Ali Malikov’un Heinrich Böll Stiftung Derneği’nin Güney Kafkasya bölgesi, Tiflis Ofisi’nin websitesinde yayınlanan yazısı bizzat yazar tarafından çevrildi.
Azerbaycan’da marjinalleşmiş nüfusu temsil eden feminist hareket ve LGBTQ+ toplulukları sosyal, siyasi ve ekonomik ayrımcılık ve dışlanmaya maruz kalıyor. Son zamanlarda, bu toplulukların görünürlüğü Azerbaycan’da artıyor. Bununla birlikte, hükümet halen onları halkın gözünden uzaklaştırmaya devam ediyor. Bu yazıda, Azerbaycan’da feministler ve LGBTQ+ topluluklarının karşı karşıya kaldığı çeşitli ayrımcılık ve şiddet biçimlerini ele alıyorum.
LGBTQ+ ve feminist topluluklara karşı “hoşgörülü” devlet
Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev, 2014 PACE (Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi) yaz oturumunda Norveç Milletvekili Lise Christoffersen’in LGBTQ+lar hakkındaki bir sorusuna şu şekilde cevap verdi: “Azerbaycan’da tüm grupların hakları sağlanmıştır; herhangi bir kısıtlama yoktur.” Ancak, bundan sadece 3 yıl sonra, 2017’de, polisin düzenlediği baskın operasyonlarında yaklaşık 100 trans kadın ve eşcinsel erkek gözaltına alındı, çeşitli işkencelere, tacizlere maruz kaldı, gözaltında zorla tıbbi muayenelere tabi tutuldu. Hatta gözaltında tecavüz vakalarıyla karşılaşıldığı iddia ediliyor. Bu baskınlar sonucunda polisin hedef aldığı bazı LGBTQ+ insel yönelimleri açığa çıktı. Bu yüzden, kiralık konutlarını ve işlerini kaybetmelerine sebep oldu.
Azerbaycan devleti, feminist ve kuir toplulukları, merkezi otoritesine bir tehdit olarak görüyor ve herhangi bir sivil itaatsizliği tolere etmiyor. Protestolarda kaçırma/zorla gözaltına alma, kadınlara ve kuirlere fiziksel şiddet kullanma ve medya temsilcilerinin çalışmalarını engelleme gibi eylemler, Azerbaycan’ın kadınlara ve LGBTQ+’lara karşı tutumunu ortaya koyuyor.
2019’da Uluslararası Kadınlar Günü’nü kutlamak için Bakü’de düzenlenen 8 Mart yürüyüşünde, polis gösteriye katılanları basın mensuplarının bulunmadığı yeraltı metro istasyonlarına zorla götürdü ve protestoculara saldıran provokatör bir gruba müdahale etmedi. Yine, 2019’un Ekim ayında düzenlenen “şiddete karşı yürüyüş”te, protestocuların bildirdiğine göre, polis çoğu kadın olan aktivistleri aşırı zor kullanarak gözaltına aldı. Bu zorluklara rağmen, Azerbaycanlı feministler sonraki yıllarda Uluslararası Kadınlar Günü’nde tekrar sokaklara döndü. 2020 Mart’ındaki gösteri daha iyi örgütlenmiş, yoğun katılımlı bir gösteriydi: Aktivistler yoğun polis denetimine rağmen şehir merkezindeki bir binanın çatısına “Bizimdir Hür Sokaklar” sloganı yazılı büyük posterlerini asmayı başardı. Beklendiği gibi, polis yine müdahale ederek aktivistleri gözaltına aldı. Cesur sloganlarıyla bu gösteri, Azerbaycan toplumunda daha büyük yankı buldu. Hükümet yanlısı medya birdenbire ezilen grupların gücünü kavradı.
