Pek bilinmese de, büyük uluslararası film festivallerinin başına kadınların geçmesi hayli ender rastlanan bir durum. 70 yılı aşkın süredir varlığını sürdüren ve Üç Büyükler olarak bilinen Cannes, Venedik ve Berlin gibi dünyanın önde gelen festivalleri hâlâ bir kadın yönetici atamış değil. Bu bakımdan, Uluslararası İstanbul Film Festivali’nin 1982’deki açılışından 2006’ya kadar bir kadının, Hülya Uçansu’nun yönetiminde olması başlı başına özel bir durum.
Hülya Uçansu emekliliğinin ardından Bir Uzun Mesafe Festivalcisinin Anıları (Doğan Kitap, 2012) adını taşıyan 400 küsur sayfalık festival anı kitabını yayımladı. Şimdilerde Bodrum’da yaşayan Uçansu başta Ankara’daki Uçan Süpürge Uluslararası Kadın Filmleri Festivali olmak üzere çeşitli film festivalleriyle ilişkisini halen sürdürüyor.
1980’li yıllarda uluslararası film festivalleri sahnesinde aktrisler dışında tek tük kadın vardı. Hülya Uçansu, Hawaii Uluslararası Film Festivalleri’nin Jeannette Hereniko’su, Kudüs Uluslararsı Film Festivali’nin Lia van Leer’i, Cinemaya’nın yayıncısı ve NETPAK’ın kurucusu Aruna Vasudev’in yanı sıra, sinema dünyasının Beki Probst ve Gönül Dönmez-Colin gibi İstanbul doğumlu isimleriyle birlikte festivaller dünyasına yön veren kadın öncüler arasında yer aldı.
Hülya’nın emekliliğinden sonra kurumun yöneticiliğine yine bir kadın, Azize Tan, geldi ve bu görevi 2015 yılına kadar on bir yıl sürdürdü. Bu, film festivalleri dünyasında kadınlar için eşi görülmemiş bir başarı.
Hülya Uçansu ile 2022 yılının başlarında, kadınların ve film festivallerinin küresel tarihine ilişkin geniş çaplı bir çalışmanın parçası olarak konuştum. Bazı yanıtlarını muhtemelen halkla ilişkiler konusundaki kaygılarından ötürü bir parça sakıngan bulsam da, Uçansu’dan 1970’lerin artık unutulmuş Balkan film şenliği ya da yaklaşık 35 yıl boyunca (1963-1998) festivaller üzerinde tam bir denetim kurmuş olan FIAPF’ın (Uluslararası Film Yapımcıları Dernekleri Federasyonu) nüfuzlu ama dünyaca sevilmeyen -hak ettiği şekilde unutulmuş- sinema bürokratı genel sekreteri Andre Brisson’la kurumsal ilişkileri hakkında öğrendiklerim beni şaşırttı.
Kişisel yolculuğunuzdan bahseder misiniz?
Ortaokulu Sankt George Avusturya Kız Lisesi’nde, liseyi Robert Amerikan Koleji’nde okudum. Bu sayede küçük yaşlardan itibaren Almanca ve İngilizce öğrendim. Lisans eğitimimi ise, İstanbul Üniversitesi’nde İngiliz Dili ve Edebiyatı bölümünde tamamladım.
1975 yılında, henüz 25 yaşında bir öğrenciyken Türk Sinematek Derneği’nde yarı zamanlı olarak çalışmaya başladım. Derneğin efsanevi kurucusu ve yöneticisi Onat Kutlar’ın (1936-1995) asistanlığını yaptım. Bu karşılaşma hayatımda bir dönüm noktası oldu. Mezun olduktan sonra, o dönem Kültür Bakanlığı’na bağlı olan İstanbulFilm Yapım ve Gösterim Merkezi’nde (İFYGM) Kutlar’la birlikte çalışmaya devam ettim. Sinematek ise, 1980 askeri darbesinden sonra kapatıldı.
Venedik ve Edinburgh’daki çoklu sanat festivallerini model alan İstanbul Kültür Sanat Vakfı (İKSV) 1972 yılından bu yana Türkiye’de sanat festivalleri düzenleyen bir şemsiye kurum olarak faaliyet gösteriyor. Yıllardır İKSV bünyesinde hepsi de yüksek uluslararası standartlarda olan bir klasik müzik festivali, bir caz festivali ve bir tiyatro festivalinin yanısıra bir de İstanbul Bienali düzenleniyor.
