Ne aile bireyi ya da akrabaydı ne de anne ya da eş

SANAT

Feri’nin Sonu, Yeşilçam’ın Ferisi

Editörlüğünü Umut Tümay Arslan’ın yaptığı Cuma Fragmanları bir kısmı kalıba girmiş, bir kısmı dışarıda kalmış ya da şekilsiz bir kadınlık tecrübesiyle, yarı-pişmiş bir kadınlık tanımıyla bir biçimde bağlı, herhangi bir film, roman, şiir, sanat, kültür ürünü, büyük meseleler-küçük meseleler-orta meseleler, ama en çok yazmak, yazının gücü ve güçsüzlüğü ve kadınların yazması hakkında.

 

Yetmişlerde Feri Cansel’in bedeni cinsellik ve erotizm manasına geliyordu. Bu mananın pekişmesine gerek rolleri, içine yerleştirildiği sahneler ve kadrajlar hizmet etti, gerekse hakkında çıkan haberlerde kullanılan dilin ve görsellerin o meşum filmlerdeki Feri Cansel imgesini harlayıp servis etmesi.

 

Bedeni, kendisinden ziyade başkalarının cinselliği adlandırdıkları, keşfettikleri, deneyimledikleri bir mecraydı olsa olsa. Bu beden suçluluktan arındırılmış bir erkek cinselliğini de olumlar nitelikteydi: ekrandaki görüntü, yani mahremiyetin sınırlarını umursamadan bedenini sergileyen Feri ile karşısına kurulup onun acı çekmesinden, aşağılanmasından, sözlü ve fiziksel şiddete uğramasından ve kandırılmasından haz duyan (ve bu hissi teşvik edilen) Yeşilçam’ın erkek seyircilerden oluşan hedef kitlesi.

 

Sıra dışı, güçlü ve bağımsız kadın rolleri aldığında ise olay örgüsüne boca edilen vahşet sahneleri tam da bu sıfatlar nedeniyle seyircide merhamet değil sadizm duygusu uyandırıyordu. Ne aile bireyi ya da akrabaydı ne de anne ya da eş. Aklını, fiziksel gücünü ve cinselliğini erkeği baştan çıkarmak maksadıyla kullanıyor, sonucunda cezasını çekerek erkek oyuncuya iktidarını teslim ediyordu.

 

Laura Mulvey Marilyn Monroe’nun imgesinden bahsederken Roland Barthes’ın idamından önce fotoğrafı çekilmiş genç adam Lewis Payne ile ilgili olarak ifade ettiği “zaten gerçekleşmiş olan felaketin ürpertisini”ni hatırlatır. İşte Feri Cansel’in filmlerdeki görüntüleri de benzer bir şekilde kendi ölümünü imliyor. Barthes’ın deyişiyle, bu görüntüler birden fazla fiil kipini bir arada barındırıyor: Feri Cansel henüz öldürülmedi ama öldürülecek; hatta öldürüldü. Yeşilçam anlatısı onu trajik otobiyografisinin mengenesine sıkıştırmış büzüyor. Buradan bakınca Feri Cansel’i korunmasız, zedelenebilir tarafıyla görmek mümkün mü? 

 

Anlatılarda ona biçilen şiddet sahnelerinin sıklıkla, kolaylıkla ve birbirlerini kopya edercesine yazılmış ve çekilmiş olduğunu fark etmek ölüm fotoğrafına kodlanmış cinselliğin ve erotizmin de “bir söylem olarak Feri”ye uydurulmuş, mekanikleşmiş görsel-işitsel üretim teknikleri içindeki ihlallerin ürünü olduğu fikrini uyandırıyor. Şimdiki zamandan bakınca Cansel’in cinayeti filmlerin yapmacıklığını, onun makyajlı yüzünü, peruklarını, abartılı sahne kostümlerini ve dublajlı diyaloglarını vurguluyor. Kariyerinin son bölümünde yer alan ve kısa zamanda, az bütçeyle ve basmakalıp formüllerle yapılmış bu B filmler artık çöküş dönemine girmiş bir sinema endüstrisinin gişede tutunma çabasının ürünleri. Film endüstrisindeki bu ekonomik çöküş önceden Yeşilçam’ın cinsellikten arındırılmış, ahlakçı “aile” filmlerinde de yer almış olan Cansel’in yıldız mertebesinin ne yöne evrileceğini de belirlemiş görünüyor.

 

Dyer yıldız olgusunun ideolojik yatırımının büyük bir kısmının yıldızların birey gibi görülmesinden, özelliklerinin ise doğal olduğunun zannedilmesinden kaynaklandığını söyler. Film üretimi ve dağıtımının, popüler magazin ve gazete haberciliğinin erkek-egemen ağları Feri Cansel’in yıldız kimliğinde de görünmez kılınmış, “doğal” cazibesi onu kendisine yazılan role işlemiş. 

 

Geçen hafta Feri’nin görüntülerini eril bakıştan arındırarak zedelenebilir tarafını da görmeye çalıştım. Bu haftaki videoyla ise cinsellik ve erotizm kavramlarını Feri’nin bedeni aracılığıyla ve Feri’nin bedenine yazan şiddeti arıyorum. Bir masaüstü belgeseli kurgulamaya çalıştığımdan bu arayışa güncel arama motorlarının, sosyal medyanın ve video platformlarının algoritma bazlı dünyasının elverdiği izlerle ve ipuçlarıyla giriştim. Feri Cansel’in internette varlığı ağırlıklı olarak kurmaca film görüntüleri. Kendi sesini duyabileceğimiz bir belgesel görüntüsü yok. Biyografilerinin hemen hepsi aynı kelimelerle, aynı dille yazılmış. Hakkında az sayıda gazete kupürüne ulaşılabiliyor.

 

Filmlere bir arada bakınca, Yeşilçam’ın daha çok değinilmesi gereken erkekliğinin, kadın düşmanlığının ve heteronormatifliğinin hem arşivi hem kanıtı gibi görüyorum. Gülünç olmayan komedileri, şiddet ve ayrımcılık dolu melodramları da olan bir döneme sadece nostaljiyle yaklaşmak onu mutlak bir saflığa kilitliyor. Geçmişin yeniden ve buradan konuşulması Türkiye sinemasındaki üretim biçimlerini, film metinlerini, eleştirel alımlamayı ve alan yazınını heteroseksist ve patriyarkal söylemlerinden çıkarma girişimi için bir başlangıç olabilir. Yeşilçam üzerine kadın öznelliğini ve failliğini merkeze alarak yeniden düşünebilir miyiz? Sinema tarihine kamera arkasındaki ve önündeki kadınları bu gözle kısmen ilk kez yazmak, hatta kısmen değil baştan yazmak gerekli değil mi? 

 

 

 

YAZARIN DİĞER YAZILARI

SANAT

YSevgili Feri
Sevgili Feri

İsmin zihnime dönemin sinema sektörünün, gazetelerinin ve dergilerinin sana uygun gördüğü “şuh kadın”, “Yeşilçam’ın çıplak güzeli”, “seksi oyuncu” hitaplarıyla yer etmişti ama yüzünü kolaylıkla gözümde canlandıramıyordum.

Bir de bunlar var

Benim Çocuğum Belgeseli ve LİSTAG Aileleri
Türk Eğitim Sisteminden Alınmış bir İntikam Gibi: Edebiyat-ı Rap
400 Barışçı Aranıyor

Pin It on Pinterest