Taşraya dair anıları can kulağıyla dinlememiş olsak da belirli bir yaş dilimindeki çoğumuzun kulaklarına dolmuşlardır. Aslında zoraki dinleyici pozisyonunda değilizdir de daha ziyade, bizden bir veya iki önceki nesle mensup anlatıcıların herhangi bir karşılık beklemeden gerçekleştirdiği mikro anlatıları çok da önemsememiş, alelade addetmişizdir. Birçok defa kelimesi kelimesine aynı şekilde tekrarlandığını düşündüğümüz bu performanslarda her seferinde yeni öğeler eklenir aslında ama çoğunlukla bunları fark etmeyiz.
Sadece eklenenler mevzu bahis değildir, aynı zamanda bu anlatılar tekrar aynı nefeste buluşmamak üzere her seferinde bazı unsurlarını kaybeder. Anlatıcı anlatıya noktayı koyduğunda ise, genç nesillere aktarılırken geriye zamanla dağılacak bir sis bulutu kalır. Karanlıkta Hasat, Türkiye’den çok da uzakta olmayan bir coğrafyada gerçekleşen bir yaşanmışlığı anıtlaştırmak niyetindedir.
Hatice
Hatice doğduğunda ikinci savaşın son yılları. Babası, Hatice henüz kundaktayken vefat edince, annesi Zeliha, 4 çocuğuyla dul kalır. Kısa bir zaman sonra, Zeliha’ya yaşadıkları köyden birkaç kişinin onu dağa kaldırmak için hazırlık yaptıkları bilgisi gelir. Zeliha hemen evlenmek zorundadır, zira o zamanda, onu bu durumdan kurtarabilecek tek olanak bir evliliktir. Yakın köylerden bir aday bulunur, Yusuf. Yusuf da yakın zamanda eşini kaybetmiştir ve 3 küçük çocuğu vardır. Zeliha, yaşça daha büyük erkek çocuklarını kardeşinde bırakarak küçük yaştaki kızı Fethiye ve bebek Hatice’yi alarak kendi köyünden adeta kaçar ve müstakbel eşinin köyüne sığınır.
Bu süre zarfında ülkede Doğu Bloğu’na mutabık sosyalist bir rejim teşkil edilmiştir. Nitekim, yeni rejim kısa vadede ‘bereketiyle’ gelmemiştir. Savaş yıllarındaki kıtlık, sonraki 5 yılda da devam eder. Hatice 6-7 yaşlarında, 8. sınıfa kadar devam edeceği köy mektebine başlar. Köydeki hemen her çocuk gibi ailesine yardım eder diğer zamanlarında. Tütünde çalışır. Zira tütün, son 200-250 yıldır Deliorman’da yaygın olarak yetiştirilen ürünlerin başında gelir.
O dönem hayata geçirilen devlet tarım kooperatifleri (TKZS) köylüyü gönüllü olarak bünyesine katılmaya çağırmaya başlar fakat, ilk dönem hedeflenen başarıya ulaşılmakta zorluk yaşanır. Merkezi otoriteye sıkı sıkıya bağlı yerel yönetimler ise kooperatiflere katılmakta direnen köylülere şiddet uygulamaktan da geri durmaz. Hatta bu derece sert önlemlerin dahi kooperatifleşmeye geçişi sağlamada yetersiz kalması neticesinde, o yıl SSCB’ye henüz iltica etmiş olan Nâzım Hikmet, yerli halkı ikna faaliyetlerine katkı sağlaması ve kooperatifleşmeyi bizzat incelemesi adına ülkeye çağrılır. [1] Kadriye Latifova’nın meşhur türküsü, TKZS’ler Kuruldu’nun sözleri aynı zamanda, o dönem azınlık politikaları kapsamında yapılan kooperatifleşme propagandasının eşsiz bir örneğini teşkil eder:
… TKZS’ler kuruldu tarlaları sürüldü,
TKZS’ler kuruldu tarlaları sürüldü,
Çalışalım beraber, fakir-zengin bir oldu,
İşleyelim olmaz mı? Ne güzel, çalışalım olmaz mı?
Altın renkli tütünleri, beyaz pamukları toplasak olmaz mı?
Ne güzel, işleyelim olmaz mı? …Devlet sadece üretim araçlarını tahakküm altına almakla kalmaz, tüm bir toplumsal yaşayışı en temel sosyal dinamiklerine varıncaya kadar büküp şekillendirme işine girişir. Öyle ki, genellikle geniş aileler içinde süregelmiş üretim pratikleri, tek elde toplanmış, birleştirilmiş kooperatif arazileri ile daha geniş çaplı, makro ölçekte bir kolektif yapıya dönüştürülür. Varsıl ve yoksul aileler arasındaki statü ve gelir farklılıkları yeni sistemde asgari düzeye indirilir ve tarım kooperatifleri sınırları içinde yeni bir hayat doğar.
