Araştırmacılar, karşılaştırılabilir verilere sahip olmadığımızı, kadın bedenlerinin test edilemeyecek kadar karmaşık veya maliyetli olduğunu ve araştırmalarda cinsiyet entegrasyonunun külfetli olduğunu ortaya koyuyor.

MEYDAN

Yentl Sendromu: Tıpta Toplumsal Cinsiyetle İlgili Veri Eksiklikleri ve Bu Durumun Kadın Sağlığına Etkileri

Rajeev Anand Kushwah’ın 20 Ocak 2022’de Feminism in India’da yayınlanan yazısının çevirisidir.

 

Mard ko dard nahi hota, yani “erkekler acıyı hissetmez” şeklinde ünlü bir deyiş vardır. Popüler kültürdeki tasvir de şöyledir; erkekler herhangi bir acı duymazken kadınlar acılarını alenen ve duygusal bir şekilde ifade eder. Ne var ki, araştırmalara göre durum tam tersi, kadınlar erkeklere göre acıyı daha az duyumsuyorlar. Caroline Cridao Perez, Görünmez Kadınlar: Erkekler için Tasarlanmış Bir Dünyada Veri Önyargısını Ortaya Çıkarmak kitabında, toplumsal cinsiyetle ilgili sistemik eşitsizlikleri ve bu eşitsizliklerin muazzam boyutunu örneklerle gösteriyor.

 

Bu eşitsizliklerden biri de Yentl sendromuna, yani, kadınların erkeklerle aynı semptomları göstermediği durumlarda kendilerine yanlış tanı konulmasına neden oluyor. Yentl ismi, Barbara Streisand’ın erkek gibi davranan bir kadını canlandırdığı 1983’de çekilen Yentl filminden geliyor. Kadınlar acı içinde olduklarını beyan ettiklerinde, deli olarak damgalanıyorlar. Antik Yunan’dan beri, kadınların histerik olduğu düşünülmüştür (histeri, Yunancada rahim anlamına gelir). Ki, bu durum, Taylor Swift’in Blank Space adlı şarkısında ve Netflix’in Crazy-Ex Girlfriend dizisinde alaya alınır. Çok eskiden beri, kadınların akıl sağlığı, akıl hastanelerinde yıllarca gereksiz yere tıkılı kalmalarıyla tedavi edilmeye çalışılmıştır. Acılarının “duygusal” veya “psikosomatik” olduğu gerekçesiyle ciddiye alınmama olasılığı da çok daha yüksektir. Kadınlar depresyondan muzdarip olmasalar dahi onlara antidepresan yazılır.

 

Araştırmalar gösteriyor ki, erkekler ve kadınlar acı içinde olduklarını söylediklerinde erkeklere ağrı kesici verilirken kadınlara sakinleştirici ve antidepresan yazılıyor. Erkekler ve kadınlar acıyı farklı deneyimledikleri gibi, kadınların ağrıları adet döngüsü boyunca artabilir veya azalabilir. Kadınların bekleme süresi de erkeklere oranla fazladır. Kalp krizi geçiren bir kadın, ağrının başlangıcından hastaneye gelene kadar bir erkeğe göre bir saat daha fazla bekler. Kısaca söylemek gerekirse, ortalama bir pratisyen hekimin, parasetamol ve morfin gibi ilaçların kadınlar üzerinde farklı etkileri olduğuna dair en ufak fikri yoktur.

 

Acı, kas ağrısı duyarlılığı gibi biyolojik faktörlerden etkilenir. Kültürel durumlar da kavrayışı etkiler. Örneğin, doktorların acı içindeki, ağrı duyan kadın ve erkek hastaları tedavi etme şekli doktorun cinsiyetine bağlı olabilir. Araştırmalar ayrıca cinsiyet klişelerinin erkeklerin ve kadınların acıyı bildirme şeklini de etkilediğini gösteriyor. Endometriozis gibi ağrılı durumlar kadınlarda yıllarca teşhis edilemeyebilir. Kadınlar ve acı üzerine uzun bir monologu olan Fleabag gibi şovlarla pop kültüründeki anlatının değiştiği iddia edilse de, bu acı ve dayanıklılık monologunun biyolojik özcülük kavramlarını içerdiğini ve trans kadın düşmanlığından başka bir şey olmadığını anlamak oldukça önemli. Bahsi geçen monolog, kadınların biyolojik olarak cinsiyetleri önceden belirlenmiş oldukları için acı çektiklerine dikkat çekiyor. Plaidos‘a göre ise bu monolog, sayısız sosyal, kültürel ve ekonomik faktörü hesaba katmakta başarısız.

