Bu yazı diziye dair ayrıntılı bilgi içermektedir.
Malumunuz online platformlarımız maşallah seri üretime geçmiş durumda. Pandeminin stream kültürünü patlatmasıyla bol bakışmalı iki saatlik dizi alternatifleri arayan Türkiyeli izleyiciye ilaç gibi gelen yerli online dizilerimiz henüz oyuna yeni başlamış gibi görünüyor. Benim bahsetmek istediğim ise Netflix’in yeni 6 bölümlük yerli dizisi Fatma. Fatma’nın oldukça dikkat çekici olmasını sağlayan unsurların başında, dizinin tanıtımlarından beri de vurgulandığı gibi izleyici olarak çok da aşina olmadığımız şiddet eyleyen kadın karakteri merkeze alması geliyor. Şiddet eyleyen kadının hangi bağlamda ele alınacağı merakıyla Fatma’yı izlerken oldukça tanıdık bir öfkeye denk geldim. Her gün tanık olduğumuz kadın cinayetleri görebildiğimiz ve göremediğimiz her alanı sarmalamışken bir kadın olarak kendimi her güvensiz hissettiğim anda içimde bir yerlerden beni yoklayan bir öfkeye. Ve bizim kadınlar olarak her gün maruz kaldığımız müdahale ve şiddet eylemlerine karşı hepimizin aşina olduğunu düşündüğüm bu kolektif öfke alışverişinin, görsel kodlardaki tahayyülüne Fatma üzerinden göz atmak istedim.
Dizi, toplumda her manada gözardı edilmiş, gözden kaybolmuş temizlikçi bir kadın olan Fatma’nın, erkeklerin dünyasında, dizideki erkek karakterin de deyimiyle “boklarını temizleyen karıdan Fatma Abla’ya” dönüşme sürecini anlatıyor. Kayıp kocası Zafer’i yana yakıla arayan Fatma, kocasının izini sürerken hiç planlamadığı bir esnada sadece içindeki öfkeyle hareket ederek bir adamı öldürüyor ve deyim yerindeyse rüştünü ispatlayıp dizinin altıncı final bölüme kadar sürecek olan zincirleme şiddet eylemini başlatıyor. Fatma ilk cinayetini işlediği andan itibaren şiddete yeltendiği tüm sahneler paralel kurgu tekniğiyle aktarılan flashback sekanslarıyla iç içe geçiyor ve Fatma’nın şiddetinin/öfkesinin karmaşık yapısı yavaş yavaş açılıyor. Bu flashbackler bir yandan taşrada büyüyen bir kız çocuğu olan Fatma’nın hayat hikâayesini sunarken bir yandan da Fatma’nın verdiği her kararı destekleyen görsel imgeleri olarak sunuluyor. Dizide Fatma’nın hikâyesini destekleyen üç de karakter var. Biri Fatma’nın hayatını eşzamanlı olarak romana dönüştüren, entelektüel imgelerle donatılmış ve dizi boyunca Fatma’ya babacan davranan, onunla sohbet etmek isteyen meçhul yazar, diğeri çalıştığı büyük hukuk şirketinde Kürt kimliği üzerinden tanıtılan genç avukat Sidar, bir diğeri de taşrada birlikte büyüdükleri kız kardeşi, taşradaki ismiyle Emine şehirdeki ismiyle Mine. Mine ya da Emine’nin Fatma ile kurduğu ilişkinin meçhul gerilimi henüz ilk karşılaşmalarından itibaren kendini belli ediyor. Mine şehre uyum sağlamış bakımlı ve modern imajlı bir kadınken oldukça silik ve taşranın tüm imajlarını görünüşünde yansıtan Fatma’nın birbirleriyle oluşturdukları tezat aynı zamanda kentte sergilenen iki farklı kadın performansına da işaret ediyor.
İki kız kardeş de yaşadıkları köyde aynı adam tarafından çocukken istismara uğramış olmalarına rağmen, Mine bu gerçekliği göz ardı ederek Fatma ise hayattan silinmeye çalışarak unutmaya çalışıyor. Mine’nin deyimiyle “şehirde köylü hayatı” yaşayan Fatma’nın aksine, Mine, şehirde lüks arabasıyla oradan oraya giderken kimsenin onunla aşık atamayacağı bir imge yaratıyor. Bu iki farklı kadınlık performansı mini dizinin finali için de oldukça bağlayıcı bir unsur yaratıyor çünkü Fatma’nın öfkesinin esas öznesi ancak iki kadın ilk defa geçmişleriyle yüzleştiklerinde ortaya çıkıyor, yani kendisi. O ana dek Fatma’nın sergilediği şiddet performanslarında, özellikle biçim ve sebepler bağlamında, eril dünyanın şiddetini taklit eden bir kadın görülürken dizinin son anında aslında tüm bu şiddet performansları Fatma’nın oğlunun ölümüyle sonuçlanan kazadaki payını tekrar tekrar canlandırmasına ve içinde bulunduğu eril dünyanın parçalarını dahil etmediği bir arınma arayışına dönüşüyor.
