Halkların Demokratik Partisi (HDP) eski milletvekili, Demokratik Toplum Kongresi’nin (DTK) eş başkanı Aysel Tuğluk’a Seka Devlet Hastanesi tarafından 15 Mart 2021’de demans tanısı konuldu.
Adli Tıp Kurumu ise 3 Eylül 2021’de kendi raporunu hazırlayarak Tuğluk’un hayatını kimsenin yardımı olmadan idame ettirebileceği ve cezaevi şartlarında infazına devam edebileceği yönünde görüş bildirdi. Avukatları, gündelik işlerini tek başına yerine getiremeyen Aysel Tuğluk’un infazının ertelenmesi için başvursa da süreç, Tuğluk’un aleyhine işlemeye devam ediyor. Hastalığı cezaevi koşullarında her geçen gün daha ağır bir seyre evriliyor.
Tuğluk’un sağlık durumunu, demansa yakalanmasına neden olan süreçleri ve tablonun hukuki boyutunu avukatı Reyhan Yalçındağ Baydemir’le konuştuk.
Öncelikle avukatı olarak bize Aysel Tuğluk’un güncel sağlık durumundan bahsedebilir misiniz? Ne zaman başladı bu güçlükler?
Biz, ilk gözlemlediğimiz zamanlarda bunun direkt nörolojik bir hastalık olduğunu anlayabilecek bir durumda değildik elbette. Sonuçta konunun uzmanı değiliz. Biliyorsunuz Aysel hiç kolay şeyler yaşamadı. Cezaevindeyken, kendisine hayli düşkün olduğunu bildiğimiz, gördüğümüz annesini kaybetti. Annesinin naaşına insanlık dışı bir saldırı düzenlendi ve annesinin naaşı defnedildiği yerden çıkarılıp, memleketi olan Dersim’e gönderildi. Annesi iki kez gömülmek zorunda kaldı. Ben mezarlık saldırısında da, üç gün verilen taziye izninde de onun yanındaydım. Elbette acısı çok taze olduğu için o üç gün ağzını bıçak açmadı Aysel’in. Yaşadığı travmanın da etkisiyle Aysel’deki dalgınlığı ve durgunluğu uzun bir süre buna yorduk, çünkü yaşadığı asla normal bir şey değildi.
Aysel o dönem Sebahat Tuncel ve Figen Yüksekdağ’la Kandıra’da kalıyordu. Onlar da bu sürecin uzun ve ağır geçtiğini gözlemliyorlardı. Annesini 2017’nin Eylülü’nde kaybetti, 2018-2019 ise bu sürecin devamı oldu. Biliyorsunuz Kürt siyasetçilerin haklarında hazırlanmış sadece bir dosyaları yok ve haliyle Aysel’in de tutuksuz yargılandığı dosyaları da var. Dolayısıyla dosyalardaki savunmalarını birlikte hazırladığımız için o süreçte onu daha fazla görme fırsatım oldu. Bu dosyalar üzerinde çalışırken Aysel’in sağlık durumunun kötüye gittiğini fark ettim. Yani bir şeyler yolunda gitmiyordu. Ama cezaevi koşullarının kendisi de buna yol açan bir şeydir ya hani, gördüğünüz insan ve nesne sayısı azdır. Tek bir mekân vardır, her yer tek bir renge boyanmıştır. Bir de özellikle F Tipi Cezaevleri’ni düşündüğümüzde koşullar daha da ağırdır. Aysel’inki de bu yüzden, en azından başlangıçta, dikkatini toplayamama gibi bir süreçti gözlemlediğim kadarıyla. Ama dediğim gibi bunun tespiti benim ve bizim açımızdan çok zordu. Çok travmatik bir durumla cezaevindeyken baş etmeye çalıştı, o yasla cezaevi koşullarında baş başa kaldı. Ama şöyle şeyler oluyordu, ki hiç tercih etmezdi eskiden, elinde kâğıt kalem varken kendisi yazmak yerine benim yazmamı tercih ediyordu artık.
