Bir seneyi aşkın süredir 90’lar Türk pop müziğine kuir ve feminist çerçevelerden bakan Yine Yeni Yeniden 90’lar podcast’ini yapıyoruz. Amacımız herkesin çok pozitif hatırladığı 90’ların kültürel panaromasının gölgede kalan noktalarına dinleyicilerimizin dikkatini çekmek, toplumsal hafızamızı tazelemek. Biz farklı farklı konuları irdeledikçe dinleyicilerimizden yeni konu önerileri geliyor. Dinleyicilerimizin konu havuzumuza yaptığı katkı gerçekten çok önemli. “Türk pop müziğinde anne şarkıları”nı bir yazıda konuşma fikri de sevgili Suna ile yaptığımız bir yazışma sonucunda ortaya çıktı. Kafa kafaya verip düşündük, pop şarkılarına göre annelik nasıl bir şey? Annelik temalı şarkılar bize annelerin toplumdaki imajını ve görevini nasıl betimliyor? Buyrun sohbete.
İlker: Annelik temalı şarkılara baktığımızda aslında pek çok alt başlıkta toplanabildiklerini görüyoruz. Öncelikle çocukların annelerine yazdıkları şarkılar var. Kimi zaman bu şarkılardan efsaneleşmiş diyebileceğimiz dizeler çıkmış. Mesela Zeki Müren’in Annem isimli şarkısındaki “üşüdüm üstümü örtsene anne” veya Kibariye’nin aynı isimli şarkısındaki “eller kadir kıymet bilmiyor annem” dizeleri bence müzikten hayata taşan dizeler. Anne temalı şarkıların çoğu çocuklardan annelere anlatılan dertler üzerine. Ancak kimi zaman anneler de çocuklarına seslenmiş. Nilüfer’in E Bebeğim, Sezen Aksu’nun Kınalı Kuzum ve Nil Karaibrahimgil’in Benden Sana şarkıları bunlara birer örnek olabilir. Şarkı yazan birisi olarak ne düşünüyorsun annelik kavramı üzerinden oluşan bu iki taraflı seslenme hakkında?
Sezgin: Her iki taraftan yazılmış bu şarkılar oldum olası hep dokunmuştur bana. Fakat bu dokunmada küçüklüğümüzden beri bize verilmiş annelere olan sevginin koşulsuzluğu ve anneliğin “kutsallığı” algılarının etkisini, bu etkinin boyutunu da düşünüyorum. Herkesin annesi ile ilişkisi, her annenin de çocuğuyla ilişkisi farklı. Bu sevgi her zaman kalıcı ve sonsuz değil. Ben çevremde çok farklı örneklerini de gözlemliyorum mesela. Ama pop müzikte sanki bunun karşılığını çok nadir görebiliyoruz. Aklıma gelen örneklerden bir tanesi Nil Karaibrahimgil’in Annelere Ninni şarkısı. “Tüm kız çocukları ülkenin annesidir” sloganı ile kadınlığı anneliğe indirgemesiyle bayağı tepki çekmişti Karaibrahimgil. [1] Bu şarkısında ise oradaki tutumunun tersine, anneliğin kadınlara kurduğu baskı üzerinden bir sitem görüyorum sanki ben. “Anne diye abartmayın, büyümedim ben” diyor mesela. (Şarkıyı anne olduktan sonra yayınlamıştı). Düşünürsek, anneliği yüceltirken ve yüceleştirirken çocukların başına gelen her şeyden anneleri sorumlu tutuyoruz. Babaların, ailenin diğer fertlerinin, komşuların, toplumun sorumluluğunu daha aza indirirken anneliği yapbozun en büyük ve önemli parçası haline getiriyoruz. Halbuki çocuk gelişimi bundan çok fazlası. Bir de bu tutum bizi annesiz büyüyen çocukları dışlayan bir yere götürüyormuş gibi hissediyorum. En büyük sorumluluğun, başarıların ve hataların tek sahibi anne ise, annesiz büyüyen çocukları nereye koymamız gerekiyor? Tüm bunları düşününce bu “abartmayın” isyanını haklı buluyorum. Peki sence annelere seslenen şarkıları kabaca gruplara ayırmamız mümkün olur mu?
İlker: Ben de çok etkileniyorum bu şarkılardan, bu sohbette bahsettiğimiz çoğu şarkıyı dinlerken yine oturdum bir tur ağladım. Anneye seslenen şarkılara baktığımızda bu şarkıların birçok alt başlığa ayrılabileceği gözüme takıldı. Mesela Yaşar Kurt’un Korku isimli şarkısı ilk bakışta anneye hayata dair şikayet gibi görünüyor.
