Eylül 1952’de, NATO’nun Avrupa Müttefik Yüksek Komutanı Matthew Bunker Ridgway Türkiye’ye ziyarete gelir. Dört günlük ziyareti esnasında özellikle Sovyetler Birliği’ne yakın taburları ziyaret eden Ridgway, olası bir Sovyet saldırısında Türk askerinin Sovyetler karşısında yalnız olmadığı mesajını verir. Türkiye’deki anti-komünist politikaları ziyaretiyle pekiştirmek isteyen Ridgway, diğer illere kıyasla daha fazla zaman geçirdiği Erzurum’da sadece askeri birlikleri gezmez. NATO’nun en stratejik askeri üslerinden birinin bulunduğu bu şehirde, 1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı’nda (93 Harbi’nde) Rus birliklere karşı mücadele eden Nene Hatun adında yaşlı bir kadının yaşadığını öğrenir ve onu ziyaret eder. Basın tarafından ilgiyle karşılanan bu ziyaret, Nene Hatun’un Türkiye’deki popüleritesini ciddi bir şekilde arttırır; Nene Hatun çok kısa bir sürede Türk kadınının/annesinin sembolü haline gelir. Nene Hatun’un ulusal bir ikon haline dönüşmesinde dönemin ulusal ve uluslararası koşullarının büyük önemi vardır.
1950’li yılların başında iç politikanın ana gündemi, uzun bir CHP yönetimine son veren DP hükümetinin ülkeyi yönetmeye başlamasıdır. 1940’ların ikinci yarısında çok partili hayata geçilmesiyle başlayan, Mayıs 1950’de DP’nin uzun yıllardır devam eden CHP yönetimine son vermesiyle iyice kendini hissettiren bu değişim, şüphesiz ki Türkiye’deki popüler kadın imajında köklü değişikliklere neden olur. Bir yandan siyasi liberalleşme kadınların örgütlenmelerine daha fazla olanak tanırken, diğer taraftan siyasi çevrelerde ve kamuya açık konuşmalarda muhafazakar söylemlerin artması toplumsal cinsiyet rollerini derinleştirir. Nene Hatun’un ikonik imajı, savaş sonrası Türkiye’sinde kendini göstermeye başlayan ve siyasi açıdan muhafazakarlığı savunan DP hükümetiyle birlikte daha da muhafazakarlaşan siyasi dilin doğrudan bir sonucudur. Nene Hatun, geleneksel kıyafetli ve peçeli bir köy kadını ve hasta kızına uzun yıllar bakan özverili bir anne olarak ideal anneliğin en büyük örneği olarak ortaya çıkar. DP ve DP bağlantılı medya kuruluşları, sağ popülist bakış açılarıyla Nene Hatun’un bilinirliğini artırır ve ikonik imajının inşaasına katkıda bulunur.
Nene Hatun’un Türk kadınlarının/annelerinin bir simgesi olarak lanse edilmesi, aynı zamanda dış faktörlerin, yani Soğuk Savaş sırasında dünyada artan komünizm karşıtlığının bir sonucudur. Anti-komünizm sadece siyasi meselelere odaklanmakla kalmaz, aynı zamanda kapitalist, demokratik ve dindar ABD’nin komünist, totaliter ve ateist Sovyetler Birliği üzerindeki sözde üstünlüğünü kanıtlamak amacıyla kültürel çatışma yaratır. Sonuç olarak, erken soğuk savaş yılları Batı toplumlarında dinin yeniden canlanmasına neden olur.[1] Aynı durum, ayrı hareketleri ve siyasi konumları anti-komünizm çatısı altında bir araya getiren sosyal ve popüler muhafazakarlığın şaşırtıcı yükselişi için de geçerlidir.[2] Yükselen muhafazakarlık, Batı bloğunun savaş sonrası toplumlarını yeniden şekillendirip yapılandırılmasına ve toplumsal cinsiyet temalı etkilere sebep olur. “İstikrarlı toplumlar” ve “istikrarlı aileler” oluşturmak için kadınların “anne” ve “eş” olarak aile içi rollerine artan bir vurgu vardır.