 

Tıp Ders Kitaplarında Kadın Anatomisinin Temsil Edilmemesi

 

Eski Yunanlılar, kadın bedenini ‘sakatlanmış erkek’ bir beden olarak gördüler. Yumurtalıklar başlangıçta kadın testisleri olarak biliniyordu. Beyaz erkekler, nüfusu incelemek için “norm” olarak kabul edildiğinden erkek vücudu anatominin kendisi olarak düşünülmüş, araştırmacılar kadınların hastalıklara erkeklerle aynı yanıtı vereceğini düşündüklerinden eril bir önyargı ortaya çıkmıştı. Bugün bile cinsiyet ve toplumsal cinsiyet konuları müfredat geliştirmede ele alınmamaktadır ve “cinsiyetten bağımsız bilgi” eril dünyanın yarısını temsil etmektedir. Kadınları anatomi ders kitaplarına dahil etmemek, erkek vücudunun tarihsel olarak “olağan” (default) beden olarak algılanmasından kaynaklanmaktadır.

 

Cinsiyet ve toplumsal cinsiyet, analitik amaçlarlarla ayrılır, ancak bireysel bedenler, bilişsel yetenekler ve hastalık kalıpları oluşturmak için etkileşim halinde olduklarını da anlamak gerekir. Cinsiyetin kendisi, erkek-kadın ikiliği kadar basit değildir. O denli karmaşıktır ki, X ve Y kromozomlarının ötesinde genomlarımızın üçte biri kadın ve erkeklerde farklı davranmaktadır. Doktorlar yıllardır kadın sağlığına “bikini tıbbı” diyorlar çünkü kadınların bedenleri erkeklerle aynı muameleye tabi tutuluyor, bikiniyle kapatılabilecek kısımlar bir kenara bırakılıyor (buradaki katıksız kadın düşmanlığı ve cinsiyetçilik dehşet verici).

 

Bu cinsiyet ve insan bedeni anlayışından hareketle “kadın sağlığı” fikri sadece üreme sağlığı olarak anlaşılmıştır. Bu sağlık anlayışı artık, kadınlara özgü, onlarda daha yaygın olarak görülen veya farklı semptomlarla ortaya çıkan hastalıkların araştırılmasını da içeren kadınların kendine özgü biyolojisini içermektedir.

 

Kadın Sağlığının Anlaşılmaması

 

Perez, kadınlara verilen dozların, erkeklerin ortalama ağırlıklarına ve metabolizmalarına göre belirlendiğini koyuyor. Bir vakayı ele almak gerekirse, daha yoksul sosyo-ekonomik geçmişe sahip kadınların kalp hastalığına yakalanma olasılığı %25 daha fazla. Ayrıca, yaşamboyu kansere yakalanma riski hem erkekler hem de kadınlar için aynı olsa da, kadınlar bu riski erkeklerden 5-10 yıl önce geliştirme eğiliminde. Bu ise cinsiyete özgü araştırma ihtiyacını ortaya koyuyor. Araştırmalarsa kadınların pıhtılaşmayı önleyici ilaçlara veya kalple ilgili belirli tıbbi prosedürlere erkeklerden farklı sonuçlar verdiğiyle ancak son zamanlarda,uğraşmaya başladı.

 

Araştırmalar, erkek ve kadınların bağışıklık sistemlerinin genetik faktörler nedeniyle farklı enfeksiyonlara farklı tepki verdiğini de gösteriyor. Ayrıca, kadınlar bazen vücuda saldırabilen ve daha fazla kadının otoimmün bozukluklar geliştirmesine yol açan hızlı ve güçlü bir bağışıklık tepkisi geliştirmiş de olabilir. Bir kadının reaktif bağışıklık sistemi, onu otoimmün hastalıklara ve alerjilere karşı daha dirençsiz hale getirir. Otoimmün hastalıklardan etkilenenlerin %78’i kadındır.