Korkuyorum anne, al beni içine /Alışamadım anne, al beni yine
Büyüdüm anne, evler büyüdü / Büyüdü pabuçlar, yollar büyüdü
Ama şarkı devam ettikçe aslında şarkıyı söyleyenin temel derdinin militarizm ve belki de “Devlet Baba” olduğunu görüyoruz:
Orduya istiyorlar, savaş çıkar diyorlar / Silah veriyorlar anne, bana öldür diyorlar
Yat diyorlar anne, kalk diyorlar / Beynimi yiyorlar anne, beynimi yiyorlar
Şarkı bir çocuğun annesine seslenmesi şeklinde kurulmuş olsa da şarkıyı söyleyen aslında biraz da devlet babayı annesine şikayet ediyor. Burada devletin erkek olarak tanımladığı bireyleri askerlik yoluyla bir yandan şiddete zorlaması eleştirilirken bir yandan da devletin “ideal erkek” yaratma yöntemleri reddediliyor. Devletin askerlik ve buna bağlı olarak diğer politikalarının erkeklik tanımını birebir şekillendirdiğini biliyoruz. Buna karşı olarak şarkıyı söyleyenin pek hoş bakılmayan bir şeyi yapıp devlet babadan korunmak için annesinin şefkatine sığındığını da görmemiz önemli.
Sezgin: Bu şarkı bana lise yıllarımı hatırlattı hemen. Ne kadar ilginç, o zamanlar bağıra çağıra söylerdi sınıfın tüm “cool” çocukları bu şarkıyı. Şarkı esnasında annelerine müzikle dert yanarken gerçek hayatta annelerinden kopmalarından dolayı gurur duyarlardı. Anne ile etkinlik yapmamak, anneye kızmak, hatta anne hakkında kötü konuşmak “cool” luğun bir parçası kabul edilirdi. Ayrıca benim sınıfımdaki bu şarkıyı söyleyen o çocukların hepsi de fazla şikayet etmeden vakitleri geldiğinde askere gitti. Bu sığınma, şefkat durumu şarkılarda minik birer nefes oldu belki de. Hatta şarkıların kendisi idi belki sığınılan yerler. Gerçek hayat gelip onları “götürene” kadar. Peki bu şarkıda devlet babayı anneye şikayet etme durumu, başka şarkılarda da kendine yer buluyor mu sence? Başka bir şeyleri anneye şikayet etme ve anneden yardım isteme gibi?
İlker: Anneler şikayet mercii olmaktan müzikal anlamda pek kurtulamamış ama omuzlarına başka görevler de yüklenmiş şarkı sözü yazarları tarafından. Ajda Pekkan’ın seslendirdiği Ağlama Anne ile Candan Erçetin’in seslendirdiği Annem Annem çocukların annelerine seslenmesi grubunda yer alsa da burada bizlere sunulan ilişkiler birbirlerinden biraz farklı. Bir noktada Selda Bağcan’ın da seslendirdiği Ağlama Anne’deki anne, çocuğun çektiği acıların bir diğer taşıyıcısı olarak tanımlanmış. Bu şarkıya göre hayatta yıpranan çocuğun annesinin yüreğine su serpme ihtiyacı var. Ayrıca anneyi insanın çocukluğunun bir numaralı koruyucusu gibi konumlandırma durumu da var:
Sen ne olur çocukluğumu sakla / Tek kalan bu elimde avucumda
Oysa Annem Annem’deki anne biraz daha üç boyutlu tanımlanmış. Kaşlarını çatıyor, çocuğuyla bir mücadele içerisinde ama aynı zamanda ondan ayrı acıları da var. Bazen çocuğuyla oturup dost olabiliyor. Beni sanırım iki şarkıda en çok düşündüren şey annelerin acıyla birlikte kodlanmış olması. Annelerden bahsederken direkt önce acıdan bahsetmiş söz yazarları. Bu benim kendi annemle olan ilişkimde de çok düşündüğüm bir şey. Annem sadece ailede çekilen cefanın adresi olmamalı. Annem bir kadın olarak aynı zamanda kendi hayatına kendisi yön vererek, kendi ilgi alanları, zevkleri, merakları olan birisi olarak da kendini var edebilmeli. Buna en azından pop müzikte pek alan açılamadığını görüyoruz.
