Teknoloji (her tür) müziğin en önemli bileşenlerinden biri. Sadece kayıt süreci değil, tüm enstrümanlar, şarkı yazmak ve hatta söylemek de teknolojik, teknolojiyle ilgili meselelerdir, zira örgütlenmiş bilgi gerektirirler, bilinçli bilinçsiz bir teknik sayesinde gerçekleştirirler. Bu, halk müziği için de, evde kaydedilen bir lo-fi albüm için de, acapella söylenen performanslar için de, kodlamayla üretilmiş elektronik müzik için de böyledir.
Son birkaç yıldır anaakım pop müziğinin en çok kullandığı teknolojilerden biri de Autotune. Pop müzikten rock’a, özellikle kayıt aşamasında çokça kullanılan bu efekt, vokal perdesinin Batı teorisine uygun şekilde uyumsuz frekanslardan arındırılarak mükemmel hale getirilmesini sağlıyor. Autotune, şarkıcının o an söylediği notayı dinleyerek sonrasında gelmesi gereken notayı tahmin ediyor ve sesi otomatik olarak o notaya atıyor. Böylece arada kayan, “hatalı” olduğu düşünülen frekanslar temizleniyor ve “mükemmel” bir ton elde edilmiş oluyor. Yani aslında efektin asıl kullanım amacı “düzeltme” ve normalde bu düzeltmenin dinleyici tarafından fark edilmemesi gerekiyor. Ama bugün Autotune deyince aklımıza bambaşka bir şey geliyor.
Autotune’un kendini belli ederek amacını aşacak şekilde ilk kez kullanıldığı şarkı Cher’in 1998 yılında yayınlanan “Believe” parçası. Öncesinde birçok albümde çaktırmadan kullanılan Autotune bu şarkıda insansı ne varsa (zira insan sesi saf tonları söyleyemez, araya birçok farklı frekans girer) ayıklamış, Cher’in vokalini bilinçli bir estetik tercihle sert bir şekilde eğip bükerek, androidimsi bir hava yakalamış ve böylece milenyuma az kala yeni bir müzikal çığırı da mimlemişti. Daha sonra R&B sanatçısı T-Pain ilk solo albümünün tamamında Autotune’u estetik bir tercih olarak kullanıldığında herkese şok geçirtti, ancak Kanye West’in 808 & Heartbreak albümüyle birlikte Autotune Siyah prodüktörlerin favori oyuncağı haline gelmişti.
Cher, “Believe” şarkısı klibinden
Şimdilerde neredeyse her müzik türünde kullanılıyor olmasına rağmen Autotune asıl ününü hip-hop’un güncel bir alttürü olan trap’teki kullanımına borçlu. Dub müziğin delay efektinin abartılı, hip-hop’un ise pikapların “yanlış” kullanımıyla ortaya çıktığını düşünürsek, Autotune’un asıl yerini Siyah müzikte bulması şaşırtıcı değil. Şaşırtıcı olan, akıl almaz bir nefret nesnesi haline gelmiş olması. Şu ana kadar alternatif rock prodüktörü Steve Albini’den indie grubu Death Cab for Cutie’ye ve hip-hop lordu Jay Z’ye uzanan skalada kendi kulvarlarında önemli addedilen birçok müzik insanı Autotune’dan nasıl tiksindiklerinin altını çizip durdu. Onlar istedikleri kadar ayıplayadursun, Autotune Türkçe rap’ten pop ve R&B’ye, anaakım müzik dünyasının gözbebeği olmayı sürdürüyor, zira şarkı söylemek artık sadece “şarkı söylemeyi bilenlerin,” ‘bu işin eğitimini almışların’ tekelinde değil; yetenek denen şeyin ne olduğu, neye yaradığı (çoğu zaman belirli habituslara herkesin girmesini engelleyen bir bekçi görevi görmesi) bir kez daha sorgulanıyor, müzik daha geniş demografiden kişilerin de yapabildiği bir şey haline geliyor. Üstelik bu insanlar milyonlarca kişiye ulaşıp ünlü oluyor, para da kazanıyor. Autotune’dan duyulan tiksintinin arkasında, tutulan alanları kaybetme korkusunun olduğu aşikâr. Zira bütün şarkılarını vocoder’la söyleyen Kraftwerk gibilerin deha olarak adlandırıldığı dünyamızda Autotune’lu trap müziklerine olan bu düşmanlığın arkasında, kökeni itibariyle beyaz ve niş elektronik müzik ve kültürünün, avam olarak algılanan dünyaya açılmasının etkisi büyük.
