Bir yıl önce hukuka aykırı Cumhurbaşkanı kararı ile İstanbul Sözleşmesi’nden çıkılması sonucu iktidar, kamuoyunda oluşan öfkeyi dindirmek için “İstanbul Sözleşmesi’ne ihtiyacımız yok, biz Ankara Mutabakatı hazırlayacağız”, “kendi yasamızı çıkaracağız”, “ısrarlı takibe ağır cezalar getireceğiz” gibi vaatlerde bulunmuştu. Ayrıca giderek artan kadın cinayetlerinde “kravat indirimi” /“iyi hal indirimi” uygulamalarına dönük tepkileri dindirmek ve kadına yönelik şiddetle mücadele ediyormuş gibi görünmek için de bazı adımlara ihtiyaç duyuluyordu. Bu bağlamda “Kadına yönelik şiddetin sebeplerinin tüm yönleriyle araştırılması ve alınması gereken tedbirlerin belirlenmesi amacıyla kurulan Meclis Araştırma Komisyonu” tarafından hazırlanan Türk Ceza Kanunu ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun 12.05.2022 tarihinde Meclis’te oylanarak kabul edildi ve 27.05.2022 tarihinde resmi gazetede yayınlandı. Adalet Bakanı Bekir Bozdağ’ın “Bundan sonra kimse kravat takıp, iyi hâl indiriminden yararlanamayacak” diyerek propagandasını yaptığı kanun kadına yönelik şiddetle mücadelede çok önemli bir adımmış gibi lanse edilse de durum ne yazık ki öyle değil. Çünkü kadına yönelik şiddeti önleme noktasında sorun yasal düzenleme eksikliği veya cezaların yetersizliği değil. Var olan TCK’da kasten yaralama, eziyet, tehdit, hakaret, şantaj gibi pek çok suçun düzenlenmesi zaten mevcut. Sorun ceza hukukunda var olan düzenlemelerin kadına yönelik şiddeti önlemek için uygulanmaması, indirime neden olan düzenlemelerin cinsiyetçi bir anlayışla uygulanması sonucu cezaların neredeyse infaz edilmez hâle gelmesi ve dolayısı ile de kadına yönelik şiddetin cezasız kalması. Var olan yasalar bile cinsiyetçi yargı ve siyasi söylem pratikleri ile uygulanamaz halde iken yasal değişiklik ve ceza artışı yoluna gitmek soruna çözüm üretmekten çok kamuoyunda ki tepkileri dindirmeyi amaçlıyor.
Yeni yasal düzenleme ile ısrarlı takibin ayrı bir suç olarak düzenlendiğini, kamuoyunda “iyi hal” olarak bilinen takdiri indirim nedenlerinin sınırlandığını, tutuklama nedeni olan katalog suçların kapsamının genişletildiğini, mağdurlara ücretsiz avukat görevlendirilmesine imkan veren suç tiplerinin sayısının arttırıldığını ve bazı suçların nitelikli hallerinin yeniden düzenlendiğini görüyoruz. Aslında bu öneriler uzun yıllardır kadına yönelik erkek şiddeti konusunda çalışan kadın örgütlerinin dile getirdiği, İstanbul Sözleşmesinin de devletlere yüklediği sorumluluklar. Fakat bu düzenlemeler kadın örgütlerinin bilgi, deneyim ve kanun tasarısına dair eleştirileri dikkate alınmadan hazırlandığından toplumsal cinsiyeti temelli şiddetle mücadelede bütüncül ve kapsayıcı bir çözüm üretmekten uzak, toplumsal tepkileri dindirmeye yönelik ve dolayısı ile de göstermelik düzenlemeler. Kadınların lehine gibi görünen kimi düzenlemelerin aslında uygulamada var olan sorunları sürdürecek ve hatta yeni sorunlar ekleyebilecek nitelikte olduğunu da kanununda yer alan muğlak, sınırları belli olmayan, tanımı yapılmayan ve hakim takdirine bırakılmış ifadelerden anlamak mümkün.
