Adını hiç duymadığımız ya da birkaç kelimeyle geçiştirdiğimiz lubunya sanatçıları nasıl hatırlayacağız? Mesut Aytunca ismini internete yazdığınızda, ne kadar harika bir müzisyen, çağının ötesinde bir sanatçı, bu işin “babalarından” biri diye övgüler göze çarpmakla beraber hikâyesindeki adaletsiz sonu çoğu kişi bilmiyor.

KÜLTÜR

Anadolu Rock ve Lubunyalık: David Bowie’yi Anarken Mesut Aytunca’yı Unutmayalım

 

Mesut Aytunca, 32 yıllık hayatında nasıl bir iz bıraktı, ya da bu iz nasıl silindi ki, onu anmak ve hikâyesini bilmeyenlerle bir kez daha paylaşmak adına Mesut Aytunca kimdi sorusundan yola çıkarak Anadolu Rock sahnesinin en erken dönemlerinde lubunya olarak varolmanın mücadelesini deşmeye çalışacağım.

 

Bundan tam 4 yıl önce Spotify’da yine oradan oraya atlayıp yapay zekânın da yardımıyla yeni müzikler keşfediyordum. Keşke bu yeni müzikleri bir plakçıda bulduğumu ve bu keşif anını bir plak sonrasında yaşadığımı söyleyebilseydim ama maalesef hayır, sadece Spotify. Her neyse, merak mı dersiniz yoksa başka bir şey mi, Mesut Aytunca ismini bir google’lamak geldi içimden. Sonrasındaysa karşıma çıkan cinayet haberiyle sarsıldım. Aytunca 28 Mayıs 1976 günü, daha 32 yaşındayken, Tarlabaşı’ındaki Yağhane Sokak’taki pansiyonunda banyoda çıplak ve çorapla boğulmuş halde bulunmuştu.

 

Müziği, Silüetler’le birlikte açtığı vizyon ve müziğe dair birçok yazısı bulunmasına rağmen, Mesut Aytunca’nın hikâyesi adı konulmamış bir cinayetle tamamlanıyordu. Ölümünden yıllar sonra bu cinayete isim koymak için bugün bir kez daha Mesut Aytunca’yı anmak istiyorum; onun bil(e)mediğimiz varoluş mücadelesini anlamaya çalışmak ya da sadece müziğini açıp dinlemek için sizlere bir bahane vermek istiyorum.

 

1944’de İstanbul’da bir asker oğlu olarak dünyaya gelen Mesut Aytunca 14 yaşında Gökçen Kaynatan Orkestrası’nda bas gitar çalmaya başlıyor. Aynı dönemde İngiltere’de ve dünyada sadece enstrümantal müzik yaparak geniş kitlelere ulaşan Shadows, Türkçe tercümesiyle Türkiye’de Silüetler grubu ilk 9 üyesiyle kuruluyor. Grup bir süre TRT radyosunda konserler verdikten sonra dağılıyor ve bizlerin daha aşina olduğu, Mesut Aytunca’nın inisiyatifi eline aldığı ikinci Silüetler dönemi başlıyor. Sonrasında çeşitli yarışmalarda boy göstererek derecelere girmeyi başarıyorlar. O dönem birçok yerli grubu Türkiye’ye kazandıran, Hürriyet gazetesinin düzenlediği Altın Mikrofon yarışmasına ilk kez 1965’de katılan Silüetler  “Kaşık Havası” ile üçüncülüğü elde ediyor. Ümit Bayazoğlu’nun ifade ettiği gibi, folklor rock yapan Aytunca sahnesi döneminin ve bugünün normatif ölçülerini yerle bir ediyor. Ayazoğlu, Aytunca’nın başarılı müzisyenliğinin yanında, başarılı bir tıp öğrencisi de olduğunu belirtiyor. Hatta sonrasında Aytunca Çapa tıp bölümünü 5. sınıfta bırakıyor ve gazetecilik bölümünden mezun oluyor.

 

Ümit Bayazoğlu Uzun, İnce Yolcular: 42 Portre kitabında Aytunca’nın stilini şöyle anlatıyor: “Saçlarını beline kadar uzatmıştı. İncecik dal gibiydi, sahneye pembe kostümler, eflatun simli pelerinlerle çıkıyordu. Konserlerinde sis ve ışık efektleri kullanıyor, beatnik ve efemine görüntüsüyle halk şarkıları söylüyordu.”