Hatice’nin üvey babası Yusuf görece varsıl biridir ama 1953-1954’te tarlasını ve hayvanlarını tarım kooperatifine bağışlamak durumunda kalır. Sonrasında, Hatice de kooperatifte çalışmaya başlar. Lakin, tütün artık tüm halkın, diğer bir deyişle de devletindir. Kısa süre içinde Bulgaristan Halk Cumhuriyeti tüm Doğu Bloğu’nun en büyük tütün ürünleri tedarikçisi haline gelecektir. [2]
Kombayna
Hatice ilkokulu bitirdiğinde ise kooperatifte tam zamanlı çalışmaya geçer. 18’ine geldiğinde aynı köyden Hasan ile evlendirilir. Hasan da köyün tüm gençleri gibi kooperatifte çalışmaktadır. 1950’lerin sonlarından itibaren köyde ilk defa motor sesleri duyulmaya başlar. Kooperatifin lojistik kamyonları, hasat zamanı o bölgenin köyleri arasında mekik dokur. Derken, önce ilkbaharda traktörler, sonra da yaz sonlarında biçerdöverler, yerel halkın deyişle, ‘kombayna’lar [3] boy göstermeye başlar 60’ların başlarından itibaren.
… İlikbahar açıldı, kuşlar artık ötüyor,
İlikbahar açıldı, kuşlar artık ötüyor,
Sürüm zemanı geldi, maşınalar (makineler) işliyor
İşleyelim olmaz mı?
Ne güzel, çalışalım olmaz mı?…
Makineleşmeyle birlikte yeni tarım arazileri oluşturmak amacıyla Deliorman’ın gür ormanları da sistematik bir şekilde tahribata uğrar. Köyün çevresindeki geniş ormanlardan sonra patlama sesleri gelir. İnsan veya makine gücüyle yerinden edilemeyen asırlık ağaçlar dinamitlerle toprağından sökülür. Bir zamanlar, günışığının değemediği topraklarda böylelikle biçerdöver tırpanları dönmeye başlar.
Merkezi planlamanın beraberinde getirdiği uzun vadeli kalkınma planları ve bu planlamalar çerçevesinde belirlenen üretim hedefleri, en tepeden başlayarak en küçük üretim organlarına kadar geniş bir alanda karşılık bulmaktadır. Öyle ki, bir bölgede yıllık bazda birçok farklı kalemde hedeflenen üretim kotaları doldurulmalıdır. Bu durum da üretimin ana unsurunu oluşturmakla birlikte, piramidin en altında bulunan tarım işçileri üzerinde büyük bir yük oluşturur.
Hasan, hasat zamanlarında kooperatifin tarlalarında biçerdöver operatörü olarak çalışır. Bu dönemlerde geceleri de çalışması gerekir biçerdöverlerin, fakat yeteri kadar yetişmiş teknik eleman yoktur. Öyle olunca, Hasan bir gün Hatice’ye kendisiyle birlikte biçerdöver sürüp süremeyeceğini sorar. Hatice de razı olur ve kısa süre içinde ‘kombayna’yı tek başına idare etmeye başlar ve gece mesailerindeki karanlık hasatlara katılır kocasıyla birlikte.
Bir gece, Hatice biçerdöveri Hasan’a teslim eder ve dinlenmeye çekilir. Geniş, yekpare bir ekin tarlasıdır çalıştıkları. Hatice, Hasan’a haber verdikten sonra, tarlanın bir köşesinde, ekinlerin arasına battaniyesini serer, uzanır ve bir süre sonra uyuyakalır. Hasan uzunca bir zaman çalıştıktan sonra Hatice’nin dinlendiği yeri unutur gibi olur ve Hatice’ye seslenir. Herhangi bir yanıt alamaz karanlıktan. Biçerdöverden inerek dakikalarca bağırarak Hatice’yi tarlada arar, bir türlü bulamaz. Hatice’yi ezdiğinden korkar, deliye döner. Kendini kaybetmek üzereyken Hatice birden karanlıktan seslenir. Hatice’nin uykusu ağırdır, ne biçerdöverin gürültüsünü ne de Hasan’ın haykırışlarını duymuştur.
Fotoğraf
Bir gün Hatice kooperatifin bir köşesinde çalışırken, şehirden ‘jurnalistlerin’ (gazetecilerin) geldiğini duyar. Çok aldırmaz, çalışmaya devam eder. Kısa bir süre sonra, uzaktan kooperatifin sorumlularından birisiyle birlikte gazetecilerin kendisine doğru gelmekte olduklarını fark eder. Hatice’nin kombaynasına çıkmasını ve kendileri için poz vermesini isterler. Birkaç kare fotoğraf çektikten sonra ayrılır gazeteciler, kendisine de pek bir şey söylemezler. Birkaç hafta sonra dönemin işçi dergilerinden birisinde çıkar fotoğrafı. Bulgaristan’ın ilk kadın biçerdöver operatörüdür Hatice.
Hatice’nin bu fotoğrafı maalesef mevcut değil, kendisiyle gerçekleştirdiğim görüşme esnasında bulamamıştı. Bana sorarsanız çok da önemsemiyordu zaten. Zira, onu tanıyan birçok kişiden bu bilgiyi almama rağmen, kendisi o fotoğrafın niye çekildiğini bilmiyordu ve yaşadığı topraklarda ilk kombayna kullanan kadın olduğunu bana söyleme ihtiyacı duymadı.