Halbuki evde müzik yapan insanların ses eğitimi olmadan şarkı söylemesine izin vermesiyle, farklı estetik tercihlere kapı açmasıyla Autotune aslında özgürleştirici bir yana da sahiptir. Kendini ifade etmek için sahip olunması gerektiği düşünülen yetenek denen şeye dair kalıplaşmış yargıları rahatsız eder. Yeteneğin belki de yanlış yerde arandığına, belirli kişileri sistemden ayıklamak için kullanıldığına da ışık tutar. Yetenek nefes almadan ne kadar uzun süre rap yapıldığına indirgenemez artık, yarıştırılmaya direnir, saklanır; söylenmek istenen şey o ya da bu şekilde söylenecek, kulaklara ulaşmanın bir yolunu bulacaktır.
Ben şehirli, ilk gençliğinden itibaren müzik takip etmiş, biriktirebilmiş, bunu bir sosyal sermaye olarak varlığının bir parçası haline getirmiş, müzik otoritesi olarak fikrine saygı duyulan insanların Autotune nefretinin ardında, statüye yapılan yatırımın ve bu statünün muhtemel kaybından dair duyulan bir endişenin yattığını düşünüyorum. Kapalı alanlarda kalması gereken şeylerin görgü, ölçü, kural ve ahlak bilmeyen kişilerce keşfedilmesiyle yaşanan bir iktidar paniği söz konusu olan.
Tanınmaz haldeki Siyahlık
Katherine McKittrick ve Alexander G. Weheliye, 808s & Heartbreak başlıklı yazılarında, Roland’ın TR-808 olarak bilinen davul makinesinin Siyah müzisyenler tarafından nasıl bir dışavurum aracı olarak kullanıldığını inceler. Bunu yaparken Fanon ve Sylvia Wynter gibi Siyah düşünürlerin kavram setlerinden faydalanan yazarlar, Siyahlık deneyiminin müzikal anlamda bazı seslerle yoldaşlık yarattığını öne sürer. Édouard Glissant’ın “uçurumun deneyimi ve yaşayan hatırası” dediği şeyin kolektif olarak belirli müzikal araç, ses ve metotlarda dışa vurulduğunu, bu yüzden de bu araç, ses ve metotların Siyahlık saçtığını iddia ederken yazarlar, 808’in en akılda kalıcı şekilde Siyah müzisyenler tarafından (bu drum machine’in en çok kullanıldığı tür olan house ve techno elbette Siyah müziklerdir) kullanıldığını, bu yüzden benlik ve somutlaşmış bilginin de keşfi olarak aslında Siyah praksisinin bir parçası olduğunu söyler.
Travis Scott, 2014, Moskova konseri
Batının ruh ve beden ayrımı üzerine kurduğu ve bedeni kadınsı ve/ya hayvansı olarak kodlayıp dışarıda bırakarak inşa ettiği aydınlanmacı medeniyet, ırkçılığın da arka planını oluşturur. Siyah ırk hem bedene dair, bedenle ilişkili, yani hayvanat dünyasına ait görülür (insanların sergilendiği hayvanat bahçelerini, sömürgecilik tarihi boyunca Afrika’yla ilgili olarak yapılan barbarlık propagandalarını düşünün). Bu şekilde resmi tarihin ve diğer bilgi sistemlerinin dışında tutulanların bedenleşmiş bilgileri de “hissin, hurafenin alanı” sayılarak ciddiye alınmaz. Dans müziğinin, pop müziğinin belirli türlerinin entelektüel olmamakla itham edilmesine hepimiz aşinayızdır; bu türler ancak Beyaz adamların müdahaleleri vasıtasıyla ya teorik kavramsallaştırmalarla desteklendiğinde (Kraftwerk örneği) veyahut IDM gibi dans ederken düşündürecek müzikler olarak cilalandıklarında ciddiye alınabilmiştir. McKittrick ve Weheliye, Siyahlığın bu bedene indirgenmesi geleneğini Avrupa’nın Siyahlığı biyomerkezci bir yerden kurduğunu ve biyoloji ve onu destekleyen anlatılarla nasıl Siyahlığa dair bir mit yaratıldığını anlatır. Yani siyah karşıtlığı ve ırkçılık da bu şekilde aslında anlatısal olarak fizyolojik ve nörobiyolojik bilimlerle bağlantılıdır. Bu noktadan bakarsak, tıpkı 808’de olduğu gibi Autotune da aslında ırkla özdeşleştirilmiş bir araçtır, bu yüzden de ona yönelik tepkinin salt nesnel bir kötü müzik karşıtlığından ibaret olduğu söylenemez. Siyahların bedenlerine dair tekrar edilerek güçlendirilen mitler, onları old-school hip-hop, R&B gibi daha groovy, kıvrak, akışkan olarak algılanan ritimlere kodlamaya meyyaldir. Bu müziklerin beyazların Siyahlıkla ilgili algısını pekiştirmesi beklenir; old-school hip-hop, caz ve funk’tan sample’lar almalı, mükemmel ses perdesine sahip (Siyah gırtlağı diye bir şey vardır) Siyah şarkıcılar seslerini tüm görkemiyle Beyaz dinleyicinin tüketimine sunmalıdır. Siyahlığın en büyük zenginliği sayılan bu müziklere tarihsel olarak atıfta bulunmalıdır.