2021 yılında Azerbaycan’da koronavirüs salgını nedeniyle hükümet karantina kuralları getirdi ve halkın toplanmasını yasakladı (Azerbaycan’da koronavirüs sebebiyle gelen kısıtlamalar bugün de devam ediyor). Ancak, iktidardaki Yeni Azerbaycan Partisi, mitingler için düzinelerce insanı toplamaya ve etkinlik düzenlemeye devam etti.
Anlaşılacağı üzere, Azerbaycan devletinin feminizme karşı tutumu, patriyarkanın feminizme karşı tutumudur. Patriyarka feminizmi sevmez, kendine bir tehdit olarak görür ve bastırmak ister. Bununla beraber, hükümet patriyarkal pozisyonunu açık etmek istemiyor. Bu yazı için mülakat yaptığım avukat ve kadın hakları aktivisti Vafa Rustam’a göre:
Belki de onlar, patriyarkayı koruyarak kadına yönelik şiddetle mücadele edilebileceğini düşünüyorlar. Mevcut kamu kurumları, kadın haklarından ziyade “aile” kurumuna vurgu yapıyor. “Aile” sözcüğünü tırnak içinde kullanıyorum, çünkü insanların şiddetle yok edildiği bir kurumu ne kadar aile olarak adlandırabileceğimden emin değilim. Adı “aile” bile olsa, patriyarkanın her türden istismar ve zulme göz yummaya hazır olduğunu söyleyebilirim.
Devletin yeni “oyunu”
2021 yılında bir noktaya kadar polis ve diğer devlet kurumları Azerbaycan’daki feminist harekete saldırganca yaklaştı. Fakat artık, sokaklarda protestoculara fiziksel saldırı yerine, feminist ve kuir azınlık grupları zayıflatmak için başka yöntemlere öncelik verilmeye başlandı. Görünen o ki, bu yöntemlerden biri baskı altındaki topluluk içinde ayrılık yaratmak. Polis, artık esasen fiziksel şiddete başvuran bir faili temsil etmiyor. Bununla beraber, sözümona “grup içi” üyeler, 2019’daki 8 Mart gösterisinde “yetkililer tarafından gönderilmiş” görünen kadınların protestoculara saldırmasında olduğu gibi, dikkat dağıtmaya ve çatışma yaratmaya devam ediyor. Hükümeti eleştirenlere karşı uygulanan bir diğer yöntem de şantaj.
Fiziksel güç kullanmadan hareketleri dağıtmak için başvurulan son ve etkili araç, medya kuruluşlarının araçsallaştırılması gibi görünüyor. Son zamanlarda, hükümetle gayri resmi ittifak içinde olan sivil toplum kuruluşları, gösteriler sırasında “iyi polis” imajını yaymaya karar verdiler. 2022 yılında gerçekleşen protestolarda polis şiddet kullanmadı. Hatta devlet televizyonu feminist protestoları yayınlamak üzere oradaydı. Gösteride tek olay, bir katılımcının taşıdığı LGBTQ+ bayraklarının alınmasıydı.
Peki aradan geçen zamanda ne değişti? Bu protestolara dair çevrimiçi haberlerin izlenme sıklığına baktığımızda, önceki yıllarda yaşananların, yani daha büyük şiddet olaylarının, medyanın ilgisini 2022 protestosundan daha fazla çektiğini görüyoruz. Yine, 2022 protestosunda polis tarafından alınan bir LGBTQ+ bayrağının diğer yıllara ait herhangi bir protesto videosundan daha fazla izlendiği görülüyor. Devlet artık polis sisteminin şiddetini göstermenin toplumda daha fazla (olumsuz) ilgi çektiğini anlamış görünüyor. Dahası, feminist-queer hareket Uluslararası Af Örgütü ve İnsan Hakları İzleme Örgütü gibi uluslararası STK’lar ve insan hakları örgütlerinden oluşan bir ağ tarafından desteklendiği için, feminist-queer harekete yönelik şiddet uluslararası arenada iktidar partisini hoş göstermiyor, dolayısıyla iktidar uluslararası imajının bozulmasından çekiniyor.