Tuğluk’a bir tanı koyulması ve sonrasında da hastalığının hızla ilerlemesi süreci nasıl ilerledi?
Pandemi başladıktan sonra, 2020 Martı’nda, cezaevleri korkunç bir tecrite gömüldü. Korkunç bir izolasyona tabi tutuldular. Mahpuslar ne avukatları, ne aileleri, ne de arkadaşlarıyla görüşebildiler. Hatta öyle ki kendi aralarındaki sosyal aktiviteler de sıfıra indirildi. Durum hâlâ da böyle bu arada. İşte kanımca o dönem, Aysel’in de durumunun ağırlaştığı dönemdi. Çünkü Seka Devlet Hastanesi nörologunun ilk demans tanılı reçetesinin raporu ve muayene bulgularının tarihi Şubat 2021. Yani pandeminin başlangıcından tam bir yıl sonra. Birçok nörologla ve farklı disiplinlerden uzmanlarla, profesörlerle konuştuğumuzda bize söyledikleri şey bu hastalığın bir anda vuku bulmayacağıydı zaten, üstelik Aysel gibi genç bir kadında. Pandemi sürecinde adli hükümlüler serbest bırakıldı hatırlayın. İşte bunun tam tersi siyasi mahpuslara yapıldı ve tecrit koşulları daha da ağırlaştırıldı. Aysel de bu siyasi mahpuslardan biri olarak bu süreci en yakıcı haliyle yaşadı. Ve herkes bu yüzden de daha geç farkına vardı Aysel’in hastalığının.
Demans tanısı konulacağını tahmin etmiş miydiniz?
Başlangıçta hayır ve o rapor hepimizi derinden etkiledi. Aysel bir yandan hepimizin yakını da çünkü. Sadece bizleri temsil eden bir siyasi değil, benim yirmi beş yıllık arkadaşım örneğin. Başta ailesi olmak üzere hepimiz için çok zor bir durumdu bu. Ama Aysel tüm bunlara rağmen hastalığının duyurulmasını istemedi. Bu süreçte muayeneler ve tetkikler devam ediyordu; ama Aysel’in asıl derdi diğer hasta tutsakların önüne geçmemekti. Özellikle Mehmet Emin Özkan gibi hasta, yaşlı mahpusları örnek vererek “Benim durumumu onların önünde tutmayın asla,” dedi bizlere. Kocaeli Tıp Fakültesi’nde çok kapsamlı muayeneler yapıldı. Kocaeli Tıp Fakültesi’nin raporunda konunun uzmanı tüm hekimlerin imzası var ve oy birliğiyle verilmiş bir rapor bu. Raporda dokuz kişilik bir heyetteki nörolog, psikiyatr, kardiyolog, dahiliye ve adli tıp uzmanları şöyle diyor: “Aysel Tuğluk cezaevinde tek bir gün dahi kalamaz.” Hastalığının kronik ilerleyici seyir arz etmesi bu hekimleri bağlayan bir bulguydu. Bu hekimlerin de elbette bir dünya görüşü var ve muhtemelen Aysel’le aynı değil. Ama bu görüşlerini yansıtmadan tıbbi etiğe, ettikleri yemine bağlı kalarak bu kararı verdiler. Bakın uzmanlık alanı farklı olan dokuz kişilik bir Adli Tıp Kurulu’ndan bahsediyoruz, Kocaeli Tıp Fakültesi’ne bağlı ve diyorlar ki: “Bulgumuz budur ve bunu yok sayamazsınız.” Kocaeli Tıp Fakültesi Aysel’i uzun süre muayene etti. Yani Aysel o hastaneye bir kez gitmedi, defalarca gitti ve bütün testlere girdi. Bu testler sonucunda ilaç dozu artırıldı. Akabinde de kamuoyuna yansıyan ve Adli Tıp Kurumu’nun (ATK) yıllardır ezberini bozmadığı, iktidardan yana tutum aldığı o raporu yayımlandı.
