Bu yılki çok kültür sanat olayı gibi 2024 Oscar’ları da Filistin’deki işgal ve savaşın gölgesinde yanımızdan geçip gitti. Kazanan, yarışan adaylardan çok sanatçıların, yapımcıların, yönetmenlerin savaşa dair pozisyonunu merak ettiğimiz bu yıl, bana sorarsanız her yıl kadar bayık ve tahmin edilebilirdi. Neden Hollywood’dan, dünyanın en büyük yapım mekanizmasından eleştirel bir tavır bekliyoruz? Var oluş amacına ve ideolojisine ters değil mi? Ama bir yandan da bu yüzyılın en büyük savaşlarından ve işgallerinden birine tanıklık ediyoruz. Kelimenin her anlamıyla, tanıklık ediyoruz. Neden birileri savaş ve soykırım politikasına karşı bir şey demesin değil mi?
Şubat ayında düzenlenen Berlinale’de yaşanan rezaletten sonra, Filistin’de barışı ve Filistin’in özgürlük mücadelesini destekleyen gruplar gözünü Oscar’lara dikti. Ne olduğunu kısaca tekrar hatırlayalım: Belgesel film ödülü alan No Other Land filminin Filistinli ve İsrailli yönetmenleri Basel Adra ve Yuval Abraham’ın konuşması anti-semitik olmakla suçlanmıştı[1]. Adra daha sonra sağcı gruplar tarafından ölüm tehditleri aldığını da açıklamıştı.
Ayrıca Berlinale İnstagram hesabı hacklenerek Filistin’e destek veren “Genocide is genocide, we are all complicit” (“Soykırım soykırımdır, hepimiz bunun bir parçasıyız”) başlıklı bir hikaye ve Filistin’deki savaşın filmlerin ödüllendirildiği böyle kültürel etkinliklerde görmezden gelinmesinin ne kadar büyük bir suç ortaklığı olduğuna dair bir metin paylaşılmıştı. Şaşırtıcı olmayan bir şekilde Berlinale yönetimi “bu ne idüğü belirsiz kriminal paylaşım için yasal yollara başvuracağını” açıklamıştı[2]. Berlinale sanat çevrelerinde politik bir film festivali olarak görülüyordu.
Bütün yıl yaygara koparan Nolan’ın Oppenheimer 7 dalda ödülü kucaklarken, feminist mi değil mi bir türlü karar veremediğimiz, bu tartışma uğruna ilişkilerin gerildiği Lanthimos’un Poor Things’i 4 dalda Oscar aldı. Bence bu yılın en iyi filmi olan ve soykırımın hala nasıl içinde yaşadığımızı, geçmişin tam da geçmediğini açık eden The Zone of Interest filmi ise 2 ödül kazandı. The Anatomy of a Fall “En İyi Senaryo” ödülünü aldı.
Filistin’deki savaşı görünür kılmak adına Filistin bayraklı rozetlerle kırmızı halı arz-ı endam eden The Anatomy of a Fall ekibi[3] ve “Filistin’e özgürlük” sloganıyla koşarak salona yetişmeye çalışan Mark Ruffalo[4] sempatimizi kazandı. The Zone of Interest’in yönetmeni Jonathan Glazer’ın ödül konuşması da içimizi biraz soğuttu tabii[5]. Emma Stone’un en iyi kadın oyuncu ödülünü alırken “bu ödülü sizlerle paylaşıyorum, umarım birlikte daha çok şey yaparız,” şeklinde konuşması bir kuple feminist esinti taşısa da Oscar’lar Barbieheimer/OppenBarbie ikiliğinden kurtulamadı bu yıl[6]. Oppenheimer’ın light Amerikan milliyetçiliği soslu hikayesine her gün yeni tarihsel bilgiler ekleniyor. Filmin hem feminist hikaye anlatımlarında referans alınan Bechdel testinden kaldığı hem de aynı dönemde fizikçi olan ve atomun parçalanabilirliğinden bahseden Lise Meitner isimli kadını görmezden geldiğine dair bir bilgi dolaşıma girdi[7]. Biraz daha sansasyonel ve kurtarıcı soslu bir erkek hikayesi izleyelim diye birkaç kadını tarihten silseler ne olur ki, değil mi? Great Gerwig ve Barbie’nin herhangi bir ödül almayışıyla ilgili ise rahatlamadan başka bir hissim yok. Sonuç olarak Barbie’nin oyuncak markası Mattel tarafından büyük paralara çekilmiş basit, dümdüz hikayesiyle ancak bir PR ordusu desteğiyle ayakta kalabilecek bir yapım olduğunu görmek güç değil. Robert Downey Jr’ın ilk Oscar’ını kucakladığında yaptığı hanımcılık dolu konuşma[8] ve High Fidelity’deki işvebaz (yazar burada sassy için doğru çeviri arıyor) karakter Cherise ile hatırladığımız Da’Vine Joy Randolph’un en iyi yardımcı kadın oyuncu ödülünü alması da sevimli, “pozitif” görülebilecek şeylerden.
Tüm bunların karşısında, törenin yapıldığı salonun dışında neler oldu peki? Filistin’deki soykırıma dikkat çekmek, kültürel boykot çağrısı yapmak üzere bir araya gelen Film Workers for Palestine (FWP), Jewish Voice for Peace Los Angeles (JVP-LA), SAG-AFTRA Members for Ceasefire, ve Adalah Justice Project, Oscar’ların yapılacağı yerde bir protesto düzenledi ve “siz Oscar’ları izlerken Filistin’e, Refah’a bombalar düşüyor” dedi. Oscar seremonisi gerçekleşirken New York’taki Colombus Circle’da “Hollywood Silence is Violence” (Hollywood’un sessizliği şiddet yaratıyor”) yazan bir video enstalasyonu yansıtıldı ve kamuoyuna soykırıma sessiz kalınmaması için tekrar çağrı yapılmış oldu[9].
Sonuç olarak Oscarlar bildiğimiz gibi, boş ve şaşaalıydı. İçeride kimin ne giydiğinden ziyade, dışarıda hangi taleplerin sıralandığını duymak ve bu talepleri olabildiğince o ışıltılı dünyaya taşımak meseleydi bu yıl. Mark Ruffalo ve Jonathan Glazer bunu makul bir şekilde yapmaya çalıştılar. Ama ya diğerleri? Ya ekonomik veya kültürel boykotun yanından bile geçmeyen ama konuşmaya gelince mangalda kül bırakmayan bizler? Susarak hepimiz bu soykırıma ortak olmuyor muyuz?
Kaynaklar:
[1] https://bianet.org/haber/berlinale-de-en-iyi-belgesel-odulunu-alan-israilli-yonetmene-olum-tehdidi-292382
[2] https://twitter.com/mildredsfierce/status/1762203288085336482
[3] https://x.com/theoscarboy/status/1766939117324018053?s=20
[4] https://twitter.com/antidoteblues/status/1767059745511276576?t=DgMLj04T314ejrML4_Uj3Q&s=19
[5] https://www.youtube.com/watch?v=3ymiyNmr1WY
[6] https://www.youtube.com/watch?v=kriaFd5Sggk
[7] https://x.com/RebeccaSolnit/status/1767021204676948357?s=20
[8] https://www.youtube.com/watch?v=oH4tQzxcpPI
[9] https://www.instagram.com/p/C4WumAINpls/?img_index=1
Ana görsel: Otonom Berlin sakinleri European Film Market/Berlinale’de. Fotoğraf: Autonomous Berlin organizers