Doğrusunu söylemek gerekirse, Kızılcık Şerbeti’nin ilk bölüm fragmanını izlediğimde bu karşılıklı nefret söyleminin yeniden üretileceğini sanıyor ve dizinin, kadın hareketinin yıllardır buna karşı verdiği mücadeleyi hiçe saymasından korkuyordum. Yanılmışım.

KÜLTÜR

N’oluyor Bu Kadınlara?: Ekranlarda Değişen Kadınlık Rolleri Üstüne

 

 

Televizyon izleme oranının giderek azaldığı ve özellikle genç yetişkinlerin dijital platformlara yöneldiği, hatta çoğunun evinde televizyon dahi olmadığı bir dönemde, bir TV dizisi farklı kesimlerden pek çok kişiyi televizyon karşısına oturtmayı başardı. Çoğu okurun, hangi diziyi kastettiğimi yazının daha başlığından anladığından eminim. Evet, öve öve bitirilemeyen Kızılcık Şerbeti’nden bahsediyorum.

 

Bu nevi şahsına münhasır diziyi analiz edip neden bunca övüldüğünü ve konuşulmaya değer bulunduğunu tekrar tekrar konuşmak için yazmıyorum bu yazıyı – eminim, şu an birileri dizi hakkında bir araştırma makalesi ya da tez önerisi yazıyordur. Bir süredir gözlemlediğim bir duruma sizlerin de dikkatini çekmek istediğim için yazıyorum. TV dizilerinde esas oğlanın çeşitli yollarla esas kızı kurtardığı hikâyeler görmeye alışığız. Oğlan ne yapıp eder, sevdiğini bir şekilde kurtarır; kız ise, onu kurtaracağından emin bir şekilde sevdiğini bekler. Bu tür cinsiyetçi diziler varlığını sürdürse de son dönemde başka türden diziler de izlemeye başladık.

 

Örneğin, ömrü kısa sürmüş olsa da, başrollerini Demet Evgar, Dilan Çiçek Deniz ve Hazar Ergüçlü’nün paylaştığı 2021 yapımı Alev Alev, Türkiye’nin erkek adalet gerçeğine dikkat çekerek kadınların gerçek adaleti sağlamak için verdiği mücadeleyi anlatıyordu. Ülkenin en güçlü adamlarından olan kocası Çelebi’den hem fiziksel hem psikolojik şiddet gören Cemre karakterinin kendinin ve kızının can güvenliğini sağlamak için çaldığı her devlet kurumunun kapısından geri dön(dürül)mesi ve bu kurumlara rağmen verdiği mücadele hayli çarpıcıydı. Neredeyse her bölüm, Cemre’nin erkek egemen düzene, onun erkek adaletine, kadınların nasıl ölüme terk edildiğine ve kadınların bu sistemle nasıl savaştıklarına dair bir tiratıyla bitiyordu. Dizideki kadınlar erkeklerin kahramanlığına ihtiyaç duymuyor, bunu talep de etmiyor, hatta kimi zaman bu erkeklikle dalga geçiyordu. Ayrıca farklı dizilerde farklı kadın karakterlerin “Bayan değil, kadın!” çıkışlarına da tanıklık etmeye başlamıştık. 2016 yapımı Yüksek Sosyete dizisinin Cansu’sunun o meşhur çıkışını unutmak ne mümkün: “Ya bayan değil, bayan değil, kadın diyeceksin! Bayan tuvalette yazar, öküz! Sayıyla mı yolladılar sizi bana ya!”[1]

 

 

Bu değişim salt dizilere özgü de değil. Örneğin, çıktığı günden bu yana sıkı bir takipçisi olduğum reality show Kısmetse Olur’un 2015’te yayınlanan ilk hâli ile bu yılın başında YouTube’da yayınlanmaya başlayan yeni hâli (Kısmetse Olur Aşkın Gücü) arasında karakterler açısından ciddi farklılıklar var. Ayak bileği dekolteli, kısa paça dar pantolonlu, bıyıklı, tespihli, kendine bakamadığı için aslında eş yerine bakıcı arayan, gelenek vurgusu yaparak eş adayının oturuşuna, duruşuna, kılık kıyafetine karışan ve kadın adaylar arasında “maço” olarak adlandırılan erkek karakterler ile bu erkekliği norm olarak kabul eden ve toplumsal olarak inşa edilen edilgen kadınlık rolünü oynayan, TV dizilerinde sık rastladığımız “birbirinin kuyusunu kazan” kadın karakterlerden oluşan bir Kısmetse Olur izledik televizyonlarda. Tabii bu kişiliklerin dışında kalan başka karakterler de yer aldı programda, fakat çoğunluğu bu “normal” kadın ve erkek bireyler oluşturuyordu.

