Bu sene on beşinci yaşını kutlayan Zilberman Gallery’nin Genç Yeni Farklı edisyonu her sene değerli sanatçılarla tanışmamıza vesile oluyor. Mısır Apartmanındaki ana galeri mekânına ve proje alanına yayılan GYF 12’de işlerini gördüğüm Müveddet Nisan Yıldırım’a hemen yakınlık duydum. İşleri için seçtiği “Gidişini çizdim” ve “Çocukken nasılsa şimdi de öyle” gibi poetik isimler edebi bir hissiyat yaratmakla kalmıyor, aynı zamanda güçlü bir dayanışma hissi veriyor. Kâğıt üzerinde pastel bir yara açar gibi, diye düşünerek galeriden ayrıldım, ama yara neden iyi hissettiriyor? Fail orada diye mi, ya da o gördüğüm, fail değil de ben miyim? Temsil edilmiş mi hissediyorum? İstiklâl Caddesinin kalabalığına karışırken cevap hakkımı temsiliyetten yana kullandım. Anonim figürler üzerinden insanı insan yapan ortak bilinç, ortak ruh(sallık)lar, acıya karşı ortak tutunuşlar, sırlı bir estetik… Hepsi sanatçının elinden kolay malzemelerle, bazen atık ilaç kutularıyla çıkıyor. Performatif bir özeni anlık patlamalarla birleştiren Nisan’la tanışın.
Sevgili Nisan, söyleşi teklifimi kabul ettiğin için teşekkürler… Kendinden ve sanatsal yaklaşımından bahseder misin?
Ben çok teşekkür ederim bu ifade alanını açtığın için. 1995 yılında İstanbul’da doğdum. Tüm çocukluğum boyunca resimle iç içe oldum. Maryland Institute College of Art’ın General Fine Arts bölümünde 2013 itibarıyla üç yıla yakın eğitim gördüm. Okulun bünyesindeki tüm bölümlerden ve farklı disiplinlerden dersler aldım. Bana en çok dokunan eğitim serigrafi olsa da ağırlıklı olarak resim üzerinde çalışmaya devam ettim. 2016’da İstanbul’a döndüm ve bir süre sinema televizyon sektöründe, daha sonra ise Riverrun ve Norgunk’ta çalıştım. 2019’da Bilgi Üniversitesi Sinema Televizyon bölümüne girdim ve kısa bir süre burada eğitim gördüm. Pandemi sonrası kendi üretimime ağırlık verme kararı alarak ilk kişisel sergimi 2022 Mayıs ayında Kiralık Depo’da açtım. Sanatsal yaklaşımım oldukça içgüdüsel, çağırışımlardan doğan, anlık patlamalarla meydana gelen bir dışavurum. Yaptığım şeyi bir rüyayı anlamlandırmaya çalışmaya benzetiyorum bazen. Kendine has bir mantığı olsa da deşifre etmesi belki meşakkatli, belki bazen de gereksiz.Rüya rüya olarak da kalabilir, tesiri günün içine sızan, bilinçaltından bir hediye gibi.Arzularımı, en derinden dilediklerimi düşünerek yüzeye yaklaşıyorum. İki şeyin karşı karşıya geldiğinde girdikleri tepkime ilgimi çekiyor, işlerimde de iki figürü, iki kuvveti birbirlerinin karşısına çıkarmayı ve olacakları takip etmeyi, kayda düşmeyi seviyorum. Resim yaparken entelektüel bir kaygım yok, dikte etmek istediğim belirgin bir düşünce yok, belki bir gün olur ama şu an sadece keyif aldığım şeyi yapmaya devam etmeye çalışıyorum.
Nisan Yıldırım, Fotoğraf: Selin Ünsel (Mayıs 2022)
Genç Yeni Farklı’daki işlerin ilkin isimleriyle dikkatimi çekti: “Gidişini Çizdim,” “Bulandım Böyle,” “Alacakaranlık Parkı,” “Sahilde Kafa Kafaya” ve “Çocukken Nasılsa Şimdi de Öyle.” İşlerine isim verme sürecinden bahseder misin?