Yeni yasal düzenlemede ilk olarak TCK’nın 62.maddesinde yer alan “takdiri indirim nedenleri”nde yapılan değişiklik yer alıyor. Üzerinde en çok konuşulan bu düzenlemede takdiri indirimin yalnızca “failin geçmişi, sosyal ilişkileri, fiilden sonraki ve yargılama sürecindeki pişmanlığını gösteren davranışları ve cezanın failin geleceği üzerindeki olası etkileri” ile sınırlandırılarak, eski düzenlemede yer alan “gibi hususlar” ifadesi madde metninden çıkarılmış. Ayrıca failin mahkemeyi etkilemeye yönelik şekli tutum ve davranışlarının takdiri indirim nedeni olarak dikkate alınmayacağı açıkça belirtiliyor. Kamuoyunda “kravat indirimi”, “iyi hal indirimi” olarak bilinen, kadına yönelik erkek şiddeti ve kadın cinayeti dosyalarında nerede ise istisnasız uygulanan bu maddede yıllardır kadın örgütlerinin ve toplumun bir çok kesiminin dile getirdiği eleştiri ve tepkiler nedeni ile değişikliğe gidildiği ve “kravat ve takım elbise giymek suretiyle alınan indirimlerin önüne geçmek” istendiği lanse edildi. Oysa var olan TCK’da kravat ya da takım elbise giymek zaten bir indirim nedeni olarak yer almıyordu. Zaten var olmayan ve patriarkal yargı tarafından erkeklere uygulanagelerek “Kravat indirimi” olarak yer edinen bu cinsiyetçi yorum ve uygulama pratiğinin kanun maddesine eklenmesi oldukça anlamsız. Kanunun hakimlerin kadın düşmanı ve patriarkal yaklaşımına dayalı yorum ve uygulama pratiklerine ve indirim nedenlerinin fail lehine yorumlamasının altındaki cinsiyetçi bakış açısına bütünsel bir çözüm üretmesi gerekir idi. Çünkü şu hâli ile mesela kanunda yer alan “cezanın failin geleceği üzerindeki olası etkileri” de cinsiyetçi bir yorumla kadına yönelik şiddet faili erkekler lehine bir uygulama pratiğine dönüşme ihtimali taşıyor. Son dönemde mahkemelerin “saygın tutum indirimi “ gibi cinsiyetçi yorumla geliştirdikleri indirimler bunun en iyi örneği. Ayrıca kanun değişikliğinde “erkeklik indirimi” olarak kadına yönelik şiddet ve kadın cinayeti dosyalarında erkeklere nerede ise ödül gibi verilen “haksız tahrik” indirimi konusuna hiç değinilmemesi de yasal değişikliğin asıl amacının şiddeti önlemek olmadığını bize gösteriyor. Yine değişiklik ile takdiri indirim uygulanması halinde gerekçelerinin kararda mutlaka gösterilmesi hususu da Anayasa ve Ceza yasasında zaten var olan genel hukuk kuralının tekrarından başka bir anlam taşımıyor.