Autotune ise bu açıdan bir sıçrama arz eder. Vokaller artık robotiktir, kim söylüyor çoğu zaman tahmin edilemez ve bütün şarkılar birbirine benzer. “Autotune müziğin insani tarafını baltaladı” şeklindeki serzeniş, ancak belirli yetenekler sergileyebilen Siyah müzisyenlerin insani görüldüğünü açık eder. Autotune karşısında Batı algısının biyomerkezci bilgi dağarcığı erör verir; duyduğu şeye hükmedemez, sesler kulaklarına batar: “ne?! robot Siyahlar mı?” Siyahlar seksi, bedensel varlıklar değil midir? Siyah müzik tarihine, bedenine, kendisine, mirasına bağlı kalmalıdır. Autotune ve trap, Batı kulaklarındaki arzu edilen Siyah algısını bozar. Onu adeta şu ana kadar “tüm derdini tasasını müziğe katık ederek sublimleştiren bir topluluk” olarak müzikal mirasına ihanet etmekle suçlar. Teknoloji beyazdır, siyah old-school. Beyaz bilgi sisteminde gerçekleşen bu erör, tiksinti olarak tezahür eder, zira McKrittik’in deyimiyle “808’ler ve diğer müzik icatları Siyah hayatı kanıtlar ve ifade eder.”
YetenekSizsiniz
Autotune’a olan bu şiddetli ve aktif nefretin arkasında efektin Siyahlıkla ilgili köklenmiş bilinçdışı yargıları sarsmasına ek olarak, ahenkli, yani rasyonel dünyada yeri olmayan ölçüsüzlüğe, abartıya yönelik tahammülsüzlük de vardır ve bildiğimiz gibi, abartı ve ölçüsüzlük kadınsı sayılan özelliklerdir. Autotune’un mucidi olan Harold Andy Hildebrand, efekte yöneltilen “şeytan icadı” ithamlarına şöyle cevap vermişti: “Karım da makyaj yapıyor, bu da mı şeytani yani?” Hildebrand’ın hemen kadınsı bir bağlantı kurması ilginçtir ve bir analizi hak eder, zira bu gibi teşbihler sayesinde abartının, ölçüsüzlüğün nasıl kadınsı bir özellik olarak algılandığı açık edilmiş olur. Simon Reynolds, Pitchfork için kaleme aldığı yazısında Autotune gibi vokal düzeltme yazılımlarının genelde kozmetiklerle birlikte düşünüldüğünü ve efektin botoksa, yüz gerdirme operasyonlarına vs. benzetildiğini yazar. Bildiğimiz gibi, tüm bunlar kadının “doğal” güzelliğinin düşmanıdır. Bu anlamda müzik bilmişlerinin Autotune nefretinin altında, kadınsılıkla özdeşleştirilen bu “abartmaya” dair bir tepkinin de yattığı düşünülebilir pekâlâ.
Autotune ProX
Özellikle kadınlara yöneltilen aynı “ölçüsüzlük” eleştirisini vokalinde reverb kullanan müzisyenler için de duymak mümkündür. Bu seçimin nedense bilinçli bir estetik tercih olarak değil, kötü ve çirkin olan bir şeyi saklama amacıyla yapıldığı düşünülür: Aslında müzisyen yeteneksizdir, şarkı söylemeyi bilmiyordur ve acı gerçeği birtakım makyaj teknikleriyle saklamaya çalışıyordur. Erkekler yine görülmeyeni görmüş, duyulmayanı duymuştur, büyük oyun bozulmuştur. Ancak, aynı abartma eleştirisi sahneye 78 adet gitar pedalı ile çıkan erkek bir müzisyene getirilmez, bilakis, gitaristin tekniği, becerisi, müzik bilimine olan katkıları yüceltilir.