 

Kısmetse Olur Aşkın Gücü’nde ise bu “maço” erkekler yerini kendi tabirleriyle “hanımköylü” erkeklere, edilgen kadınlarsa yerini dişli kadınlara bırakmış gözüküyor. Elbette programın başında, toplumsal olarak inşa edilmiş hegemonik kadınlık ve erkekliklere uyan adaylar aradıklarını söyleseler de[2] bu adaylara bir hâller olmuş (!) Kadın karakterler kıyafetlerine karışılmasına tepki göstermekle kalmayıp, bunun kadının yaşam tarzına müdahaleye girdiğinin altını çiziyorlar. Hatta bununla da kalmıyor, tam tersi olması beklenirken, erkeklerin kılık kıyafetine müdahale ediyorlar programda. Örneğin kimi kadın adaylar, “tanıma yolu”nda oldukları eşlerinin programda atlet giymesine sert bir şekilde karşı çıkıp atleti adeta yasaklıyorlar. Ayrıca eski programda izlediğimiz “beni utandırma, edepli giyin, edepli ol” erkekliğinin yeni programda dalga konusuna dönüşebileceğini görüyoruz yer yer. “Başımı öne eğdirme,” diyen Oğulcan’a Cansel’in verdiği tepkiyi ya da Cansel her twerk yaptığında sevgilisi Oğulcan’ın rahatsızlığını dile getirmesi üstüne Cansel’in bu müdahaleyle dalga geçmesini örnek gösterebiliriz buna. Bu sefer bizzat cevap veren, dalga geçen, kendi kurallarını kendisi koyan kadın adaylarla karşı karşıyayız ve önceki programa göre “edilgen” denebilecek erkeklerle. Tüm bunların yanında, eski programda normal karşılanacak bir karakter olan Erol’un aslında nasıl bir hegemonik erkeklik cisimleşmesi olduğunun, adayı Yeliz’e gösterdiği psikolojik şiddetin, hatta programda bu şiddet biçiminin bizatihi ismi (gaslighting) anılarak toplu bir şekilde tartışılması, programın yeni hâlini eskisinden farklı kıldığı gibi, bunun medya içeriklerindeki genel değişimin bir parçası olduğunu da gösteriyor.[3]

 

 

Elbette kadın hikâyelerine, kadın mücadelesi ve dayanışmasına, obje değil bir özne olarak kadınlara ilk defa şu son dönemde yer veriliyor değil. Yeditepe İstanbul ya da Şaşıfelek Çıkmazı gibi döneminin sevilen dizilerinde de izledik biz bu kadınları. Dertlerini paylaştıkları, birbirlerine destek oldukları o rakı sofralarını unutmadık elbette. Ya da geleneksel bir aileye gelin giden ilk modern kadın karakter Doğa değil. Örneğin, Asmalı Konak yayınlandığı 2002-2003 yıllarında Kızılcık Şerbeti kadar tartışma konusu olmuştu.[4] Türkiye’nin kurucu ikiliği olan modern-geleneksel çatışması, popüler dizi temalarından biri olmuştur her zaman. Evlilik ya da moda yarışmalarında yapılan kıyafet tartışmalarının temelinde de modern-geleneksel ikiliği yatıyor.

 

Şaşıfelek Çıkmazı dizisinden

 

Bu çatışma, her zaman kadın bedeni üzerinden yapıldı ve kadına karşı bir şiddet mekanizması olarak işlev gördü. Modern-geleneksel çatışmasını çözebilmek için kadınlar her zaman giyinmesini bilmeliydi: Ne aşırıya kaçıp kendini teşhir etmeli ne de kendini fazla kapamalıydı. Bu kurucu çatışma, kadın bedenine dair politikalar üretilmesini meşru kılmanın yanında, kadınları birbirlerinin de nefret objesine dönüştürdü. Çoğu kadının, annesinden Kıvılcım’ın annesinin yaptığı gibi “Bunlar da her yerde” diyerek başörtülü kadınları ötekileştiren laflar işittiğinden ya da Pembe gibi, annesinin açık giyinen kadınları ahlaksızlıkla özdeşleştiren ayrımcı davranışlarına şahit olduğundan eminim ama bunu kanıtlayamam.

 

Doğrusunu söylemek gerekirse, Kızılcık Şerbeti’nin ilk bölüm fragmanını izlediğimde bu karşılıklı nefret söyleminin yeniden üretileceğini sanıyor ve dizinin, kadın hareketinin yıllardır buna karşı verdiği mücadeleyi hiçe saymasından korkuyordum. Yanılmışım. Birbirlerine neredeyse hiç denk gelmemiş, çok farklı kültürlerde yetişmiş bu kadın karakterler, birbirleriyle zoraki karşılaşıyorlar. Birbirlerinin hayatlarına her geçen gün daha fazla girdikçe kendileriyle ve toplumsal olarak üretilen nefret ve ayrımcılıkla yüzleşmeye başlıyorlar; birbirlerinin aslında düşmanı değil yoldaşı olduklarını fark ediyorlar. Bu diziyi bu kadar değerli ve konuşulası kılan da işte bu karşılaşmalar ve bu karşılaşmaların getirdiği yüzleşmeler. Dizi bu geleneksel-modern çatışmasına sıkıştırılmaya çalışılan kadınların bu çatışmayı tümden reddedebileceklerini, kendilerine bunun ötesinde alanlar açabileceklerini, modern-geleneksel baskısından birlikte mücadele vererek kurtulabileceklerini gösteriyor.