Batı toplumlarındaki bu yeniden yapılanmadan en çok nasibini alan ülkelerin başında Batı bloğunun ve onun anti-komünist politikalarının “en sadık müttefiki” olan Türkiye gelir. Kadınların ve annelerin toplumsal imajı ve rollerine ilişkin muhafazakar söylemlerin arttığı bir siyasi ortam, anti-komünizmin Türk toplumu üzerindeki cinsiyetçi sonuçlarını daha da köpürtür. Nene Hatun örneği üzerinden 1950’lerin ilk yarısında ulusal ve küresel siyasette yaşanan dönüşümleri ve bunların toplumsal cinsiyet açısından sonuçlarını göz önünde bulundurarak, Nene Hatun’un neden ve nasıl anti-komünizmin güçlü bir simgesi ve Türk anneleri için bir ikon haline geldiği sorularına cevap aradım. Nene Hatun, ideal kadın olarak lanse edilen figürlerden yalnızca biri olduğu için, onun imajını, DP’nin kadın milletvekilleri, DP yanlısı yazarlar ve DP destekli kadın derneklerinin liderleri de dahil olmak üzere, dönemin diğer kadın figürleriyle ilişkili olarak inceledim. Bu soruların cevaplarını vermeden önce, kısa bir tarihsel özetle başlamak istiyorum. Nene Hatun gibi bir ikonun neden 1950’li yıllarda ortaya çıktığını ve önceki yıllardaki kadın imajından nasıl ayrıştığını göstermek için cumhuriyetin ilanından 1950’lerin ortasına kadar Türkiye’de kadınların toplumdaki rolü, imaji ve anneliği ne şekilde gelişti; birlikte bakalım istiyorum.
Nene Hatun’dan Önce: Geç Osmanlı Döneminden 1950’ler Türkiyesine Kadın İmajı
19. yüzyılın sonlarında, eğitimli ve seçkin ailelerden gelen bireylerin oluşturduğu Osmanlı kadın hareketleri, kadının kamusal alanda görünürlüğünü artırmak ve kadın haklarına ilişkin kazanımlar elde etmek adına, özellikle de imparatorluğun ticari merkezlerinde, ciddi girişimlerde bulunurlar. Birinci Dünya Savaşı, bütün dünyada kadınların toplumsal rol ve imajlarını gözle görülür bir şekilde değiştirir. Osmanlı toplumunda da durum farklı değildir. Özellikle Mütareke Dönemi ile devam eden süreçte, kadınların savaş esnasındaki katkıları yeni kurulan Türkiye’de kadın imajını daha da dönüştürür. Savaş sırasında ve hemen akabindeki dönemde, Kemalist elit, kadınları milli mücadelenin en önemli aktörleri olarak vitrine koyar.[3] Devam eden süreçte, Kemalistlerin Osmanlı değerlerini laik ve modern bir toplumla değiştirerek toplumsal yaşamı yeniden tasarlama ve yeni bir ulusal kimlik inşa etme girişimleri, kadınlığın tanımında ve kadının rolüne ilişkin algıda daha fazla değişimi beraberinde getirir. Ancak, “yeni Türk kadınlarının” kamusal varlığını genişletmeye yönelik ulus-devlet reformları, emekçi ve köylü kitlelerin bireysel ihtiyaç ve potansiyellerini yerine getirmeleri için eşit fırsatlar sağlanması açısından sınırlı kalır.
Bu durumun nedenleri, 1980’lerden bu yana feminist araştırmacılar tarafından sorunsallaştırıldı. Kemalistlerinkadınların toplumsal rolünü ve imajını genişletirken bunu kitlesel hale dönüştürememesinin en önemli nedeni olarak kadın imajının modern Türkiye’nin inşaasında siyasi bir araç olarak görülmesi ve bu amaç doğrultusunda kadının annelik rolüne atfedilen önemin toplumsal cinsiyet rollerini derinleştirmesi öne sürülür.[4] Kadınlar bir yandan vatandaş vazifesiyle kamusal alanda çalışmaya çağırılırken, diğer yandan onlara annelik göreviyle “cumhuriyet değerlerine saygılı” çocuklar yetiştirmesi görevi yüklenmektedir. Kadınların toplumsal rolleri ve imajları hakkında söylem ve uygulama açısından bazen büyük farklar olduğu göze çarpar ancak genel durum itibariyle kadının iş gücüne katılımına engel teşkil edecek baskın bir söylemden bahsedilemez. Ancak bu durumun İkinci Dünya Savaşı ve hemen akabindeki süreçte değiştiğini görüyoruz.