Medya ve sosyal ağlar devletin yardımcıları mı?
Medyanın feminist ve kuir topluluklara karşı kullanımı, ulusal veya uluslararası geleneksel medya ve gazetecilik alanındaki örneklerin bile ötesine geçmektedir. 2021’de ünlü influencer Sevinc Huseynova izleyicilerine açık açık, transları sokaklarda hedef almaları çağrısında bulundu. Bu çağrının ardından LGBTQ+ aktivistleri, Sevinc Huseynova hakkında soruşturma açılması ve LGBTQ+ topluluğunun korunması için Azerbaycan Devlet Güvenlik Teşkilatına şikayette bulundu. Devlet Güvenlik Teşkilatı, bunun üzerine, feminist aktivist Gulnara Mehdiyeva’ya, bu konuda herhangi bir soruşturma yapılmayacağını ve herhangi bir koruma sağlayamayacaklarını, zira mevcut mevzuatın LGBTQ+ topluluğunu hukuken toplumsal bir grup olarak tanımlamadığını belirtti. Bu olay, İlham Aliyev’in Azerbaycan’ın LGBTQ+ topluluğuna koruma sağladığını belirttiği 2014 AKPM konferansından sonra gerçekleşti.
2022 yılında Sevinc Hüseynova’nın LGBTQ+ları hedef göstermesini protesto eden LGBTQ+ aktivisti Avaz Hafizli öldürüldü. Avaz’ın katili on yıl hapis cezasına çarptırılırken, cinayet sırasında Avaz’ın vücuduna yapılan işkence gibi ağırlaştırılmış sebepler mahkeme sürecine dahil edilmedi. Avaz’a karşı kampanya yürüten blog yazarı Sevinç Hüseynova’nın cinayete dahli de soruşturulmadı. Kolluk kuvvetleri, devletin queer topluluğuna yönelik sert politikasını protesto eden LGBTQ+ aktivistlerinin gösterilerini engellememiş olsa da, bu protestoya katılan biri olarak polis tarafından yakından izlendiğimizi söyleyebilirim.
Slogan attığımız için bize fiziksel bir saldırıda bulunulmasa da, kuir aktivizm için yürüttüğümüz online Qıy vaar! platformu dijital saldırıların hedefi oldu: Mahkemede canlı yayın yaparken platforma zarar vermek için girişimlerde bulunuldu. Hükümetin feminist hareketi susturmak için başvurduğu bir diğer yol da dijital olanakları kullanmaktır. Son üç yılda aktivizm arttıkça, birçok kişi ve platform online saldırıların hedefi haline geldi. Minority Magazine ve Nafas LGBT İttifakı‘nın sosyal medya hesapları daha önce hacklendi; feminist aktivistlerin e-posta ve sosyal medya hesapları çalındı ve fotoğraf ve özel konuşmalar gibi kişisel bilgileri sızdırıldı.
Homofobinin araçsallaştırılması
Azerbaycan’ın hükümet partisinin LGBTQ+ haklarını siyasi amaçlar için kullandığı açık. Bu durum çelişkili tutumlara yol açıyor. Örneğin, 2020’nin Mart ayında Yeni Azerbaycan Partisi Gençlik Örgütü, feminist aktivistlere karşı polis şiddetini eleştiren muhalefet lideri Ali Karimli’yi hedef aldı. Fakat sonraki aylarda, muhalefet liderleri homofobik açıklamalar yaptığında, aynı gençlik örgütü kuir topluluğunu destekleyen bir açıklama paylaştı.