Kanun değişikliği ile yapılan bir diğer düzenleme ise İstanbul Sözleşmesi’nde “taciz amaçlı takip” şeklinde yer alan “Israrlı Takip”in”, TCK’nın “Hürriyete Karşı Suçlar” bölümünde, “Kişilerin Huzur ve Sükununu Bozma” suçundan sonra gelmek üzere, ayrı bir suç olarak tanımlanması. En başta şunu belirtmek gerekir ki ısrarlı takip kişilerin huzur ve sükunun bozulmasından ve hürriyetinin kısıtlanmasından öte özellikle kadınlar için ciddi can güvenliği endişeleri yaratan ve çoğunlukla cinayet ile sonuçlanan sistematik şiddet suçudur. Israrlı takip suçunun TCK’nın bu bölümünde düzenlenmesi bize kanunun toplumsal cinsiyet temelli şiddeti esas almadığını gösteriyor. Düzenlemeye göre “ısrarlı şekilde fiziken takip etmek, haberleşme ve iletişim araçlarını, bilişim sistemlerini veya üçüncü kişileri kullanarak temas kurmaya çalışmak fiillerinin, mağdurda ciddi bir huzursuzluk oluşmasına ya da mağdurun kendisinin veya yakınlarından birinin güvenliğinden endişe duymasına neden olması “ hâli suç olarak kabul ediliyor. Cezası ise 6 aydan 1 yıla kadar hapis. Öncelikle suçun oluşması için maddede belirtilen seçimlik hareketlerin ısrarlı şekilde yapılması gerekiyor. Yani haksızlık teşkil eden fiil “makul sayılabilecek ölçülerde” gerçekleştiriliyorsa ısrarlı takip suçu oluşmuyor. Bu kapsamda ısrar unsurunun gerçekleşip gerçekleşmediğinin takdiri hakime bırakılıyor. Yine, suçun oluşması için ısrarlı takip fiilinin mağdurun üzerinde “ciddi bir huzursuzluk” oluşturması ya da kendisinin veya yakınlarından birinin güvenliğinden endişe duymasına neden olması gerekiyor. Fiilin “kişinin üzerinde ciddi bir huzursuzluk” oluşturup oluşturmadığı ya da kendisi veya yakınlarından birinin güvenliğinden endişe duymasına elverişli olup olmadığı yani “huzursuzluk” kavramdan ne anlaşılması gerektiği herhangi bir kriter olmaksızın hakimin takdirine bırakılıyor. Hangi durumların, neden ve nasıl “huzursuzluk” verebileceği ve bu huzursuzluğun derecelerinin hangi ölçütlerle ve ne şekilde belirlenebileceğine dair kanunda bir açıklama yok. Ne zaman kanunlarda açıkça düzenlenmeyen, tanımlanmayan, sınırlanmayan ve hakimin taktirine bırakılan bir düzenleme olsa bu durum patriarkal yargıda kadınların aleyhine işletiliyor. Bu belirsiz ifadelerin, cinsiyetçi bakış açısıyla erkekler lehine yorumlandığına defalarca şahit olduğumuz için belirsizlik ve hakim yorumuna bırakılan durumlar bize kadına yönelik şiddetin cezasız kalması sonucu ile geri dönüyor. Israrlı takip suçunun “çocuğa ya da ayrılık kararı verilen veya boşandığı eşe karşı işlenmesi, mağdurun okulunu, iş yerini, konutunu değiştirmesine ya da okulunu veya işini bırakmasına neden olması, hakkında uzaklaştırma ya da konuta, okula veya iş yerine yaklaşmama tedbirine karar verilen fail tarafından işlenmesi” hâlleri ise suçun nitelikli hâli olarak düzenlenerek faile bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası öngörüyor. Israrlı takip yıllardır feministlerin mücadelesini yürüttüğü bir talep olması bakımından genel olarak olumlu gibi görünse de, uygulamada kadına yönelik şiddetle mücadelede etkin bir koruma sağlaması mümkün görünmüyor. Çünkü suçun nitelikli hâlleri de dahil olmak üzere takibi şikayete bağlı suçlar kapsamında yer alıyor. Yani ısrarlı takip suçunun şikayete bağlı bir suç olarak