İsim vermek benim için bir resim daha yapmak gibi. İsimleri resme açılan bir kapının anahtarları olarak görüyorum. Yaptığım resme bir anlam boyutu daha katabilmek için bir fırsat. Sanki isimlendirdiğimde bazı şeyler uyanıyor resmin içinde, bir şeyler parıldıyor. Çoğunlukla resmi yaparken aklımda bir isim olmuyor. Bittiğini hissettiğimde, üzerinden biraz zaman geçtiğinde resme bakıp aklıma ilk gelen kelimeyi veya kelime öbeğini içimden çekip çıkarıyorum. Eğer birkaç resimlik bir seriyse, işleri art arda isimlendirirken bir şiir yazıyormuşum gibi düşünmeyi seviyorum. Komik ama hayatıma giren yeni bir kediyi isimlendirme şeklime çok benziyor işlerime isim verişim. Bir süre benimle yaşıyor, yüzüne bakıyorum ve bilinçaltımdan yükseliyor, gırtlağımdan geçiyor, sesleniyorum ve isim doğuyor. Sanki ismiyle beraber nihayete eriyor iş, ben de güzel bir nefes alıyorum.
Riverrun’da ve Norgunk gibi bir yayınevinde çalışman işlerinle olan ilişkin üzerinde bir etki yarattı mı?
Kesinlikle yarattı. Alpagut Gültekin ve Ayşe Orhun Gültekin ile çalışmak bir eğitimdi benim için. Orada çalıştığım süre boyunca sayısız önemli metinle karşı karşıya geldim, yayına hazırlık aşamasında bana en çok dokunanlardan biri Rainer Maria Rilke’nin Duino Ağıtları oldu. Can Alkor’un Güneşdil & Canto CXVIII kitabı yankıları hep kıyılarıma ulaşan, merkezi bir yer aldı kalbimde. Aralarında Ayşe Erkmen, Sarkis, Can Aytekin, Silva Bingaz, Lara Ögel, Antonio Cosentino, Sibel Horada, Sinan Logie, Selim Birsel’in de olduğu muhteşem sanatçılarla tanışma fırsatım oldu. Alpagut Bey ve Ayşe Hanım bu karşılaşmaları kendi süzgecimden geçirmem, kendi fikirlerimi oluşturmam ve bu fikirleri dile getirmem için beni hep teşvik ettiler. Neredeyse her iş gününün bir noktasında benimle sohbet etmek için zaman yarattılar, bu sohbetlerden elimde hâlâ sakladığım notlarla çıktım hep. Sanat ve edebiyatın önem ve değerini Alpagut Bey ve Ayşe Hanım’ın yaklaşımlarındaki neredeyse ritüelistik diyebileceğim özende ben de daha derinden duyumsadım, yeniden ve yeniden öğrendim. Bu deneyimden kazandıklarım artık DNA’mın bir parçası gibi. Bu iş fırsatını bana sağlayan arkadaşım Ayşe İdil’e de büyük bir teşekkür borçluyum.
hep aynı rüyada, kâğıt üzerine pastel (2023)
Mayıs 2022’de Kiralık Depo’da gerçekleşen ilk kişisel sergin nasıl bir sergiydi?