Fazla makyaj kadını “basit” gösterir. Fazla Autotune ise, ölçüsüz ve görgüsüzdür ve müzisyeni kadınsılaştırır. Ölçüsüz kadın düşmüş kadındır. Ses, beynimizi ağırlayan kafatasımızdan çıkar, aklımıza en yakın ve en dolayımsız şeydir, bu yüzden de rasyonalitenin simgesidir. Herhangi bir çatırdama, öznenin kontrolü kaybettiği, irrasyonel olduğu, dolayısıyla kamusal alandan dışlanması gerektiği anlamına gelebilir. Kısaca, Autotune ve temsil ettiği kadınsılığın kamusal alanda işi yoktur.
Gerçek hip-hop bu değil
Estetik abartı, kadınsı olmanın yanında düşük kültürlere dair bir özelliktir: paçoz, rüküş, sahte, görgüsüz gibi sıfatların hepsi altsınıftan ölçüsüz kadınları ima eder ve haliyle belirli bir zevksizliğe atıfta bulunur. Kenar mahalleden insanların kılıkları ile Siyah trap’çilerin abartılı takıları ve Türkçe rap yapanların Autotune’lu vokalleri aynı algılanan görgüsüzlüğü mimler: sonradan görmeliği, çünkü bilirsiniz, formel sadelik “entelektüel güç demektir.”* Autotune bu açıdan işçi sınıfının abartma huyunun ve gösteriş merakının sesli bir ifadesi olarak algılanır.
Trap ve Autotune’a yönelik nefret, arabesk karşısında duyulan tiksintiye de benzer. Arabeskte acının “pornosunun” yapıldığına dair o benzetmeyi duymuşsunuzdur. İşsizlik, parasızlık, her gün yaşanan aşağılanma vb. özel alanda yaşanması gereken yahut insanların yerinde ve zamanında kendi aralarında ifade etmesi beklenen şeylerdir. Bütün şarkı/albüm boyunca bundan bahsederseniz, üstelik bu “mızmızlanmayı” para kazandıran bir kültür haline getirirseniz, gizli kalması gereken, iğrenç bir şeyi ifşa ediyorsunuz demektir. Hem ortasınıf beyaz bir erkek değilseniz sizin derdinizi kim takar? Hislerinizi, makyajınızı, Autotune’unuzu abartırsanız pornocusunuzdur, bir sınırı aşarsınız ve kabul edilemez bir şeydir bu.
Autotune kullanımının -özellikle bizimkisi gibi ülkelerde- bir sınıfsal göstergeye dönüştüğü çok açıktır. Autotune yüzünden yeteneğin öldüğünden, herkesin müzik yapabildiğinden şikâyet edilir. Ceza’nın ilk çıktığı zamanları düşünün; ne dediğinden çok, ne kadar hızlı rap yaptığı konuşulmuştu. Elitler altsınıfları ancak belirli, üstün yeteneklere sahiplerse ciddiye alabilir: Altsınıflar elitler için bu şekilde bir seyirlik, entelektüel egzersiz malzemesi sağlamalıdır. Gelgelelim Autotune gibi yüzeysel, boş, herhangi bir bedensel beceri gerektirmeyen kolaylaştırıcılar yüzünden elitlerin bu şov talebi karşılıksız kalır. Oysa Autotune sadece, burjuva ahlakının işlemediği ara sokaklara sızmakla kalmamış, anaakımlaşmış ve piyasalaşmıştır. Burjuva ideolojisi elbette bu düzenin sorumlusu değilmiş de müzik koleksiyonunu, zevkini ve bilgisini bir sermaye olarak kullanmıyormuş gibi masum ayağına yatar ve kapitalizmin faturasını da “kolay para kazanan” Autotune’lu bu düşük ahlaklı gençlere keser. Onlara kalsa, altsınıflar para da kazanmamalıdır, para kazanmak burjuva için ayıpsa, altsınıflar için misli misli ayıptır.
Autotune ve trap’e yönelik beyaz tepkilerin çoğunluğuna “gerçek hip-hop bu değil” minvalinde tespitler de eşlik eder. Peki gerçek hip-hop nedir? Bu elbette soru kılığında bir tuzaktır. Cevap beklemez, cevaba ihtiyacı yoktur, zira soran kişi zaten, elbette, gerçek hip-hop’un ne olduğunu biliyordur, zira yüzlerce hip-hop albümüne sahiptir ve bu albümler gerçek hip-hop’a yaraşır bir şekilde plak formatındadır. Hip-hop’un siyah kültürle, sokakla ve yaşamla ilişkisi onu ilgilendirmez, onun ilgilendiği şey daha geniştir, hip-hop’un müzik tarihi içindeki yeridir. “Gerçek hip-hop bu değil” yargısı kapıyı suratınıza çarpar ve gasp edilmiş bir sermaye olarak müzik bilgisi ve zevkini mistikleştirir. Gerçek hip-hop, Sugarhill Gang’in bile bilmediği gizemli bir esanstır, kimselere nasip olmaz. Sermayeye sahip olan, kendisini özel kılan şeyin sırrını tabii ki kimseyle paylaşmaz, zira zevk aslında bir birikim, yani sermaye meselesidir. O halde her şeyin sınıfsal olduğu bir dünyada, sermayeden azade zevkli ve iyi müzikten bahsetmek de olanaksızdır.