Tuğluk için demans tanısı koyan Kocaeli Üniversitesi Hastanesi raporunda “Cezaevinde kalamaz” derken Adli Tıp Kurumu neden kalabilir diyor? Gerekçeleri nedir?
Bir hekim, önüne gelen hastanın kim olduğuna bakamaz. Kaldı ki ettikleri yemin de onlara tarafsız kalmasını öğütlüyor. Ama ATK, Adalet Bakanlığı’na bağlı bir kurum ve on yıllardır siyasi iktidar ne istiyorsa buna dönük rapor tanzim ediyor. Bu imzalarıyla onlarca hasta mahpus yaşamını yitirdi cezaevlerinde. “Huzurlu veda hakkı” dediğimiz hak dahi tanınmadı o mahpuslara. Acılar içinde yaşamlarını yitirdiler. Sadece Sayın Tuğluk’un değil, bu hasta mahpusların bir kısmının avukatı olarak da söyleyeyim, cezaevinde yaşamını yitiren bazı hasta mahpusların avukatı olarak söyleyeyim: Bu insanların ölüme doğru yürüdüğünü biliyorlar ve biz avukatları olarak hiç değilse aileleriyle huzurla vedalaşmaları sağlansın diye başvuruyoruz, bu hak bile tanınmıyor bu insanlara.
Tuğluk özelinde de ATK raporu şöyle verdi: Aysel Hanım’ı hepi topu birkaç dakika gördüler ve bir kurul raporuyla karşımıza çıktılar. Aysel’i aylarca muayene eden Kocaeli Tıp Fakültesi heyetini yok saydılar ve tam tersi bir rapor çıkardılar. Tabii biz ATK Üst Kurulu’na itiraz ettik ve Kocaeli Cumhuriyet Başsavcılığı’na dedik ki: Bu iki rapor arasındaki çelişki giderilmeden karar veremezsiniz. Halihazırdaki itirazımıza doğrudan bir yanıt verilmedi. Biz yine Türkiye İnsan Hakları Vakfı’na müracaat ettiğimizde edindiğimiz alternatif bilimsel tıbbi mütalaayı sunduk ve Kocaeli Cumhuriyet Başsavcısı’na “ATK Üst Kurulu’na bu yüzden gidilmeli” dedik; ama halihazırda ona da doğrudan bir cevap verilmedi.
Ama ne oluyor bu esnada? Aysel Hanım’ın tutuklu olduğu Kobanê dosyasında savunma yapması isteniyor. Biz de diyoruz ki, müvekkilimiz savunma yapacak durumda değil ve acil tahliye edilmesini talep ediyoruz. Bu minvalde mahkeme, ATK’ye yeniden sevk etti. ATK Gözlem İktisat Kurulu’ndaki üç günlük süre zarfında kendisine iyi olmayan muameleler yapıldığını da ekledi Sayın Tuğluk. Ve gelen raporda sadece psikiyatrlardan oluşan bir kurul dedi ki: “Şahsın cezai ehliyeti vardır.” Ben bu durumu akla mantığa uygun bir şekilde izah edemiyorum artık. Nörolojik bir hastalığa nasıl psikiyatrların görüşü hüküm koyabilir? Ki hükmün, mahkeme ara kararıyla da alakası yok. Mahkeme, savunma yapabilir mi yapamaz mı, onu soruyor. Bunlar üzerlerine vazife olmayan bir şekilde, sanki psikiyatr değil de birer savcıymış gibi, dosyayı özetlediler ve “Kişi olaylar esnasında sorumluluğunu kavrayacak durumdadır” dediler. Siz bizim aklımızla alay mı ediyorsunuz? Aysel Hanım 2014’te, yani olayların atfedildiği tarihte, zaten milletvekilidir. Kim size Aysel Hanım’ın o zaman da bir sağlık sorunu olduğunu ya da yaptığı fiillerin sonucunu bilmediğini söylüyor? Aysel Tuğluk, Türkiye’nin en beynelmilel kadın siyasetçilerinden biridir. Bir siyasi partinin ilk kadın eş genel başkanıdır. Türkiye siyasi partiler yasasına eş başkanlık sisteminin getirilmesinde imzası olan bir kadındır, bunu siyasi tarihe kazandırmış bir kadındır.