On iki metrekareye yayılan on dokuz işten oluşan bir sergiydi. Seneler önce yazdığım şiirleri bir araya getirip bir isim avına çıkmıştım ve sonucunda serginin adı Melankoli Heykeli oldu. Yedi yıllık bir süreç içinde yaptığım resimlerden oluşturduğum havuza Kiralık Depo’nun kurucuları ve arkadaşlarım Defne Cemal ve Zach Hodges ile beraber bir dalış gerçekleştirdik. Tüm işleri birlikte seçtik. Benim için en keyifli kısımlarından biri çerçeveletme aşamasıydı. Kâğıdın objeleşmesine tanıklık etmek, paspartuları, çerçeve renklerini ve kalınlıklarını seçmek bana her zaman müthiş bir keyif veriyor. Kürasyonu yine hep birlikte kafa patlatarak gerçekleştirdik. Özel bir sergiydi benim için, üretim yaptığım odamla aşağı yukarı aynı boyutlarda olan Kiralık Depo arasında bir portal varmış hissi oluşmuştu. Bir odadan başka bir odaya. İşleri astıktan sonra bir şey eksik kaldı gibi hissetmiştim ve son dokunuş olarak duvarlara aynı yatak odamda yapmış olduğum gibi tebeşirle müdahalede bulundum ve o anda her şey bir araya geldi. Sergi süresince neredeyse her gün mekânda, serginin başındaydım. Kendi işlerimin başında durmak, onlarla göz göze olmak, aslında bir nevi her gün kendimle yüzleşmek, ziyaretçileri karşılamak, sohbet etmek, baştan sona harika bir deneyimdi.
işleri asmadan önce, sanatçının Kiralık Depo’daki Melankoli Heykeli sergisinden (Mayıs 2022)
Seninle görüşmemizde, kullanmaktan çekinmeyeceğin malzemelerle çalıştığını söyledin. “Üretmek için çok da tüketmek istemiyorum,” dedin. Bu görüşünü açar mısın?
Erişimi kolay olan malzemelerle çalışmayı seviyorum. Oradan buradan biriktirdiğim kâğıt ve kartonlar, birkaç renk akrilik ve çocuklara yönelik üretilmiş pastel boyalar en çok kullandığım malzemeler. Benim için önemli olan ifadenin kendisi. Dur durak bilmeksizin atık ürettiğimiz bir zamanda, elzem olmayan bir şey için fazla atık üretmek istemiyorum. Yanlış anlaşılmasın, sanatı gereksiz bulmuyorum asla ve kendimi ifade etmek benim için elzem, ama çıkan eserin kendisi elzem olmayabilir. Olmak zorunda da değil. Resimlerim beğenilirse elbette çok mutlu oluyorum, resmi sevmemin sebeplerinden biri görece daha kolay ev-lenebiliyor olması. Yaptığım işin birinin yaşam alanına girebilmesi, elden ele geçebilmesi, hediye edilebilmesi, bir yaşam döngüsüne sahip olması hoşuma gidiyor.
sanatçının 4 yaşındayken defterinden bir çizim (1999)
Atölyesiz bir sanatçısın; on iki metrekarelik yatak odanda çalışıp üretiyorsun. Bu mekân/lı/sız/lık senin için ne anlama geliyor?
Yatak odam, içinde büyüdüğüm oda, hâlâ orada olmak tuhaf bir koza hissi veriyor. Metamorfozun o evresinde kısılıp kalmışım gibi ama özgürlüğüm yine de benimle. Bu koza benimle beraber, ihtiyaçlarımla birlikte mütemadiyen değişiyor. Bazen masamı söküp kaldırıyorum ve yerde çalışıyorum, duvarlarıma resim yapıyor ve bir süre sonra beyaza geri boyuyorum, masamı geri koyuyorum, mobilyaların yerini değiştiriyorum, küçük köşeler düzüp bozuyorum, mekânla oyun oynar hâldeyim. İdeal bir durum değil belki ama, üretimimin tüm niteliğini içinde bulunduğum mekânın belirlememesi bana kendimi iyi hissettiriyor. Az ve öz malzemem var, son derece mobilim ve nereye gidersem orada çalışabiliyorum. Elbette bir atölyemin olmasını, saçılmayı, ferahlamayı çok isterim, ancak, koşullara uyum sağlamak önemli bir hayatta, akışta, yaratımda kalma yetisi.
mermer ikili, kâğıt üzerine pastel (2022)
İşlerinde performatif bir boyut görüyorum; bunu nasıl tanımlarsın? Örneğin ilaç kutularını yüzeye dönüştürerek boyadığın “Gidişini Çizdim” işine bakalım. Boya yaparkenki hareketlerinin bitmiş işte bir karşılığı olduğu görülüyor. Bu performativiteyi sen nasıl değerlendiriyorsun?
