Yazarların gizli dünyasını tanımamıza olanak sağlayan biyografilerin bilhassa edebiyat için ayrıcalıklı bir konuma sahip olduğunu söylemek herhalde yanlış olmaz. Bir eserin yahut düşünce sisteminin yazarın hayatı, varlığı, mücadelesi ışığında yorumlanmasını gerektiren durumlarda araştırmacılar için önemli bir kaynaktır biyografiler. Merkeze alınan bir kişinin hayatıymış gibi görünse de biyografilerde esasen belli bir dönemin ve toplumun yaşantısını, değer ölçütlerini, çalkantılarını bulmak mümkündür. Yaşamı hemen tüm yönleriyle mercek altına alınan Beauvoir (1908-1986) gibi kendi felsefesini yaratan bir yazar, entelektüel ve feminist-aktivist olduğunda ise okuma süreci de adeta Beauvoir’ın hayatı ve otobiyografilerindeki[i] temel düşünce gibi “oluş” hâline geliyor. Onun varlığını inşa edişini dünyada nihayete erene kadar adım adım, kronolojik olarak okumak yaşamına yakın çevresinden biriymişçesine tanıklık etmeye benziyor.
Oxford Üniversitesi Felsefe Fakültesi’nde öğretim üyesi olan Kate Kirkpatrick’in 2019 yılında Becoming Beauvoir: A Life (Bloomsbury) adıyla yayınlanan ve çok ses getiren çalışması Deniz Soysal çevirisi ve Ayrıntı Yayınları etiketiyle dilimize kazandırıldı. Yazarın titiz çalışmasının bir ürünü olarak giriş ve on yedi bölümden oluşan bu biyografi kitabı birçok özgün yanı olmakla birlikte, Simone de Beauvoir ile ilgili gün yüzüne çıkan yeni malzemelere dayanması (daha önce yayınlanmamış günlükler, mektuplar ve çalışma notları), savaş yıllarındaki Fransa’nın siyasi-toplumsal-sanatsal atmosferini ve Cezayir halkının bağımsızlık mücadelesi esnasında yaşananları gözler önüne sermesi, Beauvoir’ın Sartre’ın kadın gölgesi veya takipçisi değil “her nasılsa öyle”, yani “olduğu gibi” ele alınması ve bilhassa İkinci Cinsiyet(1949) ve feminizm etrafında dönen tartışmaları tüm yönleriyle objektif şekilde yansıtmasıyla ön plana çıkıyor. Kirkpatrick’in ifadesiyle “Bu kitap (…) Beauvoir’ın nasıl kendi olduğu sorusuna adanmıştır.” (s.15) ve “Topluma sunmadığı öyküye yaklaşmaya yarayacak ilk biyografidir.” (s.33)
Tüm bunların yanında çalışmanın ayrıca dikkat çekilmesi gereken özgün bir yönü daha var: Dilde cinsiyetçiliği kırması. Beauvoir ile ilgili muhtelif yorum ve ifadelerde, tıpkı diğer kadınların da maruz kaldığı gibi, “ikincil konum” vurgusu, kendi sesiyle alıntılanmama, edilgin fiillerle betimlenme eğilimi göze çarpmaktadır. Yazar işte tam da bu yüzden, Beauvoir’ın düşüncelerini ve eylemlerini tamamen kendi sesi ve anlatımıyla, etkin ve birinci tekil şahıs konumunu muhafaza ederek alıntılıyor/aktarıyor. Bu durum yazarın gramatikal kusur işlediği yahut çevirmenin hata yaptığı gibi yanılsamalara sebep olsa da aslında biyografi yazarı, eleştirdiği cinsiyetçi dil ve kültüre tepki olarak böyle bir tutum benimsemiş.
Mektupların yanı sıra günlükler ile anıların biyografinin yazarı için önemli bir başvuru kaynağı oluşturduğunu daha önce söylemiştik. Günlükler ve anıların farklı istikamette olması (s.178) olaylara, eserlere, düşüncelere ve Beauvoir ile Sartre etrafında kümelenen, çapraz ve karmaşık ilişkilerin yaşandığı “aileye/olumsal sevgililere” (Bost, Olga, Bianca, Sorokine, Lanzmann, Sylvie vd.) bakışımızı değiştirir.