Ve tabii ki devlet de şu an kendi hafızasından bağımsız davranmıyor. Aysel’in geçmişte Öcalan’ın avukatı olması, ısrarlı bir biçimde Kürt sorununun gerçekten insanlık onuruna yakışır bir biçimde çözülmesine yönelik çabaları da devletin hafızasında. Herkes Aysel Hanım’ın nasıl öncü bir figür olduğunu, entelektüalizmini, sorunlara yaklaşımının ne kadar yapıcı olduğunu, nahifliğini ve yaşamdan yana olan tutumunu çok iyi bilir. İşte tüm bunlar, şimdi ona birer intikam gerekçesi olarak dönüyor. Siz kimi inandırabilirsiniz bu kararın bilimsel bir karar olduğuna? İnsanların bu çelişkili raporların ne anlama geldiğini bilmediğini mi sanıyorlar?
ATK raporundan sonra süreç nasıl ilerledi?
Bu yanlış bilgilerle dolu rapor üzerine ben mahkemeye kapsamlı bir itiraz yazdım ve “Bu hastalığın takibi, tetkikleri, testleri nöroloji dalına aittir ve biz bu alanda bir uzman heyetinin raporunu/görüşünü istiyoruz,” dedim. İtirazımızla aynı gün ATK’den yeni bir rapor geldi, sağ olsunlar bu sefer içine bir nörolog görüşü de eklemişler ve şöyle demişler: “Şahıs söz konusu davada kısmi savunma yapabilir.” Bakın bunlar hukuksuzluk terminolojisine altın harflerle yazılacak kararlar. 25 yıllık bir avukatım ben ve kısmi savunma diye bir şey ömrü hayatımda duymadım. Hukukla tanıştığım öğrencilik yıllarım da dahil olmak üzere “kısmi savunma” diye bir şey ben duymadım, okumadım, görmedim. Bir insan ya savunma yetisine sahiptir ya da değildir. Anayasanın 36. maddesi açık, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 6. maddesi açık. Buradan alınan savunmayla nasıl hüküm kurulacak? Bir yandan ATK raporlarının içi bir sürü itirafla da dolu tabii. Demans tanısının ne zaman konulduğu, ilaca ne zaman başlandığı, Kocaeli Tıp Fakültesi kurul raporu, cezaevi doktorunun raporu hepsi içinde. Demans hastası olmayan birine demans ilacı verilir mi? 14 aydır demans ilacı kullanan bir kadına siz nasıl “Cezaevinde kalabilir”, “Kısmi savunma yapabilir” diyorsunuz? Niye bu ülkede Çakıcılar ile ilgili “Cezavinde kalamaz” raporları rahatlıkla verilebiliyor da yaşına, hastalığına bakılmadan bu insanlar için verilmiyor?
Bundan sonrası için nasıl bir yol haritası izleyeceksiniz?