 

Lubunyalar yıllardır Zeki Müren’in sahne stilini büyük bir gururla konuşadursun, Mesut Aytunca daha o dönemde, Anadolu rock gibi, maskülenliğin sık sık tekrardan üretildiği rock edimselliğini en baştan yazıyor, hem de böyle zorlu bir coğrafyada. Silüetler grubu sonraki yıl, jürisinde Zeki Müren’in de bulunduğu Altın Mikrofon yarışmasına bir kez daha katılıyor ve bu sefer birincilik alıyor. Kürt havası “Lorke Lorke”yi çaldıkları yarışmada birinciliği alan Silüetler grubu bir magazin dergisinin 16 Temmuz 1966 tarihli haberinde şöyle tanımlanıyor: “Hepsi de cin gibi, esprili delikanlılar. Nerede eski devirlerin insanı derin düşüncelere salan sazendeleri, nerede bu gençler? Arada karlı dağlar var. Eskinin mistik havası yok bu gençlerde. Hareket var, ateş var, 20. asır var…”.

 

Mesut Aytunca’nın, orkestrasından ayrıldıktan sonra kendi tarzını bulduğunu söyleyen Gökçen Kaynatan bizlere Anadolu Rock’ın bilinenin aksine Moğollar’la değil, Mesut Aytunca’yla başladığını hatırlatıyor. Zaten 1966’da birincilik alan Silüetler’i takiben Altın Mikrofon’a 1967’de Cem Karaca ve Apaşlar “Emrah” ile yarışmaya katılırken, 1968’de ise Erkin Koray Dörtlüsü “Çiçek Dağı” ile, Haramiler “Arpa Buğday Daneler” ve Moğollar “Ilgaz” ile yarışmaya katılmışlar. Ümit Bayazoǧlu kitabında, Moğollar’dan Taner Öngür’ün Aytunca’ya dair sözlerini aktarıyor: “O bir glamourdu; bir sihir, bir cazibe. Erken bir Elton John, bir David Bowie.”

 

70’lerin ortasından itibaren Anadolu rock yerini yeni dalga müzik tarzına, synthetizer’a kaptırırken, Aytunca uzun zamandır ertelediği askerlik görevini yapmak zorunda kalıyor. Ümit Bayazoğlu’nun aktardığına göre, emekli subay olan babası da böylelikle derin bir nefes almış oluyor. Kesin bilinmemekle beraber, Aytunca ya askerliği hâlâ devam ederken ya da bittikten sonra, 28 Mayıs 1976 gecesi saat 21.00-1.00 aralığında Ali İhsan Özbey tarafından öldürülüyor. Hürriyet gazetesinin haberine göre, o dönem Aytunca’nın ev arkadaşı olan Doğan Kınaytürk, cesedi gören ilk kişi. Bayazoğlu’nun aktardığına göre, Kınaytürk bunun üzerine Aytunca’nın babasına haber veriyor ve babası Aytunca’nın cesedini giydirip, banyodan yatağına taşıdıktan sonra polise haber veriliyor. Yine merakla kimdir peki Doğan Kınaytürk diye internete sorduğumda karşıma, kesin kaynak olmamakla birlikte, başka bir cinayet haberi çıkıyor. Türkiye LGBTİ Topluluğu adındaki bir bloğa göre, Türkiye’deki ilk eşcinsel cinayetleri başlığı altında Doğan Kınaytürk ismi şu şekilde yer alıyor: “17 Mayıs 1995: Eşcinsel olduğu anlaşılan emekli bankacı Doğan Kınaytürk, İzmir’de evinde bıçaklanarak öldürüldü.” Aradan 19 yıl geçtikten sonra, yine bir Mayıs ayında, Kınaytürk de ev arkadaşı Aytunca gibi öldürülmüş müydü sorusu aklıma takılıp kalıyor.