 

Kadın sağlığına önem verilmemesi, erkeklerin testler için daha masrafsız görülmesi ve kadınların östrus döngüsünün bir engel olarak yorumlanmasıyla ilgilidir. Araştırmacılar, karşılaştırılabilir verilere sahip olmadığımızı, kadın bedenlerinin test edilemeyecek kadar karmaşık veya maliyetli olduğunu ve araştırmalarda cinsiyet entegrasyonunun külfetli olduğunu ortaya koyuyor. Hatta bakım sorumlulukları nedeniyle kadınları klinik araştırmalara almanın zor olduğunu söyleyecek kadar ileri gidiyorlar. Buna karşılık, kadınlar gereksiz sezaryen ve histerektomi gibi üreme alanlarında aşırı tedavi görme riski altında ve bu farklılıklar farklı etnik kökenlerle daha belirgin hale geliyor.

 

Kadınların Klinik Araştırmalardan Dışlanması

 

Kadınlar, hormon seviyeleri en düşük olduğunda (adet döngüsünün erken foliküler fazı) veya hormon seviyeleri erkeklerinkine benzer olduğunda testlere dahil ediliyor. Bu, adet döngülerinin antipsikotikler, antihistaminikler ve antibiyotik tedavileri üzerindeki bulguları nasıl etkilediğini yok sayıyor. Kadınların adet döngüleri onları yok saymak için bir bahane olarak kullanılmıştır. Genellikle aşırı doza maruz kalır, daha hassas olarak algılanırlar, semptomları erkeklerinkiyle eşleştiği durumlarda ise daha fazla ilaç almak durumunda bırakılırlar. Araştırmacılar, ilaç kullanımını ve bunun cinsiyet farklılığına göre dağılımını anlamanın çok önemli olduğunu belirtmiş olsa da durum böyle.

 

Kadınlar, bir başka önemli klinik araştırmanın, spor ile ilgili araştırmaların da dışında tutuluyor. Kadınlar daha çok sarsıntı geçirse de travmatik beyin hasarıyla ilgili araştırmaların çoğu erkekler üzerinde yapılıyor. Sonuç olarak, kadın sporcuların layıkıyla tedavi edilme olasılığı düşüyor. Spor alanındaki cinsiyet ayrımcılığının bir tarihi var. Kadınlar ayrıca (aynı âdet döngüsü bahanesinde olduğu gibi) egzersiz fizyolojisinde de temsil edilmiyor. Dahası, ayrımcılığa uğramalarının sebebi sadece biyolojik nedenler değil. Kadın sporcuların erkeklere göre daha az televizyon süresi ve ödeme almaları, bilinirliklerinin daha az olması gibi kültürel nedenler de işin içinde. Ki bu da, daha az fon almalarına neden oluyor ve onları doğrudan etkiliyor.

 

Ayrıca, kadınların asemptomatik depresyon belirtileri gösterme olasılığı daha yüksek. Kadınların depresyondan muzdarip olma ihtimali erkeklere göre daha yüksek olsa da, hayvan çalışmalarının erkek hayvanlar üzerinde yapılma olasılığı beş kat daha fazla. Depresyonun kadınlardaki yaygınlığı ve tedavinin maliyeti, kadınların klinik araştırmalara dahil edilmesinin aciliyetini ve gerekliliğini doğruluyor. Kadınların katılımı, yalnızca klinik çalışmalara dahil olmaları anlamına gelmiyor; her iki cinsiyeti de dikkate alarak cinsiyeti bütünleştiren klinik araştırmaların planlanmasını, tasarlanmasını ve yürütülmesini içeriyor. Buradaki başarıszlık, erkekler üzerinde yapılan çalışmaların sonuçlarının kadınlara ilişkin genelleme üretmesine ve ciddi etik ihlallere yol açıyor. Kadınları ve cinsiyete dayalı azınlıkları orantısız bir şekilde etkilediği için klinik araştırmalara erişim de çok önemli.

