Bugün 1 Aralık Dünya AIDS Günü. Hâlâ HIV ve AIDS ile ilgili stigmanın enfeksiyonun kendisinden daha öldürücü olduğu zamanlardayız.
Bu 1 Aralık’ta HIV ile ilgili yanlış fikirleri aklınızdan savuşturacak, hayata, mücadeleye dair umudunuzu besleyecek bazı filmler izlemek isteyebileceğinizi düşünüyorum. En azından izlediğim filmlerin bana hatırlattığı hisler bunlar oldu.
Tabii ki internette HIV ve AIDS ile ilgili yüzlerce film bulmak mümkün. HIV ve AIDS pek çok büyük olay gibi sinema tarihini sarsmış, etkilemiş bir mesele. Buradaki örnekler belgesel/otobiyografi sayılabilecek, umut vermesini umduğum örnekler. Tekrar hatırlatmak gerekirse, tüm bu filmlerin tek bir anafikri var: HIV tanısı almak ya da AIDS değil, buna bağlı önyargılar hayatlarımızı yaşanmaz hale getiren.
Blue (1993): AIDS’e bağlı komplikasyonlardan kaybettiğimiz muazzam yönetmen Derek Jarman’ın son ve en dokunaklı filmi. Blue hem bir his (feeling blue) hem de AIDS’e bağlı komplikasyonlar dolayısıyla Jarman’ın görme kaybının vardığı yeri imliyor: Ölümünden 4 ay önce yayınlanan bu filmdeki gibi yönetmen de sadece mavi ve tonlarını görebiliyor. Film mavi bir kareye bakmanızı ve seslendirilen metni dinlemenizi istiyor sizden. HIV ile yaşayan, öleceğini bilen bir adamın hikâyesini dinliyorsunuz. Jarman’ın otobiyografisinden çok parça taşıyan bu film, tek bir mavi kareyle neler anlatılabileceğini gösteriyor. Şiirsel ve vurucu bir hikâye anlatımı.
United In Anger Act Up (2012): Filmin başında HIV ilk teşhis edilmeye ve insanlar ölmeye başladığında neden Amerikan hükümetinin sessiz kaldığını açıklayan bi cümle var: “Çünkü devletin uygun bulduğu ölümlerdi bunlar; gayler ve cankiler hak ettiklerini buluyordu.” HIV için gay kanseri gibi tanımlar yapılması da boşuna değil. 1987’de FDA (Food and Drug Administration) onaylı ilk ilaçlar (AZT) piyasaya çıkmasına rağmen kriz örtbas ediliyor, insanların ilaca kolay erişimi sağlanmıyor. Şimdilerde Filistin’deki soykırımı durdurmak için insanların yaptığı die-in eylemlerini aslında ilk yapan ekiplerden biri Act Up. Bu dönemde Act Up’ın Amerika’da ve Kuzey Avrupa’nın pek çok yerinde yaptığı die-in eylemleri var: Sözlerini söyleyip, protestolarını yapıp yere yatıyorlar. Öylece, ölmüş gibi. O dönemi lubunya olarak yaşayan herkes bir yakınını kaybediyor. Bunun ne kadar ağır olduğunu görebiliyoruz. Bu dönemde HIV aktivistlerinin hâlâ kullandığı pek çok sembol, slogan ACT UP’tan yadigar: Sesssizlik=Ölüm, Bilgisizlik=Korku. Act Up, halen HIV tedavisinde kullanılan ilaçların devlet tarafından karşılanmasını sağlamak için mücadelesine devam ediyor.
