Tanguy Viel, Telekız romanında bizleri rıza var mı yok mu kolaycılığından öteye geçerek, görünüşte rıza göstermekle gerçek rıza arasındaki farkı nasıl tanımlayacağımız üzerine düşünmeye çağırıyor.

KÜLTÜR

Rızanın İnşası Üzerine bir Roman: Telekız

 

Tanguy Viel’in Telekız isimli romanı rıza meselesine dair derinlikli bir tartışma alanı açıyor. 21 yaşındaki üniversite öğrencisi Laura ile 48 yaşında belediye başkanı Le Bars arasındaki ilişkiyi Laura’nın ve romandaki diğer karakterlerin gözünden anlamaya çalışıyoruz. Yazar, aralarında güç asimetrisi bulunanlar arasında yaşanan cinselliğin normu üzerine okuyucuya hukuki ve etik perspektiflerden bir yeniden değerlendirme imkânı vaat ediyor. Kitabın merkezinde cinselliğin içerdiği tahakküm ve ayrımcılığa karşı mücadelede önemli bir mesele olan rıza kavramı var. Kitabı okurken “rıza aslında nedir” sorusu üzerine epey düşündüm. Laura ve Le Bars arasındaki gönül ilişkisi ne kadar rızaya dayalı olabilir ya da rıza sadece evet demek midir, asimetrik güç ilişkilerinde rızanın sınırı neresidir gibi sorular eşlik etti okumama. Cinsel tacizin sınırları nelerdir? Mesleki ilişkilere seks karıştırmak bir cinsel taciz midir yoksa iktidarın kötüye kullanımı mı gibi sorular feminist literatürde uzun süredir tartışılıyor. Özellikle cinsellik ve tacizi tanımlama meselesi, ikinci  ve üçüncü dalga feminizmler arasındaki en ateşli ihtilaf konularından biri. Romanda belediye başkanı Le Bars gücü kötüye kullanan heteronormatif iktidarı temsil ediyor: Öyle verili bir iktidar alanı var ki, hayatı boyunca tevazu geliştirme fırsatı olmamış, ötekinin haklarını ve duygularını dikkate almayı temel bir değer olarak görmemiş… Kimliğinin ekseninde başarı, liyakat, çalışma, cesaret gibi temel atma törenlerinin anahtar kavramları yer alıyor. Laura ise, uzun boylu, melez tenli… “Çekici olmasını binlerce kez deneyimlemiş ve cazibesine kayıtsız.”

 

Belediye başkanı ile kendine şehirde barınacak yer arayan genç öğrenci arasında sözde rızaya dayalı ilişki Laura’nın Le Bars’ı şikâyetiyle hukukun ve kamuoyunun ellerine bırakılıyor. Olan bitenin aslında herkes farkında… Kamuoyu Le Bars’ın bir pislik olduğunu anlıyor, keza La Bars’ın arkadaşları da… Hatta La Bars’ın kendisi bile ne yaptığının farkında ve vicdanının sesini susturacak yalanı arıyor. Herkesin vicdanına tampon olan, Laura’nın on altı yaşındayken erotik bir dergiye verdiği çıplak pozlar oluyor. Bu pozlar Laura’nın “müsaitliğini” kanıtlıyor ve onu kusursuz kurban kategorisinden dışlıyor. Zira heteronormatif düzende failin cezalandırılması için öncelikle kurban kusursuz olmalıdır. Laura’nın bakire olmaması ya da erotik bir dergiye verdiği pozlar onu kusursuz kurbanlığını geçersizleştirir. Bundan sonrası kolaydır: Terazinin kefesi doğa güçlerinden yana ağır basacak, yani doyurulmak bilmez erkek arzusu ve baştan çıkaran şeytani ve sinsi kadın miti geçerli olacaktır. Elbette insanlar olan biteni anlamak konusunda aptal değildir ama kökleşmiş tepkiler Laura’yı bir orospu olarak, faili ise cinsel organını yutmak isteyen baştançıkarıcıya kapılmış, doğanın aşılmaz yasaları karşısında boynunu eğmiş bir erkek olarak görecektir. Böylece failin işlediği, cinsel taciz, gücün kötüye kullanımı gibi suçlar gölgede kalır ve olay tamamen bir irade teslimine dönüşür. Le Bars’ın kendine söyleyeceği yalan da işte budur: Kendi irademle olmadı! Hiç öyle bir niyetim yokken kız beni baştan çıkardı. Ne de olsa erkeğim… Doğanın güçlerine teslim olmaktan başka ne yaptım ki…