Çok partili sisteme geçiş, Türkiye’nin Batı’ya yönelmesi ve Amerikan yanlısı politikalar, DP iktidarı ve İslami söylemlerin yeniden canlanması gibi değişiklikler 1940’ların ortalarından itibaren Türk siyasetinin toplumsal cinsiyet alanlarını yeniden şekillendirir.[5] Önce Necip Fazıl Kısakürek’in yayınladığı İslamcı Büyük Doğu dergisi gibi mecralarda kendini gösteren “Kadın Neden Çalışmamalı” yazıları, DP iktidarı ile Zafer gibi DP yanlısı büyük tirajlı gazetelerde de çıkmaya başlar. Devam eden yıllarda artan Amerikanlaşma isteğiyle, DP destekli gazeteler Amerikan kadınlarının kendilerini “çocuklarına ve evlerine adayan ev kadınları” olmalarını Türkiye’deki kadınlara ideal kadınlık olarak sunmaya başlar. Nene Hatun tam da böyle bir zamanda yani Türkiye’de anti-komünist politikalar çerçevesinde yeni kadın imajının tam zamanlı anneye dönüştüğü bir anda karşımıza çıkar. Peki Nene Hatun kimdir?
Nene Hatun İkonik Bir Türk Annesine Nasıl Dönüştü?
Yukarıda da değindiğim gibi Nene Hatun, 93 Harbi’nde Rus birliklerine karşı savaşarak köyünü işgalden kurtarmaya çalışan yerel bir kahramandır. 1937 yılında, Cumhuriyet gazetesinden İsmail Habib Sevük’ün Erzurum’da yaptığı söyleşilerde yerel halkın ısrarı üzerine kendisiyle de bir röportaj yapana kadar kitleler tarafından tanınmaz. Gazetede çıkan röportajıyla adını kamuoyuna duyuran Nene Hatun’un yoksullukla geçen hayatını bu röportaj da değiştirmez. Bunun böyle olduğunu röportajdan 6 yıl sonra Başbakanlığa gönderdiği sitem dolu dilekçesinden anlayabiliriz. Dilekçeyi o dönem hayatta olan kendisi de Nene Hatun gibi Ruslarla savaşmış köylüsü Nane Hanım ile yazan Nene Hatun yaşadığı maddi zorluklardan uzun uzun bu dilekçede bahseder. Ancak resmi belgeleri incelendiğimde kendisinin dilekçesine verilen bir cevap bulamadım. Görülen o ki maddi zorlukları ilerleyen yıllarda da devam eder. Yani Nene Hatun, Ridgway’in ziyaretinden sonra yeniden keşfedildiği ve ulusal bir kahraman olduğu 1950’lerin başına kadar kamuoyu tarafından yakından tanınan bir figür değildir.
Ridgway kendisini ziyarete geldiği zaman Nene Hatun 93 Harbi’nin yaşayan son şahididir. Ridgway kendisine “şimdi şu an Ruslar saldırsa yine onlarla savaşır mısın” diye sorar. Nene Hatun’un tereddüt etmeden “evet” demesi üzerine Ridgway “işte gerçek kahraman” der. Ridgway anti-komünist propaganda aracı haline getirdiği ve hayatının “en etkileyici ziyareti” olarak tanımladığı bu ziyaretten gittiği her ülkede bahseder. Birçok NATO yetkilisinin Nene Hatun’dan öğrenecek çok fazla şeyin olduğunu söyler. Sonraki yıllarda Erzurum’u ziyaret eden NATO komutanları da Nene Hatun’u ziyaret eder. Bu ziyaretler ve sonrasında Ridgway’in Nene Hatun’dan sıklıkla bahsetmesi Türk basını tarafından yakından takip edilir ve Nene Hatun çok kısa bir zamanda kamuoyunun yakından tanıdığı ve takip ettiği bir halk kahramanı olur. DP hükümeti Nene Hatun’u bir Rus askerine karşı savaşırken imgeleyen hatıra pulları bastırır. Ayrıca kendisine maaş bağlanır.