Bulgaristan, 1950’li yıllardan başlayarak, sonraki 20 yılda gerçekleştirdiği tarım reformuyla büyük bir atılım yaşadı. Özellikle tarımsal kökenli ürünler özelinde Doğu Bloğu’nun en önemli ihracatçıları arasında yer almaya başladı. 1970’lere geldiğinde ülke çapında devasa boyutlardaki 27 merkezileşmiş tarım çiftliği ile Doğu Bloğu’nun en hızlı kalkınan ikinci ülkesi konumuna yükseldi. Özellikle tütün üretiminde, Bulgaristan Blok’un en büyük, dünyanın ise en büyük ikinci tedarikçisi durumundaydı. Bu başarı sadece ülkenin uluslararası ticaret hacmini arttırmakla kalmayıp kendi vatandaşlarına da özellikle düzenli iyileşme olarak geri döndü. Bu çerçevede, sadece şehirlerde değil, kırsaldaki yerleşim birimlerinde barınma, sağlık ve eğitim alanlarında önemli gelişmeler yaşandı. Özellikle taşradaki eski, geleneksel kerpiç evler yerini büyük oranda daha modern yapılara bırakırken 1960’ların ortalarından itibaren birçok köye elektrik ve su geldi. Okullaşma büyük oranda arttı ve tüm vatandaşların ücretsiz olarak yararlandığı güçlü temellere sahip bir toplum sağlığı altyapısı oluşturuldu.
Emeğin İsimsizleştirilmesi
Lakin, ülke arzuladığı ‘bütünlüğü’ hiçbir zaman tam anlamıyla sağlayamadı. Müslüman azınlıklar ile devlet organizması arasındaki süregelen gerilim, bu nispeten parlak dönemde de devam etti. 1970’lerin başından itibaren giderek katılaşan kültürel asimilasyon politikaları, çoğu tarım işçisi, yaklaşık 155,000 kişiyi 1968 ve 1978 yılları arasında Türkiye’ye göçe itti.
Takip eden 10 yılda ise, herhangi bir iyileşmenin aksine, her şey daha kötüye gitti. Ekonomik sorunlar yaşamaya başlayan ülke, telafiyi ‘toplumsal bütünleşmede’ aradı. Bu çerçevede, büyük çoğunluğu tarım işçisi olan azınlık isimlerini değiştirmeye zorlandı. Sivil itaatsizlik gösterenler tüm vatandaşlık haklarını kaybettiler veya ağır hapis cezalarıyla karşı karşıya kaldılar. Yoktan var ettikleri ülke ekmeği haram kılındı. Binlercesi yıllarca işlediği topraklara karıştı, mezar taşlarına isimlerinin yazılmasına dahi izin verilmedi.
Tüm bu yaşananların sonunda ne mi oldu? Bir mayıs günü BNT ekranlarında, bizzat dönemin devlet başkanının ağzından Gulyamata Ekskurziya, Türkçesiyle Büyük Seyahat sözleri duyuldu. Takip eden üç ay içinde yaklaşık 367,000 insanın topraklarını geride bırakacağı, Balkan Savaşları’ndan o yana yaşanan en büyük toplu göç yaşandı. O yıl ne buğday ne de tütün hasadı tamamlanabildi. Zira bu iki mahsulün tarımının yapıldığı bölgelerdeki işçilerin önemli bir kısmı göçe zorlandı. Geride kalanlar ise hasadı tamamlamayı reddetti. Hatice geri kalanlardandı.
Sosyalist Bulgarya’da binlerce kadın yaşadı, çalıştı. Kimi karanlık hasatlarda, merkezi yönetimin atadığı üretim kotaları altında ezildi, kimi kendini hayatını adadığı partinin köyüne doğrulttuğu kalaşnikovların önünde buldu. Yaşantılarını, deneyimlerini aktarma şansına vakıf olan birçoğunun hikâyesi dağılmakta olan bir bulut gibi, her geçen gün unutulmakta. Hatice’nin hikâyesi ise tüm bu yaşanmışlardan yegâne bir örnek teşkil etmektedir.
[1] Gözde, Somel & Neslişah Lemon Başaran. “Engagement of a Communist Intellectual in the Cold War Ideological Struggle: Nâzım Hikmet’s 1951 Bulgaria Visit.” Turkey in the Cold War. Palgrave Macmillan, London, 2013.
[2] Mary C. Neuburger, Balkan Smoke: Tobacco and The Making of Modern Bulgaria, Cornell University Press, 2012.
[3] Biçerdöver, Bulgarca (Комбайн). Dile Rusça’dan geçtiği düşünülse de İngilizce combine harvaster’dan türemiştir. Günlük konuşma dilinde, yerel Türkçe telaffuzunda kelime sonuna zamanla “-a” sesi eklenerek söyleniş kolaylığı sağlandığını varsayabiliriz.
Kapak görseli: Bulgaristan’da hasat zamanı çalışan biçerdöverlerden biri. BASA (Bulgaristan Bilim ve Sanat Akademisi) arşivi