 

Roman gönül ilişkilerinde, cinsel olanla profesyonel olan arasındaki ayrım tartışmaları etrafında dönüyor. Bu durumda genellikle ilk aklımıza gelen rıza kavramı olur. Bir yargıya varırken rızası var mıydı, hayır demiş miydi diye sorarız kendimize. Mağdur hayır dediyse tartışılacak bir şey yoktur, haktan hukuktan bahseden herkes fikir birliğine varır ve tarafını alır. Laura’nın öyküsü ise çok daha kompleks… Viel, bir cinsel ilişkiye açıkça hayır denmemiş ya da direniş göstermemiş olmanın rıza anlamına gelmediği bir duruma şahit ediyor okurlarını. Genç öğrencinin yaşadıkları bildiğimiz rıza kavramını iptal ediyor. Laura, belediye başkanına karşı koyamayışını, ipleri elinde tutan birine geri dönmek olarak açıklar. Bütün sahne hazırlanınca, roller sessizce dağıtılınca, sözlü olmayan bir anlaşma içinde bulur kendini. Kendisi için hazırlanan sahne onu ilk hamleyi başlatmak zorunda bırakır. Le bars gibi bir adamla zorunlu olarak yatağın üstündeyseniz sizden isteneni yaparsınız, diyerek güç farkının kendi konumunda olan birisinin rızasını baştan reddettiğini iddia eder. İradenizle mi yaptınız sorusuna, yapmam gereken şey oydu ama bu benim irademle yapmış olduğum anlamına gelmiyor, diyerek hem istenmemiş hem de rıza gösterilmiş olunan bir durumu vurgular. Bu cevapla Laura kendi rızasını cinsel ilişkiye değil, iktidara gösterilen bir rıza olarak çerçevelemiştir. Asıl sorun da burada değil midir zaten, rızanın nasıl tanımlanacağı meselesi…

 

Yazar bizleri rıza var mı yok mu kolaycılığından öteye geçerek, görünüşte rıza göstermekle gerçek rıza arasındaki farkı nasıl tanımlayacağımız üzerine düşünmeye çağırıyor. Güç asimetrisinin olduğu her ilişkide rıza yoktur diyemeyiz elbette. Ama sanki bu tür gönül ilişkilerinde biraz şüpheye düşmek icap ediyor. En azından cinsel tacize, güç asimetrisine, rızaya, suistimale ve hatta cinselliğe dair yüklediğimiz anlamları yeniden ve yeniden düşünmekte, sınırları tekrar gözden geçirmekte fayda var. Rıza kavramı, güçlü olanın zor kullanmasına direnip direnmeme yüzeyselliğinden çıkarılıp bilgiye dayalı seçme iradesi, özgürlük, kapasite gibi kavramlarla birlikte değerlendirilmeli. Romanı cinsel suçlar etrafında örülü bir mağdur/kurban kadın öyküsü olarak göremeyiz. Yazarın insan ilişkileri ve toplumsal cinsiyet, ırk ve sınıf gibi dinamiklerin çeşitli yönlerine inerek heteronormativeyle ceza siyaseti arasındaki ilişkileri sorgulayan bir yaklaşımı var.  Viel’in romanı rıza, eylem yetkisi, irade ve cinsiyet rollerini sorguluyor ama bu sorguyu yaparken kadın kahraman Laura’yı toplumsal cinsiyet rollerini kabullenen bir kurban, mağduriyetine sığınan pasif bir özne olarak tasvir etmiyor. Tam aksine Laura’nın eylem yetisine, özerkliğine, kendi yolunu çizmesine odaklanıyor. Laura, heteronormativenin baskıcı rejimine rağmen kendi hayatının aktif bir ajanı olarak mücadele ettikçe güçleniyor.

 

 

Tanguy Viel, Telekız, çev. Mehmet Emin Özcan, İstanbul: İletişim, 2023.

 

 

Ana görsel: Giovanni Boccaccio’nun De claris mulieribus (Ünlü Kadınlar Hakkında, yak. 1400-1425) eserinin anonim Fransızca çevirisinde yer alan, ünlü Epikürcü kadın filozof Leontion’un kütüphanede taciz edilirken tasvir edildiği resimden bir detay.

 

 

YAZARIN DİĞER YAZILARI

Bir de bunlar var

Bilimde Kadınlar: Dahi Misin? Çalışkan Mı?
Amanda Palmer Daily Mail’in Ağzının Payını Verdi
Tırmanış Alemlerinin En Küçüğü: Aşima Şiraişi

Pin It on Pinterest