Fatma’nın motivasyonunun son ana dek saklanması oldukça önemli çünkü yıllar süren istismar, aşağılanma ve hor görülme yalnızca Fatma’nın değil neredeyse tüm kadınların aşina olduğu bir histeri duygusu. Bu sebeple dizinin finaline kadar girdiği karanlık dünyadaki erkekler Fatma’ya hakaret ettikçe, onu tartakladıkça ya da küçümsedikçe Fatma’nın onları onların yöntemleriyle cezalandırdığı bir oyun, içimizdeki bu öfkenin birikimiyle değerlendirildiğinde Fatma’yı gaddar hale getirmenin aksine izleyici olarak onu anlamaya teşvik ediyor. Bu teşvikten kastım, bilhassa kadınların oldukça aşina olduğu bir tahakkümün yarattığı madun kimlikten sıyrılan ve “oyunu kuralına göre oynayan” bir özne olarak başkalaşım geçiren kadın karakterin eylemlerine yönelik gösterilebilecek anlayış refleksi.
Bu farkı açıklamak üzere Fatma’nın patronu olan, yasadışı işler üzerinden kazanç sağlayan dizinin kötü adamı Bayram’ı ele alabiliriz. Erkeklik olimpiyatları yaşanan mafya dünyasında önemli bir pozisyonu olan Bayram, Fatma’nın ilk cinayetinin ardından Fatma’daki “görünmezlik potansiyelinden” etkilenip ona kendi çıkarlarını da besleyecek direktifler vermeye başlıyor fakat burada bahsi geçen anlayış refleksi işlemiyor. Kimliğindeki resmi bile silinmiş, bir başkasının evinin bahçesinde yaşayan Fatma’dan kimsenin şüphelenmeyeceği inancıyla Fatma’ya başka karanlık adamları hedef gösterirken Bayram’ın hesaba katmadığı ve daha sonra Fatma’yı kontrol edememesini sağlayan şey ise dişil şiddetin eril şiddete nazaran oldukça kompleks bir yapıya sahip olması. Bayram’ın bilmediği ama büyüklerimizin dediği gibi gayr-ı müsellahın eline silah verilmez. Yani Fatma’nın şiddeti Bayram’ınki gibi pastadan daha büyük pay almak için bir araç değil, hayatı boyunca yalnız bırakıldığı tüm travmatik olayların yansımalarını ortadan kaldırmak amacı da güdüyor. Fatma’nın işlediği her cinayette geçmişteki travmalarını tetikleyen bir unsur var, çünkü kadınların maruz kaldığı istismar, şiddet ve taciz kolektif bir form aracılığıyla oluşup kadınların yaşam alanlarında görülen ve sürekli kendini tekrarlayan biçimlerde yeniden kendini üretiyor. Fatma öldürdüğü adamlarda çocukken kendisini istismar eden adamın “yüzüme bak” dediğini, başka birini öldürürken kendisini her fırsatta taciz eden adamın kendisine dinlettiği sesi duyuyor ya da kocasının otizmli olduğu için kabul etmediği çocuklarının kapıya vuruşuyla irkiliyor. Fatma tüm bunları yeniden yaşadıkça bu deneyimleri ilk kez yaşadığı zamanlarda verdiği tepkileri ile takas edip bir tür kefaret sağlıyor.
Dizideki irili ufaklı rolü olan temizliğe gittiği evin ufak kızı dahil tüm kadınların Fatma’ya karşı destekleyici konumu bu kolektif oluşuma neredeyse tüm kadınların aşinalığını vurguluyor. Kız kardeşi işlediği cinayetlerin motivasyonunu bilmeden O’nu polislerden ve Bayram’dan koruyor, benzinlikte gördüğü kadın O’nun mağdur olduğuna gördüğü anda ikna oluyor ya da iş yerinde birlikte çalıştığı kadın ona kendini ezdirmemesini tembihliyor. Her ne kadar dizinin sonunun farklı olmasını arzu etsem de Fatma finalde yaptığı ve seçtiği her şeye rağmen, Türkiyenin en yaygın kadın isimlerinden biriyle (Fatma Yılmaz) kodaman adamın şiddet uyguladığı genç metresine verdiği sözü tutuyor; Onları da kendini de kurtarıyor ve ardından yerinden oynamaz kayalarla birlikte kendini boşluğa atıyor. Dizinin finalini bahsettiğim kolektif öfke doğrultusunda değerlendirdiğimde açıkçası farklı bir son oluşturmasını beklerdim. Çünkü bölümler boyunca Fatma’nın hikâyesinin ayrıntılarıyla büyüyen anlayış, bir zemine oturamadan son buluyor. Fatma’nın karanlık dünyanın erkek figürlerini öldürdüğü sahnelerin Fatma’nın geçmişte maruz kaldığı psikolojik/cinsel/fiziksel şiddet sekansları eşliğinde paralel kurgu tekniğiyle aktarılması bu hikâyeyi kocasını arayan kadının hikayesinden çıkarıp süregelen baskının ve maruz kalınan şiddetin kırılma noktasını vaadediyor. Ve nihayetinde Fatma’nın kendini boşluğa atması tüm bu şiddet performanslarını karşılıksız/öznesiz bırakıp kadının kurtuluşunu ölümle sınırlıyor.