İKSV ilk olarak 1982 yılında “Sanatlar ve Sinema” teması çerçevesinde yedi filmin gösterimiyle sınırlı olan deneme niteliğinde bir haftalık bir film programı düzenledi. Bu pilot proogramın başarılı olması üzerine, programlarında sinemaya daha fazla yer verme kararı aldı. Yedi filmin gösterildiği o bir haftalık program da böylece film festivaline giden ilk basamak oldu.
1983 yılında ilk İstanbul Sinema Günleri gerçekleşti. Onat Kutlar o yıl ilk defa düzenlenecek sinema etkinliğinin hazırlıklarını denetlemek üzere İKSV’nin Yönetim Kurulu’nda göreve çağrıldı. Kendisiyle daha önce çalışmış olduğum için, Kutlar Sinema Günleri’nin yönetiminde yer almam için beni Yönetim Kurulu’na tavsiye etmişti. İstanbul’daki film etkinliği yöneticiliği kariyerim bu şekilde başladı. 33 yaşındaydım.
Yirmi beş yıl boyunca bu görevde kaldım. Yönetim Kurulu, 2006 yılında eski kuşağın bayrağı genç kuşağa devretme zamanının geldiğine karar verdi. Böylece festival direktörlüğünden 56 yaşında emekli oldum.
Ekipte kimler vardı ve ekip zaman içinde nasıl bir değişim sürecinden geçti?
İlk ekip 1982-1985 yılları arasında bir araya geldi ve beş kişiden oluşuyordu. Etkinliğin direktörü olarak tüm idari işleri ben yürütüyordum, Vecdi Sayar (d. 1950) programı hazırlayan ve onay için Yönetim Kuruluna sunan sanat direktörüydü. Ekibin diğer üç üyesi ise, Türk Sinematek Derneği’ni kuran ve uzun yıllar yönetmiş olan Onat Kutlar, İKSV ile yakın ilişkileri olan ve ilk 10 yılında Sinematek’in başkanlığını yapmış olan Şakir Eczacıbaşı (1929-2010) ve ülkenin önde gelen film eleştirmenlerinden Atilla Dorsay (d. 1939) idi. Ekibin görevi sadece danışmanlıkla sınırlı değildi; ihtiyaç olduğunda her türlü aktif rolü de alan bir ekipti bu. Zaten etkinliğin gerçek danışmanları bu Kurul olduğu için, başka danışmanlara ihtiyacımız yoktu.
Tüm programlama ve organizasyon İstanbul’da yapıldı. İKSV festivalin tam zamanlı tek çalışanları olarak bana ve Sayar’a ilaveten, mali işlerden sorumlu bir muhasebeciye ve bilet satışı ile protokolden sorumlu bir halkla ilişkiler görevlisine de maaş ödüyordu. Bir de, festival başlamadan üç dört hafta önce bize katılan çok sayıda gönüllü genç oluyordu.
Küçük ekibimizin ofisi başlangıçta, şehrin merkezinde yer alan bir apartman dairesiydi. 1984 yılında, Yıldız Kültür ve Sanat Merkezi (YKSM) binasında, tüm İKSV festivallerinin merkezi olarak hizmet veren daha büyük bir ofise taşındık ve 1994 yılının Aralık ayına kadar burada kaldık.
Festivalin ismine nasıl ve ne zaman karar verdiniz?
İstanbul Sinema Günleriismi 1983 yılında seçildi. Bu isim, (daha sonra program direktörümüz olacak) program danışmanımız Vecdi Sayar’ın önerisiydi. 1988’de bunu Uluslararası İstanbul Film Festivali olarak değiştirdik. İstanbul Belediyesi’nin uluslararası bir film festivali düzenleme kararı aldığına dair söylentilere tepki gösteriyorduk, zira bu kolayca karışıklıklara yol açabilecek ve uluslararası arenadaki itibarımızı zedeleyebilecek bir hareketti. Böylece etkinliğimiz 1988’den itibaren Uluslararası İstanbul Film Festivali olarak anılmaya başlandı.
Festivalin ana hedefleri nelerdi ve bunları gerçekleştirmek için nasıl bir yol izlediniz?
Festivalin ilk yıllarında, tam zamanlı tek çalışan ben olmama rağmen, diğer dört üyeden oluşan bir Danışma Kurulu da vardı. Yeni doğmakta olan festivalin gelecekteki sanatsal kapsamını belirlemek için birlikte çalıştık. Tüm üyeler önceki Sinematek ekibinden geliyordu; öncesinde Sinematek’te başkanlık, direktörlük, danışman vs. yapmışlardı. Bu kurulun kararıyla festivalin öncelikli hedefi, dünyanın dört bir yanından uluslararası filmleri Türkiyeli izleyicilere sunmak şeklinde belirlendi. Halk bunu coşkuyla karşıladı ve İstanbul Sinema Günleri, özellikle de karmaşık bir siyasi ortamda gerçekleştiği için, çok özel bir etkinlik haline geldi.