 

Kızılcık Şerbeti dizisinden

 

Dilerim, televizyonlarda Kızılcık Şerbeti gibi, kadın mücadelesi ve dayanışmasını yansıtan diziler izleriz.[5] Hatta dileğim, bu hegemonik erkekliğin salt geleneksel ve dindar aile içerisinde büyümüş erkeklerle sınırlı olmadığını, modern ve seküler ailelerin yetiştirdiği erkeklerin öznelliklerinde de nasıl gömülü olduğunu, dahası, kadınların bu erkekliğe karşı da her alanda nasıl mücadele verdiğini tartışmaya açan diziler izleyebilmek.

 

Dizilerdeki anlatılarda görülen bu değişim, hem sözünü ettiğimiz yapımlar hem de reality show’lardaki kadın karakterlerde görülen bu dönüşüm, kuşkusuz, Osmanlı’dan bu yana kadınların patriyarka ve kapitalizme karşı verdiği, gün be gün güçlenen mücadelesinin bir sonucu. Bu mücadelenin gündelik hayata, özellikle popüler kültür gibi küçümsenen bir yere yansıdığını görmek oldukça önemli ve umut verici. Hatta devrim niteliğinde olduğunu söylemek mübalağa olmaz. Öyle ki iktidar buna engel olmak için RTÜK’ü devreye sokup Kızılcık Şerbeti’ne beş bölüm durdurma cezası verdi.

 

 

Nursema, camdan atıldığında hayatta kalıp bunun hesabını sormak yerine ölmüş olsaydı ve bu olay böylece kapansaydı, dizi yine bu cezayı alır mıydı? Almazdı elbette. Ama Nursema hayatta kalıp hem kocaya hem ailesine hem de kendi ailesine başkaldırarak sadece Pembe Hanım’ın değil, aile kurumunu iktidarının merkezine oturtan devletin de huzurunu kaçırdı. Kol kırıldı ama olması gerektiği gibi yen içinde kalmadı. Bu huzur, başörtülü bir kadının ailesine karşı ses çıkarmasıyla bozulmaya başlamadı sadece; birbirlerinden nefret etmesi beklenen kadınların birbirleriyle karşılaşmaları, kendileriyle yüzleşmeleri ve en nihayetinde dayanışmalarıyla kaçmıştı aslında. Pembe Hanım’ın da dediği gibi, “Her şey Doğa geldikten sonra değişti.” Her şey, “Bunlar da her yerde”de kalsaydı, iktidar diziye ceza vermek yerine diziyi öve öve bitiremezdi.

 

RTÜK’ün cezası, Nursema’ların sesini susturamaz ve bu kadın dayanışmasını durduramaz elbette ya da, Cem Karaca’nın sözlerini kullanırsak, durduramayacaklar kadınların coşkun akan selini. Her fırsatta dile getirdiğim şeyi buraya da yazarak bitirmek istiyorum: Bu ülkeye devrimi bu kadınlar getirecek. Yaşasın kadın dayanışması!

 

 

 

[1] Bu çıkışlara daha sonra Menajerimi Ara ve Jet Sosyete gibi başka dizilerde de şahit olduk.

[2] Örneğin Yaren, onu koruyup kollayacak bir baba figürü aradığını ısrarla dile getiriyor. Benzer sözleri olaylı bir şekilde diskalifiye edilen Yeliz de dile getiriyor.

[3] Program elbette ki egemen toplumsal cinsiyet kodlarını, rollerini yeniden üretiyor, fakat eski programla arasındaki bariz farkı konuşmayı daha değerli buluyorum.

[4] Feyza Akınerdem’in diziyi izleyicilerle birlikte incelediği “Between Desire and Truth: The Narrative Resolution of Modern-Traditional Dichotomy in Asmalı Konak” başlıklı yüksek lisans tezini tavsiye ederim.

[5] Fakat şu tehlikenin de her zaman farkında olmalıyız: Kapitalizm bu kadar reyting getiren bir meseleyi kâr getiren bir temaya dönüştürerek içini boşaltma eğiliminde olacaktır. Buna karşı da her daim dikkatli olmak gerekir.

 

 

 

YAZARIN DİĞER YAZILARI

SANAT

YBenim Bedenim, Benim Şakalarım
Benim Bedenim, Benim Şakalarım

Özellikle “Baby Cobra” adlı gösterisinden sonra ismi hızla zikredilmeye başlayan Wong’un komedisi birçok açıdan sarsıcı; sarsıcılığının temelinde yatansa bedeni.

Bir de bunlar var

Malcolm & Marie ve Kendine Bakma Sanatı
“Size ne derse onu yapın”
Oyun, Mücadele, Cüret, Set ve Maç!

Pin It on Pinterest