diye düşünür. Sanatına güvenir ama içinde bir şey kırılmıştır. Sol çevrelerdeki tek başınalığı mı, kaybettiği arkadaşlarının yoksunluğu mu, eserleriyle bütünleşemeyeceği kaygısı mı, ışıkları söndürünce canlanan işkence anıları mı, Kor Koçalak’ın açmazları yüzünden sol çevrelerde bir kez daha yalnızlaştırılması mı ya da kendisinde gördüğü bir eksiklik mi kırmıştır o şeyi? Bilmiyoruz. Sevim Onursal’ın sessizlikleri… Ama resim yapmadığı için kendine kızgındır. Sosyalist Yarın dergisinin kapaklarını o dönemde tasarlar. İlerleyen dönemlerinde desenler çizer. Evine gidip gelen genç ressamlarla sohbet etmeyi sever, sorulduğunda “Aman canım, öylesine bir şeyler karalıyorum işte” dediği çalışmalarıysa ağırladığı genç ressamların özgünlüğüne kapıldığı güçlü desenlerdir. Dünlere günler eklenir, Sevim Onursal hala durduğu yerdedir: Kendine “Denizlerin ressam arkadaşı Sevim” dedirtmeyecektir.
2003’te maalesef felç geçirir. Bir daha resim yapamayacaktır. Kızı Berrin Alganer eğer Sevim Onursal yapmazsa ondan başkasının da Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan ve Yusuf Aslan’ı selamlayan bir sergi yapmayacağını söyleyerek ikna eder annesini. Üç yıl sonra, Denizlerin ölüm yıl dönümü olan 6 Mayıs’ta kızlarının çabasıyla “Deniz, Yusuf, Hüseyin anısına” retrospektifi açılır. Tekerlekli sandalyeyle açılışa gelir. Bu kez de hastalığı yüzünden sessizdir. Ama devrimci hareketten yoldaşlarıyla bir araya gelmenin heyecanı, mutluluğu yüzünden okunur.
Şimdi geriye dönüp baktığımızda Sevim Onursal’ın ilk ve son kişisel sergisi için sanatsal birikiminin görünmezliğini yıkacak kadar yankı bulduğunu söylemek zor. Sevim Onursal’ın sessizlikleri…
Devrimci ressam Sevim Onursal için dönemin ve sosyalist ortamın şartları gereği bilince getirdiği ya da dilde ifade ettiği bir feminist mücadeleden bahsedemeyiz belki. Ama önemi yok çünkü kendi olmaktan, topluluğun çoğulluğunda eşsizliğini korumaktan hiç vazgeçmeyen, pes etmeyen başka bir zamana, yaşadığı zamanın ötesine geçen bir kadındı diyebiliriz.
KAYNAKLAR
Ana görsel: Sevim Onursal’in hapis yıllarından sonra (1976) yaptığı oto portresi 2006’da açılan retrospektifinin afişidir.
(1) Sevgi Soysal, Yıldırım Bölge Kadınlar Koğuşu, İletişim Yayınları, 2003
(2) Sevim Onursal’ın kızı Berrin Alganer’in arşivinden.
(3) Didem Mercan, “Nuran Ağırnaslı: 68 kuşağının mücadelesi kadını özgürleştirdi”, Gazeteduvar.com.tr, 6 Mayıs 2022
(4) Sis Yapım imzalı Hatırla Sevgili adlı dizinin tarih danışmanı Can Dündar, yönetmenleri Ümmü Burhan, Faruk Teber, senaristleri ise Nilgün Öneş, Şebnem Çitak ve Aylin Alıveren’dir.
https://www.imdb.com/title/tt0878797/?ref_=nv_sr_srsg_0_tt_2_nm_0_q_hat%25C4%25B1rla%2520sevgili
Sevim Onursal’a dizinin 54. bölümde yer verilmiştir.
https://www.youtube.com/watch?v=gPpbWKfNPB8
(5) Arkadaş Z. Özger, Sakalsız Bir Oğlanın Tragedyası, Ve Yayınevi, 2015