 

Bu yazıyı okurken, “Aman ne fark eder ki. Harika bir sanatçı demişler. İlla eşcinsel olduğu için öldürüldüğü gibi bir senaryo yazmak zorunda mısın?” diye acımasızca soranlar çıkabilir. Bu yazı aslında sonu gelmeyen nefret cinayetleri bir yana, Türkiye’de toplumsal cinsiyet ve sanat kesişiminde toplumsal hafızayı da anlamaya da çalışıyor. Aynı dönemde yine lubunya kimliğiyle müziğini icra etmiş olan Zeki Müren örneğine baktığımızda toplumun onu gururla sahiplenmesine tanık olurken, geride kalanlara dair çok az şey söyleyebiliyoruz. Evet, iyi ki Zeki Müren vardı, elbette. Ama ya diğerleri? Yani aynı dönemde, hatta öncesinde var olan ama adını hiç duymadığımız ya da birkaç kelimeyle geçiştirdiğimiz lubunya sanatçıları nasıl hatırlayacağız? Mesut Aytunca ismini internete yazdığınızda, ne kadar harika bir müzisyen, çağının ötesinde bir sanatçı, bu işin “babalarından” biri diye övgüler göze çarpmakla beraber hikâyesindeki adaletsiz sonu çoğu kişi bilmiyor. Biz lubunyalar bile Aytunca’nın hikâyesinden habersiziz. Silüetler’in en popüler döneminde, ki bunu 1966-67-68-69 yılları olarak ifade edebiliriz, hem de grup dağıldıktan sonra Aytunca’nın hayatına dair bir gizem, sessizlik hâkim.

 

Aynı dönemde parlayan isimlerden biri olan Erkin Koray bugün bile Anadolu rock deyince ilk akla gelen sanatçıyken, Mesut Aytunca’nın hikâyesi nasıl kıyıda köşede tozlanmaya bırakıldı? Mesut Aytunca bugün yaşasaydı nasıl olurdu sorusunu sormaktan kendimi alamıyorum. Yakın tarihten bildiğimiz gibi Türkiye’de lubunya olmanın acı sonuçlarından olabilen nefret cinayeti olgusunun 1976’da, 1995’te ve 2023’te karşımıza tekrar tekrar çıktığını görüyorum. Bu durum bana, Türkiye’de lezbiyen, biseksüel, trans ve gey bireylerin seçilmiş ailelerini bulduktan sonra daha yaşanılabilir bir hayat inşa etmelerinin ne kadar önemli olduğunu hatırlatıyor; aynı zamanda, 1976 Türkiye’sinde seçilmiş aileni yaratabilmenin ne kadar zorlu olduğunu. Tıpkı Mesut Aytunca’nın en bilinen yorumlarından biri olan “Bir Dost Bulamadım” sözlerinde ifade ettiği gibi:

 

Varım yoğum, sazım benim

Her derdimi ona derim

Pek çok diyar gördüm gezdim

Gerçek bir dost bulamadım ben

Gerçek bir dost bulamadım ben

 

Doğru dedim ne kar ettim

Ben söyledim ben dinledim

Sözüm meclisten dışarı

Gerçek bir dost bulamadım ben

Gerçek bir dost bulamadım ben

Söylemezdim söylettiler

Saz çalmayı öğrettiler

Zorla kötü eylediler

Gerçek bir dost bulamadım ben

Çok aradım bulamadım ben

Gerçek bir dost bulamadım ben

 

 

Saygıyla ve minnetle. İyi ki hayatımıza dokundun, Mesut Aytunca.

 

 

 

https://www.sinemamuzik.com/detay/mesut-aytunca-gitar

Ümit Bayazoǧlu, Uzun, İnce Yolcular: 42 Portre, Aras Yayıncılık, İkinci Basım: Temmuz 2022, İstanbul.

https://istdergi.com/sehir/yasam/muzik-tarihinden-ringo-mesut-gecti

 

 

Ana görsel: Silüetler ve Mesut Aytunca; ortada koltukta oturan Mesut Aytunca. Kaynak: https://istdergi.com/sehir/yasam/muzik-tarihinden-ringo-mesut-gecti)

 

 

YAZARIN DİĞER YAZILARI

Bir de bunlar var

NASA ile Şöyle bir İstanbul Turu
Gerassi’nin 1976 Tarihli Beauvoir Röportajı: 25. Yılında “İkinci Cins”
Oyunbozan feministin hayatta kalma kiti: Sizin kitinizde neler var?

Pin It on Pinterest