14 Mayıs 2022 tarihinde düzenlenen “Suç devleti istemiyoruz” mitinginde LGBTQ+ bayraklarına dokunulmamasının nedeni de büyük ihtimalle buydu. Miting, tanınmış muhalif siyasetçilere, aktivistlere ve gazetecilere yönelik şiddet olaylarına yanıt olarak düzenlendi. Kuir aktivistler de desteklerini göstermek için yürüyüşe katıldı. Bir muhalefet protestosunda gökkuşağı bayraklarını görmek şahsen gerçek bir nimetti. Hükümet yanlısı medya, yayınlarında bayraklara odaklanarak mitingin organizatörlerini itibarsızlaştırmaya çalıştı. Yerel toplumdaki güçlü anti-LGBTQ+ söylem göz önünde tutulduğunda, kuir aktivizmin sembollerinin varlığı miting organizatörlerinin kolayca ahlaksız ve milliyetçilik karşıtı olarak yaftalanmasıyla sonuçlanabilirdi. Netice itibariyle, gösterinin siyasi mesajı görmezden gelindi ve gökkuşağı bayrakları tartışma konusu olmaya devam etti.
LGBTQ+ haklarının korunmasıyla ilgili bir gündem ufukta görünmüyor
Ülkedeki toplumsal hareketler düzenli olarak hükümetin sert tepkisiyle karşılaşıyor ve feminist-kuir özgürlük mücadelesi susturulmaya çalışılıyor. Şayet hükümetin PACE’de belirtildiği ve Azerbaycan’ın da taraf olduğu Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nde yer aldığı üzere tüm insan haklarını eşit bir şekilde korumak gibi bit niyeti varsa, gösterilerde “iyi polis” imajı çizmeye çalışmak yerine, ezilen toplumsal gruplara yönelik şiddeti önlemeli ve gerektiği şekilde soruşturmalıdır.
Azerbaycan’daki anaakım sivil toplum sıklıkla LGBTQ+ gruplarını dışlamakta ve geride bırakmakta, dahası köklü bir eşcinsel karşıtlığına yaymakta ve LGBTQ+ vatandaşlara yönelik hak ihlallerine gözlerini kapatmaktadır. Bununla birlikte, 2017’de trans ve eşcinsel vatandaşlara yönelik yapılan baskınlar homofobik sessizliği bir ölçüde bozdu. Azerbaycan’da insan hakları avukatları ilk defa mahkemede tutukluları savunmak ve davaları Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne taşımak için girişimde bulundu. Geçmişte trans seks işçilerine yönelik düzenli polis baskınları gerçekleştirilse de, ilk kez 2017’de insan hakları avukatlarından böyle bir destek gördük. Sonrasında, 2021’de ülkede LGBTQ+ topluluğuna yönelik fiziksel saldırılar arttığında, bazı sivil toplum temsilcileri ilgili hükümet organlarına acil eylem çağrısı yaptı. Sivil toplum alanındaki bu gibi gelişmeler, kuir aktivizmin güçlenmesiyle gerçekleşmektedir. Bununla birlikte, bu gibi örnekler, sadece kuir komüniteler ciddi tehlike altında olduğu nadir durumlarda ortaya çıkıyor. LGBTIQ+ vatandaşlar için sivil alan halen çok sınırlı.
14 Mayıs 2022’de düzenlenen “Suç devleti istemiyoruz” mitingi örneğinde olduğu gibi, sadece kuirfobi ve patriyarkaya karşı değil, aynı zamanda farklı toplumsal eşitsizliklere karşı da mücadele ediyoruz. Bununla birlikte, kuir hareket henüz sivil toplumun genelinden gerekli dayanışmayı göremiyor.
Bütün bunlar baskıya karşı mücadelemizde ne kadar çok yol kat etmemiz gerektiğini gösteriyor. Aslında, feminist-kuir hareketleri “siz kazandınız” imajı yaratarak yatıştırma girişimleri dönem dönem başarılı olsa bile, bu yalanların arkasındaki güçle ifşa edilmesi gerekir. Azerbaycanlı siyasi aktivistler ve politikacılar, eşit haklar ve azınlıklara saygı olmadan ülkede demokrasi ve özgürlük olmayacağını anlamalıdır.
Ana görsel: Sevindj Abbasova