Bu yazıda sizlere, 2024 yılında kısmen genç olma fırsatı elinden alınmış biri olarak memlekete dair üç belirtiden yola çıkarak karşılaştığım bir etkinliğin bende çarptığı noktaları anlatmaya çalışacağım.
Feminizm, Queer ya da insan hakları temelli herhangi bir tartışmaya girdiğimiz zaman masaya ilk konulan kavramlardan biri kesişimsellik oluyor. Kesişimsellik kavramına hepimiz aşağı yukarı hakimizdir de zaten.* Farklı yaşam deneyimlerimizde; hakim toplumsal cinsiyet anlayışı, ırk temelli eşitsizlikler, sınıfsal farklarımız, etnik kökenlerimizin hayatımıza yükledikleri, normatif bedenlere sahip oluşumuz ya da olmayışımız hayatımızın olağan akışının zorlaşmasına ya da ayrımcılıklara maruz kalmamıza sebep olur. Kesişemlik ise bu ayrımcılığın kökenlerinin çoklu oluşunu, farklı sebeplerle bambaşka zincirlere vurulmuş olduğumuzu gösterir bizlere. Bu kavram da son dönemin şehirli, az biraz entelektüel gençlerinin tartışma masalarında daima yer buluyor kendisine.
Son zamanlarda Poor Things filmi üzerinden de tartışmaya açılan, bazı kültür sanat üretimlerinin politik duruşu, üretildiği ülkenin politikaları ya da Türkiye’deki dağıtımcılarının ellerini sıkıştıran çeşitli sebeplerle vizyon tarihleri konusunda gözle görünür sorunlar yaşıyor.** Bazen bu sorunlar söz konusu kültür üretimlerinin yerli seyirci veya tüketicilerine ulaşmasını da engelliyor ya da güncel dünya düzeninden geride kalmasına da sebep olabiliyor.
Bunun yanında son zamanların klişelerinden birine dönüşen “sadece bizde değil tüm dünyada böyle zaten” sözlerinin de hafifleştirmeye çalıştığı, içinden geçtiğimiz derin ekonomik kriz ve günden güne derinleşen yoksulluk da işin içine dahil olduğunda, kültür sanat alanında çağın güncel üretimlerine erişebilmemiz, zamanın ruhunu yakalama hakkımız da gasp ediliyor.***
Tüm bunlar aslında uzun zamandır aklımın bir kenarında duran, içinden geçtiğimiz çağda, başımıza neler geldiğini anlamaya çalışırken dikkat ettiğim ve bugünün gençlerinin halini anlamaya çalıştığım şeyler. Sezen Aksu’nun “Bir devir muhteşemdik, Güz güneşinden hüzünlü, İlk yazdan şendik” dediği yere duyduğum nostaljik bu özlemin sonucudur da belki de.
Neyse, tüm bunların üzerine karşıma çıkan Positively Different Kısa Film Festivali / Positively Different Short Film Festival’ın, Atina ve Berlin gösterim planının yanında istos ve Başka Sinema ortaklığında İstanbul’un yeniden programa dahil olduğu bilgisi oldukça sevindirdi beni. İnat ve sabırla çağın ruhuna ayak uydurabileceğimiz çabalardan biri olarak umutlandırdı da.
Festival süresince 4 ödül için yarışan filmlerden En İyi Film Ödülü, Seyirci Ödülü, En İyi Yunanistan Yapımı ve Kürasyon Ekibi Ödülü sahibi olan filmler Atina ve Berlin’le eş zamanlı olarak 10 Mart günü saat 21:00’da İstanbul’da Kadıköy Sineması’nda seyircileriyle buluşacak.
Aslında izlemeye gittiğimizde hangi filmleri izlemeye gittiğimizi bile bilmeden gireceğiz salona, ama çıktığımızda dünya üzerindeki farklı çağdaşlarımızla aynı filmleri, bambaşka şartlar altında izleme fırsatı bulacak ve bambaşka şeyler öğrenerek çıkacağız salonlardan. Güzel bir deneyim alanı sunacak hepimize. Memleket olarak çağa ayak uydurmamız, bu zor zamanlardan bir an önce kurtulmamız ümidiyle.
*https://feministbellek.org/kesisimsellik/
**https://x.com/popgek/status/1764579488623362221?s=46&t=pLcYHy1sUZVDHcQCnfZ5wQ
***https://x.com/alperucok/status/1765007324962341202?s=46&t=pLcYHy1sUZVDHcQCnfZ5wQ
Ana görsel: In the Summer, When I Come Back filminden bir kare.