Ruslara karşı savaşmış olmasına ek olarak Nene Hatun’un topluma yansıtılan imajını şekillendiren bir diğer temel motif de anneliğidir. Yine anti-komünist politikalarla paralel bir şekilde ilerleyen bu annelik vurgusu ilk defa Ridgway tarafından dile getirilir. NATO ülkelerine yaptığı ziyaretlerde basına yaptığı açıklamalarda Ridgway Nene Hatun’u tanımlarken matronof kelimesini kullanır. Sonrasında 3. Ordu Komutanı Orgeneral Nurettin Baransel, eşi ve çocuklarıyla birlikte Nene Hatun’u ziyarete gider ve basının önünde Nene Hatun’u “3. Ordu’nun büyükannesi” ilan eder. 1955 yılında ise DP ile yakın işbirliği içinde olan ve DP’nin ilk kadın vekillerinden Hatice Nazlı Tlabar tarafından yönetilen Türk Kadınlar Birliği tarafından yılın annesi seçilir. Aynı gün Ankara Radyosu sanatçıları da Erzurum’a Nene Hatun’u ziyarete gider. Türkiye tarihinde Nene Hatun yılın annesi seçilen ilk kadındır. DP yanlısı Zafer gazetesi bu olayın haberinde anneliğin “vatan ve vatan sevgisi” anlamına geldiğini belirtir ve bu söylem bizlere Nene Hatun’a hükümet tarafından biçilen rolü açıkça gösterir. Artık Nene Hatun sadece Ruslara karşı savaşmış bir halk kahramanı değil aynı zamanda anneliği kutsayan bir politikanın propaganda aracıdır da.
Ödül aldığı için onur duyduğunu belirten Nene Hatun, yaptığı konuşmasında anti-komünist propagandanın söylemlerinden yararlanır. Kendisinin sadece memleketi için savaştığını ancak şu an annelerin “bütün özgür dünyayı” korumak için severek mücadele edebileceklerini söyler (Zafer, Mayıs 9, 1955, 3). Bu törenden iki hafta sonra Nene Hatun vefat eder. Zafer gazetesinde Muazzez Kaptanoğlu Aruoba, Nene Hatun’u bütün Türk annelerinin sembolü ilan eder. Benzer şekilde DP’li hükümet yetkilileri de Nene Hatun’u “Türk ailesinin temeli” olarak tanımlar. Mezar taşına da “kahraman Türk annesi” yazılır. O günlerden günümüze Nene Hatun’un imajı anneliği üzerinden şekillenir.
Nene Hatun örneği ideal kadın imajının iki savaş arası dönemden savaş sonrası döneme büyük değişim gösterdiğini gözler önüne serer. Bu değişimi daha net bir şekilde görmek için savaş arası dönemin ideal kadın figürlerinden Sabiha Gökçen ile Nene Hatun arasında kısa bir karşılaştırma yapılabilir. Mustafa Kemal’in manevi kızı olan Gökçen, dünyanın ilk kadın savaş pilotudur. .[6] Gökçen, İkinci Dünya Savaşı öncesinde yeni bir Türk kadını imajının inşaasındaki en önemli figürlerden biriyken, özellikle bir “askeri” figür olarak popüleritesi, DP iktidarı ve erken Soğuk Savaş bağlamında önemli ölçüde azalır. Aslında bu bahsettiğim dönemde, Gökçen’in Amerikalı yetkililerin daveti üzerine Türk kadınının uluslararası saygınlığını yükseltmek için iki kez Amerika’ya gittiğinigörüyoruz. Ancak, dikkat etmemiz gereken konu Gökçen’in mesleğiyle ilgili ne Türkiye’de ne de Amerika’da asla gündeme gelmemesidir. Kendisi Kore’deki askeri operasyonlarda görev almak istemesine rağmen, Amerikalı yetkililerce bu isteği reddedilir. Yani, değişen siyasi ve toplumsal koşullar Gökçen’in çok daha pasif bir imaja sahip olmasına yol açmıştır.
Nene Hatun ise yeniden keşfedilmesinden sadece üç yıl sonra hızla ön plana çıkmış ve “annelerin annesi” olmuştur. Nene Hatun tıpkı Gökçen gibi militanlıkla ilişkilendirilir ve kitlelerde yurtseverlik duygusunu uyandırması beklenir ancak Gökçen’den farklı olarak Nene Hatun “çalışmayan bir anne” olarak ortaya çıkar ve ikonlaştırılır. İkisi de farklı dönemlerde Türkiye’deki kadınlar için sembol haline dönüştürülen Gökçen ve Nene Hatun arasındaki farklar, modern Türkiye’de kadının toplumsal imajı ve anneliğinin inşaasında ideal kadın tanımının siyasi erk tarafından günün koşullarına göre nasıl şekillendirildiğini de ortaya koyar. Açıkça gözüktüğü gibi, Gökçen cumhuriyetçi modernite ve milliyetçiliğin bir ürünüyken, Nene Hatun anti-komünizm ile muhafazakar anneliğin bir sentezidir.