Çalışırken bir performans yapmakta olduğumu hissediyorum. Malzemelerim gibi hareketlerimi de ekonomik tutmak hoşuma gidiyor. Her hamlenin farkında olmak. İçe dönük bir performans, yaparken yaptığını izleyen ben ve dışımdaki görünmez bir çift göz için dans ediyorum gibi. Bu performansta olma hissi beraberinde başka türlü, daha keskin bir odaklanma getiriyor. Sahnede olmaya benziyor biraz, başlamadan hemen önceki nefes anı ve başladığın andaki akış, seyirci farkındalığının verdiği sıcak odaklanma, tüm duyuların tetikteliği, çalışırken bunları duyumsamayı seviyorum.
sanatçının bizzat çekip bastığı fotoğraf, fotoğraflanan otoportre (2016)
Sanat sektörünün neresindesin? Yaşam tarzın seni nasıl etkiliyor?
Sanat sektörünün bir bakıma içindeyim, ancak, sektörde halkalar var, bazen kesişen bazen birbirine değmiyor gibi gözüken ama hep etkileşim hâlinde olan, öyle ya da böyle. Ben de bir halkanın içinde hissediyorum kendimi ve bundan dolayı şanslıyım, fakat tabii bu halkanın çeperi çok geniş olmayabilir. Bu bilinçli bir tercih veya duruş da değil aslında. Öyle olageldi, aslında etkileşmeyi dilediğim kadar etkileşmiyorum bahsettiğim halkalarla, bazen çekiniyorum, kendimi eksik görüyorum, entelektüel açıdan yetersiz hissedebiliyorum ve bu beni geride tutuyor. Bu konu üzerinde çalışmak istiyorum kendimle. Ve evet, dünyam oldukça küçük, bir yandan huzur veren bir küçüklük bu, bir yandan da yine koza benzetmesi yapmam gerekirse çıkmak, açılmak, genişlemek istediğim bir yerdeyim. Belki de zamanı gelmiştir.
saha, kâğıt üzerine pastel (2022)
Son olarak seni zihinsel olarak meşgul eden, üretime dönüştürmeyi planladığın kavramlardan bahsetmek ve belki yakın zamanda izleyiciyle buluşacak olan çalışmalarına dair ipuçları vermek ister misin?
Geçenlerde aklımda bir isim belirdi: “rüyamda sürüldüğüm yer.” Bu ismin altını neyle ve nasıl doldururum, doldurur muyum bilemiyorum ama ruhuma dokundu ve zihnimde renkler uyandırdı. Oldukça yoğun bir dönemden geçtim ve birikmiş birçok işim var, onları nasıl değerlendirebilirim, değerlendirmeli miyim, düşünmek istiyorum. Bir fırsat çıkarsa bir kişisel sergi için daha çalışmak harika olur doğrusu. Bunların dışında müzikle de ilgileniyorum, ilkel metotlarla ve neredeyse tamamen içgüdüsel bir şekilde şarkılar yazıp kaydediyor ve Soundcloud hesabımdan paylaşıyorum. Önümüzdeki zamanlarda bu sonik dünyanın sınırlarını biraz daha genişletmek isterim. Belki boyutlar arası bir sıçrama meydana gelir, üç boyut, iki boyut, ses birleşir, kim bilir…
14 Eylül 2023, İstanbul
Ana görsel: Nisan Yıldırım, gidişini çizdim, karton üzerine akrilik ve pastel (2023)