düzenlenmesi kadına yönelik şiddette dair var olan cezasızlığı devam ettirmekten başka bir işe yaramayacak. Oysa kadına yönelik şiddetle mücadele bağlamında yapıldığı söylenen ısrarlı takip gibi sürekli olarak taciz etme, kontrol etme, psikolojik baskı kurma, korkutma şeklinde devam eden sistematik bir şiddet suçunun kamu davası konusu olması gerekir idi. Ayrıca nitelikli hâllere “ayrılık kararı verilen ya da boşanılan eşe karşı” şeklinde getirilen sınırlanma ile eski sevgili, eski nişanlı vs. gibi durumlar dışlanarak kadınlar arasında evli/bekar ayrımcılığı yapıldığını görüyoruz. Israrlı takip suçu açısından belki de en temel sorun kanunda suçun basit hâlinde 6 ay ile 2 yıl arası ve nitelikli hâlinde 1 yıl ile 3 yıl arası olarak belirlenen hapis cezalarının infazının erteleme kapsamında kalması ve bu nedenle cezasızlığa yol açacak olmasıdır. Ceza ertelemesi kapsamında olan bu süreler, failin cezaevine bile girmeden, suç işlemeye devam etmesi sonucunu doğuracak dolayısı ile de caydırıcı olmayacağı gibi cezasızlık algısını da pekiştirecek nitelikte. Oysa gerçekten kadına yönelik şiddete dair cezasızlığın önüne geçilmek istenseydi ısrarlı takip ayrı bir suç olarak düzenlenmeden önce ısrarlı takip suçunun karşılığı olarak uygulanabilecek hali hazırda var olan TCK’ nın 96. maddesinde düzenlenen “eziyet suçu” ndan failler cezalandırılır idi. Yıllardır yürürlükte olmasına rağmen hakimler tarafından nerede ise yok sayılan bu madde kadına yönelik şiddeti önleme noktasında etkin bir şekilde uygulanarak 96. maddedeki 2 ila 5 yıl arası hapis cezası ile suç erteleme kapsamından çıkarılmış olurdu. Bunu yapmayıp “ısrarlı takibi “ daha düşük cezalı yeni bir suç olarak tanımlamak cezasızlık anlayışını sürdürme gayretinden başka bir anlam taşımıyor.
Yine değişiklikle TCK’da düzenlenen “kasten öldürme”, “basit tıbbi müdahale ile giderilebilecek kasten yaralama”, “işkence”, “eziyet” ve “tehdit” suçlarında suçun “kadına karşı işlenmesi” suçun cezasını artıran nitelikli hâl olarak sayılıyor. İlk bakışta olumlu gibi görünen yeni düzenleme ile aslında yapılan alt sınırı 4 ay olan cezanın 6 aya veya alt sınırı 6 ay olan cezanın 9 aya çıkarılması gibi son derece sembolik bir ceza artışı söz konusu. Yani düşünüldüğü gibi “bu suçlar kadına karşı işlenirse cezası artıyor” düşüncesi bütünü ile gerçek dışı. Feministlerin uzun yıllardır dile getirdiği ceza yasasında kadına yönelik şiddetin tanımlanmadığı ve müstakil bir suç olarak düzenlenmediği eleştirisi yok sayılarak yasa değişikliğinde de kadına yönelik şiddet ifadesinin açık ve net bir tanımı yapılmıyor. Aslında yapılan değişikliklerle niyetin kadına yönelik şiddet suçlarında cezasızlığı sürdürmek olduğunu kasten yaralama suçu bakımından “kadına karşı işlenmesi“ nitelikli halin, yaralama suçunun düzenlendiği TCK’nın 86/1’maddesindeki 1 yıldan 3 yıla kadar hapis gerektiren kasten yaralama suçuna ilişkin değil de, TCK’nın 86/2. maddesinde düzenlenen yani cezası 6 aydan 1 yıla kadar hapis veya adli para cezası olan “basit tıbbi müdahale ile giderilebilecek kasten yaralama” suçuna ilişkin olarak düzenlenmesinden anlayabiliyoruz. Bunun anlamı 2 yıl ve altı hapis cezalarının “hükmün açıklanmasının geri bırakılması” düzenlemesi ile ertelenmesi dolayısı ile de hapis cezasının ortadan kalkması demek.