Sonuç olarak, şunu rahatlıkla söyleyebiliriz ki Nene Hatun, dönemin sosyopolitik koşullarına hitap ettiği için popülerlik kazanır. Bu popülerlik, iç ve dış koşulların birbirini besleyen paralel etkisiyle iyice artar. Mayıs 1950’deki seçimleri kazandıktan sonra DP, kendisini Türkiye’yi Batı bloğunda daha da sağlamlaştıracak bir politikaya adar. DP’nin anti-komünist politikalara bağlılığı, siyasi dilde muhafazakar söylemi ve kadınlara dayatılan toplumsal cinsiyet rollerini daha da derinleştirir. Nene Hatun’un anneliğine özel bir vurgu yapılıp ulusal bir kahraman olarak nasıl lanse edildiği, 1950’lerde Türkiye’deki anti-komünist propagandanın muhafazakar yönlerini açıkça ortaya koyar. 21. yüzyılda bile, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan da dahil olmak üzere üst düzey Türk politikacılarının kadınları onurlandırmak için “dönemin Nene Hatunları” tabirini kullanmaları benzer muhafazakar söylemin bir izdüşümüdür. Yani, hem anneliği hem de ahlaki açıdan muhafazakar değerleri pekiştiren Nene Hatun’un imajı, siyaseten daha da muhafazakarlaşan Türkiye’de mirasının neden uzun ömürlü olduğunun en açık göstergesidir diyebiliriz.
Görsel: Nene Hatun Aziziye Tabyasında Yapılan Merasimde (Vatan, 24 Aralık 1952, 5).
[1] Kenneth D. Wald, “The Religious Dimensions of American Anti-communism,” Journal of Church
and State 36/3 (1994): 483–84.
[2] Colleen Doody, Detroit’s Cold War: The Origins of Postwar Conservatism (Champaign: University
of Illinois Press, 2013).
[3] Hande İrem Sadi, “The Politics of Women’s Rights during the Early Republican Era: State Feminism versus Pioneer Women,” (Yüksek Lisans Tezi: ODTÜ, 2019): 82; Gülay Sarıçoban, “Milli Mücadele’de Anadolu Kadını,” Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi 21/4 (2017): 1344; Burcu Cevik-Compiègne, “From Gallipoli (1915) to the War of Independence (1919–1922): Modernisation of Turkish Womanhood,” Cosmopolitan Civil Societies 6/3 (2014): 110
[4] Serpil Sancar, Türk Modernleşmesinin Cinsiyeti: Erkekler Devlet, Kadınlar Aile Kurar, 3. Baskı (İstanbul: İletişim Yayıncılık, 2014), 111-123; Ayşe Gül Altınay, The Myth of the Military-Nation: Militarism, Gender, and Education in Turkey (New York: Palgrave Macmillan, 2004), 55-56; Yeşim Arat, “From Emancipation to Liberation: The Changing Role of Women in Turkey’s Public Realm,” Journal of International Affairs 54/1 (2000): 107–8; Zehra F. Arat, “Educating the Daughters of the Republic,” Deconstructing Images of “the Turkish Woman”, Haz. Zehra F. Arat, 176, (New York: St. Martin’s, 1998); Yeşim Arat, “The Project of Modernity and Women in Turkey,” Rethinking Modernity and National Identity, Haz. Sibel Bozdoğan ve Reşat Kasaba, 100 (Seattle: University of Washington Press, 1997); Deniz Kandiyoti, “Gendering the Modern: On Missing Dimensions in the Study of Turkish Modernity,” Rethinking Modernity and National Identity, Haz. Sibel Bozdoğan ve Reşat Kasaba, 126, (Seattle: University of Washington Press, 1997); Binnaz Toprak, “Emancipated but Unliberated Women in Turkey: The Impact of Islam,” Women Family and Social Change in Turkey, Haz. Ferhunde Özbay (Bangkok: UNESCO, 1990), 39–50
[5] Rüstem Ertuğ Altınay, “‘Carrying Our Country to the World’: Cold War Diplomatic Tourism and the Gendered Performance of Turkish National Identity in the United States,” Radical History Review, 129 (2017): 106.
[6] Ermeni kökenli olduğuna ilişkin güçlü kanıtlar bulunan Gökçen gerek kamuoyundaki bilinirliği ve gerekse Dersim Katliamı’nda doğrudan yer alması nedeniyle Kemalist ulus inşaasında merkezi bir rol oynamıştır. Detaylı bilgi için bakınız Fatma Ulgen, “‘Sabiha Gök̨cen’s 80-year-old Secret’: Kemalist Nation Formation and the Ottoman Armenians,” (Doktora Tezi: UC San Diego, 2010).