The Lazarus Effect‘ten; Concillia Muhau tedaviden önce çekilmiş fotoğrafıyla
The Lazarus Effect (2010): Spike Jonze’nin Zambiya’da AZT’lere erişime odaklanan kısa filmi, Lazarus’un yeniden doğumu hikâyesiyle başlıyor. Tıpkı İsa’nın Lazarus’u diriltmesi gibi HIV’i baskılamada kullanılan antiretroviraller (AZT, ART**) de insanların yeniden doğmasını, hayata tekrar bağlanmasını sağlıyor. Jonze bu flmi RED isimli, özellikle Afrika ülkelerine HIV antiretroviraller götüren ve farkındalık sağlamaya çalışan bir ekiple yapıyor. 2000’lerin başında Zambiya’da pek çok insan HIV tanısı almanın bir köşede ölümü beklemekle eşdeğer olduğunu düşünüyor. Ancak durum pek de öyle değil. Düzenli ilaç kullanımı HIV’in bulaşmasını engelliyor, insanların hayatlarına devam etmesini sağlıyor.
All That Beauty and Bloodshed‘den bir kare
All That Beauty and Bloodshed (2022): Aslında fotoğrafçı Nan Goldin’in otobiyografisi olan bu film, uyuşturucu kullanımı/bağımlılığı ve HIV krizine dair çok fazla kesişimi de içinde barındırıyor. Goldin şimdilerde 60’larında ve hâlâ eskisi kadar cüretkâr, öfkeli. Film MET galerisindeki die-in eylemiyle başlıyor.
Goldin gençliğinde oksi(contin) bağımlısı olduğunu ve bu ilacın Amerika’daki pek çok galeriye büyük koleksiyonlar bağışlayan zengin bir aile (Sackler) tarafından piyasaya sürüldüğünü keşfediyor. PAIN (Prescription Addiction Intervention Now) isimli bir aktivist grup kurulmasına önayak oluyor ve hep birlikte Sackler’i sanat camiasından silmeye and içiyorlar. Pek çok galeride pankartlar açıp, ilaç kutularını havuzlara boşaltıyor, insanları bu konuda ses çıkarmaya itiyorlar. Sonunda kendilerince başarılı da oluyorlar: İlacı satan firma iflasını açıklıyor ve Sackler’in ismi büyük galerilerin onurlu listelerinden çıkarılıyor. Filmin önemli bir kısmında, Goldin’in fotoğraflarında da muhtemelen gördüğümüz kuir arkadaşlarının AIDS krizinde nasıl öldüğünü, ne kadar çok insanı kaybetmiş olduğunu anlıyoruz. Tüm bu acı, ölüm ve umutsuzluğun içinde örgütlü olmanın, ortak bir tane meselenin bile insanları ne kadar hızlı ve istikrarlı bir biçimde bir araya getirebildiğini görüyoruz. Film ismi gibi: Hayatın tüm acıları ve güzellikleri bir arada sahiden.
AIDS krizinin, bunca insan yaşamının saçma ve nefret dolu devlet politikaları sebebiyle sona ermesinin biz buradayken bize öğretebileceği tek bir şey var: mücadeleye devam etmek. Bu kriz Kuzey Amerika ve Avrupa’da LGBTİ+’ların eşit haklara erişiminin önünü açan bir kıvılcıma dönüştü. Umutsuzlukla, savaşla, ölümle hemhal olduğumuz bu günlerde HIV’e karşı mücadele eden insanları, oluşumları ve onların mücadelelerini tekrar hatırlamaya, onların cesaretinden bir şeyler öğrenmeye her şeyden daha fazla ihtiyacımız var.
* Türkiye’de HIV ile ilgili çalışan pek çok kurum var. Bunlardan bazıları: Pozitif Yaşam, Pozitif-iz, Pozitif Dayanışma. Onlara destek için çalışmalarını yaygınlaştırarak HIV ve AIDS ile ilgili yanlış bilgilerin yayılmasını önleyebilirsiniz.
**AZT ve ART HIV tedavisinde virüsü baskılamak ve yayılmasını, bulaşmasını önlemek için kullanılan bazı ilaç kombinasyonlarının kısaltması.
Ana görsel: United In Anger Act Up’tan bir kare