“İçeride Savaş, Dışarıda Savaş” adlı bölümde işgal altındaki Paris’i, savaşın soğuk kış günlerini, Beauvoir’ın yadırgı yaşam düzeni ve öğrencilerine Proust ile Gide’i okutması nedeniyle öğretmenlik izninin iptal edilmesini, Jean Wahl’ın Yahudi olduğu gerekçesiyle Sorbonne’daki görevinden alınmasını okuruz. Esasen Beauvoir’ın İkinci Dünya Savaşı sırasında Hegel, Kierkegaard, Kant, Heidegger, Kafka ve Jaspers’i okuduğu günlerde politik ve aktivist tavrını ve yazarlık dehasında geçtiği ateşleri henüz göremiyoruz.
“Unutulmuş Felsefe” bölümünde Albert Camus, Raymond Queneau, Michel Leiris ve Picasso gibi isimler de artık sahnededir. Fiestalar, savaş zamanı ziyafetleri başlamıştır. (s.192) Yukarıdaki isimlere ek olarak Beauvoir’ın Adler, Alain, Aron, Bergson, Dostoyevski, Faulkner, Freud, Hemingway, Hölderlin, Joyce, Nietzsche, Saint-Exupéry, Scheler, Sketkel, Stendhal, Valéry, Oscar Wilde ve Virginia Woolf… (s. 193) okuduğunu öğreniyoruz. Bu bölümle birlikte “Varoluşçuluğun Kraliçesi”, “Amerikan İkilemleri” ve “Skandal Yaratan İkinci Cinsiyet” bölümlerinde Beauvoir’ın (ve “sürekli konuşma” ilişkisinde olduğu” Sartre’ın) entelektüel değişim/gelişim sürecine, portresine, okuduklarına, kendi eserlerine (Konuk Kız, Başkalarının Kanı, İşe Yaramaz Ağızlar, Tüm İnsanlar Ölümlüdür, İkinci Cinsiyet, Yaşlılık…), eserlerinin içeriğine ve oluşumundaki düşüncelere, yine bu eserlere yönelik eleştirilere dair birçok nüveyi bulmak mümkün. “Öteki”, “özgürlük-sevgi arasındaki ilişki” Simone de Beauvoir’ın hemen tüm yapıtlarında irdelediği, hayatı boyunca üzerine düşündüğü ve kendi felsefesini kurduğu konulardır.
“Skandal Yaratan İkinci Cinsiyet” bölümünde Beauvoir’ın “kişisel, felsefi ve politik olan farklı sınır kümelerini bir araya getirdiği” (s.243), 1949’da iki cilt halinde yayınlanan İkinci Cinsiyet ve karşı tepkiler, bu eserin diğer feministler üzerindeki etkisi ve eleştirildiği hususlar işlenmiş.