Hip-hop’un 90’larda New York’un fakir semtlerinde yaşayan Siyah toplulukların ellerindeki teknolojiyi bozarak, onunla kendilerine özel bir dil kurmak suretiyle bir ilişki kurmaları sonucu ortaya çıktığı gerçeğini ayrıntıdan ibaret kılar bu duruş. Pikap, plak, kayıt cihazı vs. araçlara erişimin sosyo-ekonomik boyutu es geçilir, bu gibi analog, orijinal ekipmanlara 2023 yılında yalnızca belirli insanların ulaşabildiği gerçeği bu şekilde sinsice örtbas edilerek kucaklanmış ve olumlanmış olur. Yazılım tabanlı ucuz yeni teknolojilerin ve internetin ekonomik açıdan avantajsız gruplara sağladığı imkânlar görmezden gelinir ve bu teknolojilerin gözetim, kitle kontrolü gibi etkileri vurgulanarak mutlaklaştırılır. Böylece dolaylı bir şekilde yeni ve herkesin ulaşabildiği olan şeytani, eski; nadir bulunan teknolojiler ise değerli kılınır.
Simon Reynolds, Autotune karşıtlığının sınıfsal bir refleks olduğunu belirtirken, niş dinleyicinin vintaj, tarih ve miras gibi kelime ve kavramlara olan düşkünlüğünün altını çizer. Yeni olan şey bu minvalde altsınıflara ait bir şeydir: “İster giyimden ister mobilyadan isterse ses prodüksiyonundan bahsediyor olun, sınıf yelpazesinde ne kadar aşağılara inerseniz, o kadar parlak ve yeni şeyler elde edersiniz” der Reynolds. Autotune’un Türkiye’deki altsınıflar, “eğitimsiz” kesimlerle özdeşleştirilmesinin sebeplerinden biri de ucuz, kolay erişilebilir olmasının yanında bu parlak niteliğidir. Tıpkı parlak ruj ve ojeler gibi parlak ve abartılı Autotune da paçoz olarak kodlanır. Eski olan asildir, aristokrasiye en yakın olandır, elimizden alınmış avantajlarımızdan biridir, teknolojiyi nasıl kullanacağından bihaber insanların gerçek hip-hop mirasını kirletmesi karşısında asil müzik lordları cinnet geçirir.
Autotune müzik bilgisine birikimine yatırımına bağlı, sermayesini kaybetmek istemeyen zümreleri sinirlendirir, çünkü şu ana kadar onlara gizli bir koruma sağlayan doğallık, ölçülülük, görgü gibi kavramların hunharca ayaklar altına alınmasıyla pozisyonunun sarsıldığını hisseder. Kendini özel hissetmek giderek daha zorlaşır, zira herkes hikâyesini anlatabiliyorsa, bazılarının bazen susması gerekecektir ve bu dehşet verici bir ihtimaldir.
Kaynaklar:
*Adolf Loos, “Ornament and Crime” (1908), çev. Shaun Whiteside, Penguin, 2019.
Catherine Provenzano, “Auto-Tune, Labor, and the Pop-Music Voice,” The Relentless Pursuit of Tone: Timbre in Popular Music, ed. Robert Fink, Melinda Latour ve Zachary Wallmark, Oxford Academic, 2018, s. 159-82. Bkz. https://doi.org/10.1093/oso/9780199985227.003.0008,
Jillian Hernandez, Aesthetics of Excess: The Art and Politics of Black and Latina Embodiment, Duke University Press, 2020.
Katherine McKittrick & Alexander G. Weheliye, “808s & Heartbreak,” bkz. https://trueleappress.files.wordpress.com/2017/10/pn2-print.pdf, s. 13-43.
Simon Reynolds, “How Auto-Tune Revolutionized the Sound of Popular Music,” https://pitchfork.com/features/article/how-auto-tune-revolutionized-the-sound-of-popular-music/