10 yıllık bir hükmü var Aysel Hanım’ın. Ve dosyasının tamamı açıklamalarından, düşünce özgürlüğü kapsamında dile getirdiği ifadelerinden oluşuyor. Bunların toplamından örgüt üyeliği cezası verildi kendisine. Anayasa Mahkemesi’nin önüne gelen başvurulara bakış açısı belli. Biz hukukçuların en çok zorlandığı dönemlerden birinden geçiyoruz. Yazılı mevzuata dahi uyulmayan günler bunlar. Bizim için konu kapanmış değil elbette. Son olarak cezaevinde birlikte kaldığı Gültan Hanım ve Edibe Hanım’ın gözlemlerini ve ASM doktorunun reçete ettiği hijyen malzemelerine atıfla Kocaeli Savcılığı’na infazının ertelenmesi için yeni bir başvuruda bulunduk. Ayrıca kamu başdenetçiliğine başvurduk. Yine gelen sonuca göre ihtiyati tedbir talepli başvurumuz Anayasa Mahkemesi’ne sunulacak. ATK çok ciddi bir eksiklik daha yaptı: Bu kadar toptancı bir bakış açısıyla gerçekleri ters yüz etmeden evvel Aysel Hanım’ı periyodik olarak gören cezaevi doktorunun bilgisine başvurulması gerekiyordu ama bunu hiçbir zaman yapmadılar. Cezaevi personelinin bilgisine başvurulması gerekiyordu, yine Aysel Hanım’ın birlikte kaldığı kadın mahpusların bilgisine başvurulması gerekiyordu. Bunları da yapmadılar. Dolayısıyla bu rapor, aslında bir rapor değildir. Bilimsellikten alabildiğince uzaktır. İnsanları ölüme yaklaştıran bir rapordur bu sadece. Mesela sadece bir birey meselesi değil. Hoyrat bir biçimde muhaliflerin cezaevi içinde ve dışında haklarının yok sayılmasını izliyoruz hep birlikte. Ama biz bunu kabul etmeyeceğiz.
Son olarak “Aysel Tuğluk’a Özgürlük için 1000 Kadından Çağrı” başlığıyla başlayan kampanya kısa bir sürede binleri aştı ve şu an uluslararası bir şekilde yürütülüyor. Bununla ilgili ne söylemek istersiniz? Ve tabii, Aysel Tuğluk neden tahliye edilmeli?
Aysel Hanım kendisine gösterilen dayanışmadan mutluluk duyuyor tabii. Herkese selam ve sevgilerini iletiyor her seferinde. Ama yine başka hasta mahpusların önüne geçmek istemediği şeklindeki uyarısını yaptı. Bu kampanya kapsamında başka meslektaşları da kendisini ziyaret etti zaten ve tüm gelişmeleri ilettiler. İlk günden beri haberi var, bu bağlamda çok sayıda kart ve mektup da aldı. Sizin aracılığınızla onunla dayanışan herkese tekrar teşekkür ettiğini bir kez daha ileteyim. Ama son günlerde onunla birlikte kalan Kışanak ve Şahin’in aktarımlarına göre durumu oldukça ağırlaşmış ve artık bunları bile söyleyemeyecek vaziyette maalesef.
Aysel’in hastalığı tıpkı tıbbi, hukuki, insani ve vicdani olan raporlarda yazıldığı gibi kronik ilerleyici seyir arz eden bir hastalık ve cezaevinde tedavisi mümkün olmayan bir hastalık. Aysel’in bir an önce farklı bir ortamda bulunması, konuya uzman bir hastane ortamında kalması gerekiyor. Ve aldığımız bilimsel raporlar, mütalaalar da bunu söylüyor. Kendisinin günlük yaşamını idame ettiremeyeceğine dair bazı detaylar biliyoruz. Şöyle düşünün: Sabah uyandığı andan gece yeniden uyuyacağı ana kadar bir insanın ne kadar rutini varsa Sayın Tuğluk bunları başkasının yardımı olmadan yerine getiremiyor. Bu 24 saatlik bir zaman dilimine yayılmış bir işkence demek. Bu, temel bir hak ihlalidir. Bir an önce bu gayriinsani muameleye son verilmelidir. Ki bu hastalığın tedavisinin olmadığını da biliyoruz. En azından seyrini yavaşlatmanın mümkün olduğunu biliyoruz ama. Sayın Tuğluk’un yaşının toplamı, bir abisinin ‘80 öncesinde cezaevinde işkenceyle öldürülmesiyle başlayan ve bugüne dek süren, aslında bir halkın yaşadığı acıların toplamı ve özeti aynı zamanda. Yani onun kişisel öyküsünü de aşan bir durumla karşı karşıyayız. Onun mensubu olduğu halka, onun temsil ettiği kadınlara ve siyasete dönük bir cevap bu. Böyle görmek lazım bunu. Binlerce kadın bu işkenceyi kabul etmediğini söyledi ve biliyoruz ki milyonlarca insan da kabul etmiyor.