Festivalin aynı ölçüde önemli olan ikinci hedefi ise, Türkiye’de yapılmış, gelecek vadeden yeni filmleri, diğer festivallerden yönetmenler, uluslararası film eleştirmenleri ve çok kısıtlı bütçemize rağmen İstanbul’a davet etmeyi başardığımız yabancı film enstitülerinin temsilcilerinden oluşan uluslararası konuklara sunmaktı.
Bilhassa organizatörlerin ve izleyicilerin coşkusu sayesinde her iki hedefe de kısa sürede ulaşıldı. Uluslararası ve ulusal yarışmaların yanı sıra, programda birçok yan bölüm yer aldı; sinemanın ustalarına adanmış üç veya dört gösterimin yanında her zaman büyük bir retrospektife yer verdik. Ayrıca basın toplantıları, soru-cevap bölümleri ve ustalık derleri de düzenledik – bunlar çoğunlukla gençlerin ilgisini çeken etkinliklerdi.
Uluslararası pozisyonunuz neydi?
Kuruluşumuzdan birkaç yıl sonra, 1989’da, FIAPF’den (dünya çapındaki festivalleri akredite eden Uluslararası Film Yapımcıları Dernekleri Federasyonu) resmi akreditasyon aldık. O dönemde federasyonun başında Bay André Brisson vardı ve birlikte çalışması hayli zor bir kişiydi. Yine de onu bir şekilde idare etmeyi başardım. İstanbul Film Festivali, FIAPF tarafından resmi olarak B kategorisinde bir festival olarak kabul edildi. Yönetmeliğe göre, bu da temalı bir yarışmamız olması gerektiği ama salt prömiyer programı düzenlememiz gerekmediği anlamına geliyordu.
Yarışma nasıl düzenlendi, kaç film yarıştı ve nasıl değerlendirildi?
FIAPF’ın koyduğu özel tema zorunluluğu doğrultusunda, uluslararası yarışmamızda edebiyat uyarlamalarına odaklandık: Danışmanlar 12 ila 15 filmden oluşan nihai sıralamayı onay için Müdürlüğe sunmak amacıyla bu tür filmlerin yalnızca önizlemesini yaptı. Filmler Altın Lale ödülü için yarıştı.
Jüri üyeleri uluslararası sinemanın çeşitli alanlarından seçiliyordu: film yönetmenleri, oyuncular, film eleştirmenleri veya film enstitülerinin temsilcileri. Ortalama yedi ila dokuz jüri üyesi bulunuyordu.
Ulusal yarışmaya katılacak filmler, Türk sinemasının son dönemdeki seçkin ürünleri arasından seçildi. Bu bizim işimizin önemli bir parçasıydı, çünkü diğer büyük festivallerin festival direktörlerinden oluşan konuklar filmleri ilk kez İstanbul’da görüyor ve uluslararası gösterime davet ediyorlardı. Ulusal yarışma jürisi normalde dört Türk sinemacı ve bir yabancı sinemacıdan oluşuyordu. Türk sinemasının en iyilerini uluslararası profesyonellere sunmak festivali benzersiz kılıyordu ve kesinlikle etkinliğin en önemli özelliklerinden biriydi. Türk misafirperverliği ve İstanbul’un güzelliği de bu etkinliği daha özel kılıyordu.
Seçim ve programlama nasıl yapılıyordu? Diğer ulusal enstitüler ve festivallere uluslararası düzeyde nasıl bir katılım sağlıyordunuz?
Başlangıçta programlama işini Vecdi Sayar üstlenmişti: Yurtdışındaki film festivallerini ziyaret eden ve tüm programlama için son sözü söyleyen Danışma Kurulu’na tema öneren oydu. Fakat zaman geçtikçe ben ve film eleştirmeni Dorsay da festivalleri ziyaret etmeye ve başlık önermeye başladık. Böylece Sayar’ın festivalden ayrıldığı 1991 yılına kadar bir ekip çalışması haline geldi. 1991’de resmen “Festival Direktörü” olarak atandım, böylece bu tarihten itibaren festivalin hem idari hem de sanatsal sorumluluğunu üstlenmiş oldum.
Festival seyahatlerinde resmi dil İngilizceydi; ekipteki herkes iyi İngilizce bildiği için, altyazılı filmleri kolayca izleyebilirdik. 1991 yılında yabancı dilde zorluk çeken Türk seyirciler için elektronik altyazı kullanmaya başladık.