Yine yeni düzenleme ile TCK’nın “tutuklama nedenleri” başlıklı maddesine “kadına karşı işlenen kasten yaralama suçu”nun da eklenmesi ilk bakışta olumlu bir izlenim verse de eksik bir düzenlemedir. Çünkü sadece “kadına karşı işlenen “kasten yaralama suçu”nun değil şiddetle bütünsel mücadele için “eziyet “ ve “ısrarlı takip” gibi sistematik şiddet suçlarının katalog suçlar dediğimiz “tutuklama gerektiren suçlar” kapsamına alınması gerekir. Ayrıca katalog suçlara “kadına karşı işlenen kasten yaralama suçu” eklenirken kastedilen suç tipinin yalnızca TCK’nın 86/2’maddesindeki “basit tıbbi müdahale ile giderilebilecek kasten yaralama suçu” mu yoksa TCK’nın 86/1’maddesindeki kasten yaralama suçu mu olduğu düzenlemeden açıkça anlaşılmadığından bir belirsizlik mevcut. Çünkü bu düzenleme ile “suçun kadına karşı işlenmesi” nitelikli hali sadece TCK’nın 86/2 .maddesindeki “kadına karşı işlenen ve basit bir tıbbi müdahale ile giderilebilecek kasten yaralama suçu” na getirildiğinden buna paralel olarak yalnızca kadına karşı işlenen TCK’nın 86/2.maddesinin tutuklama gerektiren katalog suçlara dahil edilmesi gerektiği düşünülebilir.
Bir başka düzenleme ise Ceza Muhakemesi Kanunu’nun “mağdur ile şikâyetçinin hakları” başlıklı kısımda değişiklik yapılarak daha önce yalnızca cinsel saldırı suçu için düzenlenen barodan ücretsiz avukat görevlendirilmesini isteme hakkının, çocukların cinsel istismarı, ısrarlı takip suçu, kadına karşı işlenen kasten yaralama, işkence veya eziyet suçları için de getirilmesi. Var olan yasal düzenlemede cinsel saldırı suçlarında her ne kadar mağdurlara hatırlatılmasa da avukat isteme hakkı zaten mevcut idi. Yine çocukların cinsel istismarı suçunda da resen avukat atanmakta idi. Burada ki en önemli eksiklik kadın cinayetlerinde katledilen kadınlar için barolar tarafından vekil görevlendirilmesi ile ilgili bir düzenlemenin yer almamış olmasıdır. Ve yine burada da “kadına karşı işlenen ve basit bir tıbbi müdahale ile giderilebilecek kasten yaralama suçu” na ilişkin mi yoksa tüm kasten yaralama suçlarına ilişkin mi ücretsiz avukat görevlendirileceği belirsizliği mevcut.
Düzenleme ile son olarak İstanbul Sözleşmesi’nin 48.maddesinde yer alan “her türlü kadına şiddet ve ev içi şiddet olayıyla ilgili olarak zorunlu arabuluculuk ve uzlaştırma yasağı” yükümlülüğünün Ceza Muhakemesi Kanunu’nda yapılan değişiklik ile ısrarlı takip suçu için getirildiğini görüyoruz. Uygulamada yargının cinsiyetçi yorumları nedeniyle uzlaştırma yasağı olan suçlarda dahi uzlaştırma yoluna gidildiği düşünülür ise uzlaşmanın yalnızca belli suçlar bakımından değil, kadına karşı şiddet fiillerinin tamamı açısından yasaklanması gerekir. Bu nedenle bu düzenleme gibi dar kapsamlı düzenlemeler şiddete karşı mücadele de amaca hizmet etmeyen göstermelik düzenlemeler olarak kalıyor.
Nihayetinde bu yapılan kanun değişikliği de diğer kanun değişiklikleri gibi kadına yönelik şiddetle mücadelede etkili ve bütüncül bir çözüm sunmaktan oldukça uzak. Çünkü tüm değişikliklerde şiddetin nedeninin toplumsal cinsiyet eşitsizliği olduğunu ortaya koymayan, toplumsal cinsiyet eşitliğini tesis eden politikalar üretmeyen, şiddeti önleme ve koruma mekanizmalarını hayata geçirmeyen bunun yerine şiddetle mücadeleyi sadece ceza artırımına sıkıştıran bir anlayış hakim. Bu nedenle çözüme dair yapılması gereken öncelikle kadına yönelik şiddete dair en kapsamlı ve etkili düzenlemeleri içeren İstanbul Sözleşmesi’ne yeniden taraf olunması, sözleşmenin getirdiği yükümlülüklerin eksiksiz bir şekilde uygulanmasıdır.
Kaynaklar:
https://esikplatform.net/kategori/ceza-yasasi-raporlar-arastirmalar/73813/yasalara-dokunma-uygula/