 

Sağlığa Feminist Yaklaşımlar: İkilikten Kesişimsele Doğru

 

Kadın sağlığı ve araştırmalarındaki ilerleme, sağlıkta eşitliği teşvik etmek için yasa koyuculardan, sağlık profesyonellerinden, savunma örgütlerinden ve fon veren kurumlardan hayati ve toplu bir destek gerektiriyor. Biyotıptaki feminist reformlara, kadınların yaşam süresinin uzunluğu veya diğer mantıksız nedenlerle olumsuz bakıldı. Daha uzun yaşam süresi argümanı oldukça yersiz çünkü daha uzun yaşam süresiyle bile kadınların yaşamlarının önemli bir kısmını “hastalık” içinde geçirdikleri gözden kaçırılıyor.

 

Hollanda Toplumsal Cinsiyet ve Sağlık Bilgi Gündemi, “cinsiyet ve toplumsal cinsiyete duyarlı araştırma metodolojisi” çağrısında bulunuyor. Epidemiyolojiye odaklanıp tashih ve acil müdahale gerektiren alanlara işaret ederek ‘ikili’den ‘kesişimsel’e geçişin izini sürüyor. Feminist araştırmacılar, baskın “biyomedikal” araştırma modelinin aksine, kadın sağlığının değerlendirilmesi için “kamusal” veya “sosyal” bir araştırma tarzı için mücadele ediyorlar. Zira, yalnızca tıp alanında yer alan kadın sayısını arttırmak, hem erkeklerin hem de kadınların desteğini gerektiren çok boyutlu bir toplumsal değişim sürecine olan ihtiyacı vurgulayan karmaşık bir kültürel süreci aşırı basitleştirip depolitize eder.

 

Kapak görseli: Yentl filminde Barbra Streisand.

YAZARIN DİĞER YAZILARI

MEYDAN

YTerfler, trans kadınlar ve feminizm
Terfler, trans kadınlar ve feminizm

Kadınların deneyimlerini cinsiyetlendirilmiş bir dili benimseyerek konuşma hakkı için mücadele ederken, aynı zamanda trans kadınları insanlıktan çıkarmayı, aşağılamayı veya saygısızlık etmeyi reddedebilir, feminist analizin geri dönüşü için mücadele edebiliriz.

MEYDAN

YTecavüzü Silah Olarak Kullanmak
Tecavüzü Silah Olarak Kullanmak

Gazze'ye yönelik soykırım saldırısının 7 Ekim'den bu yana hız kazandığını ama bundan önce de onlarca yıldır devam ettiğini göz önüne alırsak, Filistin halkına yönelik cinsiyete dayalı şiddetin onlarca yıldır devam ettiğini ve buna rağmen tamamen yok sayıldığını söyleyebiliriz. Filistinli feministler bunun sayısız kanıtını sunuyor.

SANAT

YKatalin Ladik’in Beden Sanatı, Doğu Avrupalı Kadınların İtaatkâr Maskesini Yırtıp Attı
Katalin Ladik’in Beden Sanatı, Doğu Avrupalı Kadınların İtaatkâr Maskesini Yırtıp Attı

Katalin Ladik onlarca yıllık kariyeri boyunca kolaj, deneysel müzik, performanslar, fotoğrafçılık, beden sanatı, posta sanatı ve ses oyunlarını kapsayan yoğun ama odaklı bir disiplinlerarası pratik geliştirdi. Kâğıtla, sesle ve kendi bedeniyle çalışan Ladik, üretimlerinin çeşitliliğine rağmen her şeyden önce bir şair olmaya devam ediyor.

SANAT

YGürcü Sinema Hanedanlığının Merkezindeki Feminist Yönetmen: Lana Gogoberidze
Gürcü Sinema Hanedanlığının Merkezindeki Feminist Yönetmen: Lana Gogoberidze

Gogoberidze çoğu filminde kendi hayatından ve Stalinizmin gadrine uğramış, kendisi gibi bir film yönetmeni olan annesinin yaşam deneyimlerini yeniden kurar. Şimdilerde 93 yaşında olan Gogoberidze, bayrağı kendi kızının da içinde bulunduğu yeni nesil Gürcü yönetmenlere devretmiş bulunuyor.

Bir de bunlar var

Gazsız Direnenler
Kadınlar İslam Devleti Denetimindeki Hayatlarını Anlatıyorlar
İliç’te ne oldu?

Pin It on Pinterest