“ ‘Biyoloji kader değildir’, diye iddia etti Beauvoir -ve evlilik ya da annelik de kader değildir. Marie Curie gibi kadınlar, diyordu Beauvoir, kadınların tarihsel önemsizliklerine neden olanın, ‘kadınlar’ın aşağı olmaları olmadığını’ kanıtlamıştır. (…) Fakat kültür -yüksek ve aşağı- kadınlar hakkındaki baskıcı ‘mitoloji’yi devam ettirir.” (s.248)
Yer yer Sartre’ın kaç metresi olduğu nevinden gereksiz ama Beauvoir ile ilişkileri bağlamında hakkında çok yazılıp çizilen detaylara boğulsa da kitapta Beauvoir’ın hayatının önemli bütün başlıklarına yer verilmiş. Mesela Beauvoir’ın, kürtaj kısıtlamalarının kaldırılması ve kadınların kürtajı özgürce, güvenli bir şekilde yaptırma hakkına sahip olmaları için Anne Zelinsky ve Christine Delphy’ye hem manifestoyu (343’ler Manifestosu) imzalayarak, hem de kampanya mekanı olarak dairesini teklif ederek verdiği destek. (s.336)
“Yaşlılık Ortaya Çıktı” adlı 15. Bölümde, Beauvoir’ın feminizme geçiş merhalelerindeki keskin adımlarından ve nihayetinde bunu Alice Schwarzer ile röportajı (1972) aracılığıyla halka duyurmasından bahsedilmiş. Schwarzer’ın Beauvoir’a yönelttiği soruda açıkça vurguladığı gibi, o feminist olduğunu İkinci Cinsiyet’in yayınlanmasından tam yirmi üç yıl sonra “yüksek sesle ve net bir şekilde” söylemiştir. (s.349) Bu bölümde Beauvoir’ın bunun toplumsal, politik ve felsefî nedenlerine dair açıklamalarına yer verilmiş. Takip eden yıllarda cinsiyetçiliğe karşı yasa istenciyle Anne Zelinsky ile beraber Kadın Hakları Birliği’ni kurması (s. 354) yine feminizm konusunda mühim bir politik adım. Ancak diğer feministler tarafından patriyarkal yönü olan bir eylem olarak görülerek tepkiyle karşılanmış.
Özetle, kitabın Beauvoir’ın ailesine, eğitimine, ekonomik özgürlüğünü kazanma sürecine, eserlerine, hayat üslubuna, ideolojisine, röportaj ve söyleşilerine, seyahatlerine, dostlarıyla diyaloglarına, seçimlerine, kavramlar üzerine düşüncelerine dair zengin bir literatür ve derli toplu bir değerlendirme sunduğunu söyleyebiliriz. Böylece onun metinlerini, söylemlerini ve eylemlerini bakışımlı okumak olanaklı hâle gelir.
Beauvoir ölümden ve yastan bile yazmaya sığınmış bir kadın.[ii] Zaza’yı, annesini, Sartre’ı yitirmenin dehşet verici acısından yazarak sağ kalmayı, ölümü yeniden yazarak düşünmeyi tercih etmiş; çağını ve gelecek kuşakları değiştiren-dönüştüren düşünce sistemi ve düşünce dünyasına paralel yaşantısıyla, yeni yerleri keşfetmek ve başka yaşantıları gözlemlemek konusundaki bitimsiz arzusuyla yazarak “var olmuş” bir kadın. Üstelik varlığını, felsefesini, başarısını ve tesirini görmezden gelenlere rağmen; varlığını başka bir varlığa, Sartre’a, bağlayanlara rağmen inşa etmiş kendini. Beauvoir’a dair son sözleri yine Kate Kirkpatrick’e bırakalım:
“İçeriden Beauvoir olmanın nasıl bir şey olduğunu asla bilemeyeceğiz: Yaşanan hayat, anlatılan hayattan yola çıkarak yeniden canlandırılamaz. Ama dışarıdan, kendi olmak için mücadele ederken kullandığı harekete geçme becerisini unutmamalıyız.”
Kirkpatrick, Kate. Beauvoir Olmak: Bir Yaşam. Çeviren Deniz Soysal. İstanbul: Ayrıntı Yayınları, 2022. (ISBN: 978-605-314-606-3)
[i] “Beauvoir’ın otobiyografileri 1958 ile 1972 arasında dört cilt olarak yayınlanmıştır. Yaşamı boyunca, Amerika (1948) ve Çin (1957) yolculuklarında tuttuğu tarihî kayıtlardan oluşan iki yapıt ve annesi (1964) ile Sartre’ın (1981) ölümlerine ilişkin iki anı kitabını da içeren otobiyografik malzemelerin de olduğu pek çok başka yapıt kaleme almıştır.” Kirkpatrick, Beauvoir Olmak, s. 19.
[ii] Annesinin ölümünün ardından kaleme aldığı Une mort très douce (Sessiz Bir Ölüm) ile Sartre’ın ölümünü anlatan Adieux (Veda Töreni) eserleri ölümün ağırlığı ve yas duygusundan beslenmiştir.