Unifrance her yıl beni birkaç günlüğüne Paris’e davet ederdi, böylece son sezonun Fransız filmlerini görebilirdim. İsveç Film Enstitüsü veya Hungaro Film ya da İtalya’daki Istituto Luce gibi bizimle işbirliği yaparak, filmlerinin İstanbul’da gösterimini kolaylaştıran başka ulusal film kuruluşlarıyla da temastaydık.
Bütün büyükelçiliklerle de çok iyi ilişkilerimiz vardı: Destekleyicilerdi ve çok verimli çalışıyorlardı; yıllar boyunca bize çok katkıları oldu. İstanbul’daki İtalyan Konsolosluğu’nun ilk yıllardaki ilgisi gerçekten eşsizdi. Çeşitli yabancı festival direktörleri, film eleştirmenleri ve gazetecilerle iyi ilişkiler geliştirdim. Venedik Mostra’dan Guglielmo Biraghi ve halefi Gillo Pontecorvo gibi. Aynı zamanda Berlinale’den Moritz de Hadeln, Berlin’deki Avrupa Film Pazarı’ndan İstanbul doğumlu Beki Probst, Rotterdam ve Locarno’dan Marco Müller ile de aynı şekilde çok iyi ilişkilerimiz vardı.
1987 ve 2006 yılları arasında yurtdışında birçok film festivalinde jüri üyeliği ve başkanlığı yaptım. Venedik, San Sebastian, Rotterdam, Edinburgh, Roma, Valencia ve Montpellier festivallerinde jüri üyeliği yaptım.
Festivale kimler katılıyordu?
İstanbul Film Festivali ilk günden itibaren “ülkenin festivali” haline geldi. Şehrin tüm sinemaseverleri için gerçek bir şölen oldu. Ağırlıklı olarak şehrin genel seyircisi katıldı ve festivale büyük bir coşkuyla karşıladı. Ayrıca (Ankara, İzmir, Eskişehir, Antalya gibi) diğer şehirlerden de sinemaseverler ve sinema öğrencileri gelirdi. Kısıtlı bütçemiz sadece kısa mesafe uçuşları karşılamaya elverdiğinden, İstanbul’a davet ettiğimiz uluslararası konuklar ağırlıklı olarak Avrupa’dan olurdu.
Hangi medya kuruluşları festivali nasıl haberleştirdi?
Festival ülkenin önde gelen tüm gazeteleri ve sanat dergileri tarafından haberleştirildi. Ayrıca Variety, Screen International, Moving Pictures, Sight and Sound gibi uluslararası gazetelerin de bize yer verdiğini söylemekten gurur duyuyorum.
Destekçileriniz kimlerdi ve size ne gibi yardımlarda bulunuyorlardı?
Ulusal bankalar da dahil olmak üzere çok çeşitli işletmelerin sponsorluğundan yararlandık. İstanbul Menkul Kıymetler Borsası yaklaşık yedi yıl boyunca ana sponsorumuz oldu. Türkiye televizyonları da her yıl programlarımızdaki yabancı filmlerden bazılarını kendi kanallarında göstermek üzere satın alarak bize destek verdi. Bu da, haliyle, filmlerini bize göndermek isteyen uluslararası dağıtımcılar için de bir teşvik unsuru oldu.
Müdahalelerle karşılaştığınız oluyor muydu?
Evet, ne yazık ki, 1982-1988 döneminde resmi Sansür Heyeti tarafından filmlerin içeriğine ciddi müdahaleler oldu. Komite 1988’de çeşitli sahnelerin kesilmesini talep etti ve beş filmi yasaklamak istedi. Bu hem ulusal hem de uluslararası basında büyük bir tepkiyle karşılandı ve eleştirilere neden oldu. Kültür Bakanı bu tepkileri dikkate alarak, 1988 yılında devletin uluslararası film programı üzerinde resmi denetimini kaldıran bir yasa çıkardı.
Ülkenizdeki diğer festivallerle ilişkileriniz nasıldı?
Ülkedeki diğer festivallerle her zaman dostane ilişkilerimiz oldu; genellikle bizim programımızda yer alan filmleri seçtiler. Türkiye Sineması’nın arşivi olarak da işlev gören Ulusal Sinema Enstitüsü’yle de işbirliği yaptık.
Festivale ait ne gibi arşivleri bulunuyor, bunlar nerede muhafaza ediliyor ve arşivlere erişim için ne gibi düzenlemeler mevcut?
İKSV bünyesinde bir arşiv oluşturulmuş durumda. Fotoğraflara veya ilgili diğer tarihsel belgelere ulaşmak isteyen herkese açık bir arşiv bu. Profesyonellikle yönetilen bir arşiv olduğunu söyleyebilirim.
Çeviri: 5Harfliler
Please click here to read the interview in English.