Sezgin: Bu iki şarkıyı da çok sevmeme rağmen, ağlamadan dinlemem zor olduğu için dinlemekten kaçındığım şarkılar itiraf etmem gerekirse. Candan Erçetin’in söylediği “Hani bir biblon vardı kırdığım, üstüne ne kırgınlıklar yaşadın” kısmı beni çok üzer mesela. Bunun içinde sanırım küçükken annemin değerli birkaç biblosunu kırmış olmamdan dolayı hissettiğim suçluluk duygusu da saklı. Biz öyle düşündüğümüz için mi bu şarkılar ortaya çıkmış, şarkılar böyle olduğu için mi biz kendimizi böyle kodlamışız bilmiyorum, ama anne eşittir acı çekme gibi bir algı sahiden de var. Biz biblolarını kırıyoruz, onlara kızgın laflar ediyoruz ve evden ayrılıyoruz. O arada anneler hep acı çekiyor. Halbuki anneler bunları yaşarken senin dediğin gibi hayatın farklı yerlerine de tutunuyorlar mı, sanki bu soru üstünde çok durmuyor şarkılar.
İlker: Annelerin çocuklarına seslendikleri örneklerde de karşımıza koruma, kollama, acılı ilişkiler ve büyüyememe kavramları çıkıyor. Mesela Sezen Aksu’nun Kınalı Kuzum şarkısında anne ile çocuk arasındaki bağ, annenin şefkati ve çocuk ne kadar büyümüş olursa olsun annenin kendisini onun koruyucusu olarak konumlandırması üzerinden kuruluyor. Şarkının sözlerinde uyarılar ve sitem birbirine geçmiş durumda. Sezen Aksu’nun bu sözleri yazarken tam olarak neyi düşündüğüne dair bir yorum yapmam elbette yanlış olur. Ancak “büyümedin hiç gözümde” dizesinin yetişkin çocuklarla anneler arasında sorun yaratan bir konumlandırma ihtiva ettiğini düşünüyorum. Bu sözlerin bana hatırlattığı konu gençlerin kendi kimliklerini bulmaları, bağımsız bir şekilde kararlarını vermeleri ve istedikleri hayatı yaşamaları süreçlerinin bazen aileler ve anneler tarafından zorlaştırıldığı. Yetişkin insanlar annelerinin tahayyülündeki kalıplardan taşan hayatlar yaşadıklarında bu tercihlerin bazen anneler tarafından “sen hâlâ çocuksun (gözümde)” tavrıyla küçümsendiğini gözlemliyorum. Kimi annelerin gösterdiği bu tavrın yetişkinlerin çocuklarıyla daha eşitlikçi, özgürlükçü ve dürüst ilişkiler kurmalarını engelleyebildiğini düşünüyorum.
Sezgin: Bu koruyucu dediğin duyguyu Sibel Alaş’ın yazdığı ve Yonca Evcimik’in seslendirdiği Anne şarkısında da görüyorum ben. “Eyvah dayandı yine kapıya yalnızlık / Sen koynuna al beni, sakın verme anne” diyerek hayatın acılarından, yalnızlıktan anneye sarılarak kaçma isteği var.
İlker: İşte. Burada benim sorunlu bulduğum konu, çocuk ve anne arasındaki ilişkinin yeniden negatif bir noktadan kurulması. Sevinçlerimizi bizimle paylaşan, büyümemizi destekleyen, kendi hayatımızı yaşarken yanımızda duran annelerin şarkıları neden ilk aklımıza gelen şarkılar değil? Bu arada böyle şarkıları bizlere hatırlatın sevgili okuyucular-dinleyiciler lütfen bizlere iletin zira bu yazının üzerine bir de podcast yayını yapmayı düşünüyoruz. Bu acı kısmını geçtiğimizde karşımıza bir de anne ve çocuk ilişkisinin serbest pazar ekonomisinde bolca sömürüldüğünü görüyoruz. Annelere seslenen reklam müzikleri bu sömürüde akla ilk gelen örnekler. Bunlar hakkında ne düşünüyorsun Sezgin?
Sezgin: Bunlar daha pozitif şarkılar ama en çok anneler gününde hatırlıyoruz bu şarkıları. Sonra pek dinliyor muyuz emin değilim. Peki, annelerle harika ilişkileri anlattık ama anneyi o kutsal seviyeden indirip onunla hesaplaşan şarkılar da var mı hiç İlker?
İlker: Sen bunu sorunca benim aklıma hemen İzel’in Annemin Suçu isimli şarkısı geliyor. Sözlerini Eda Özülkü yazmış, müziğini Metin Özülkü yapmış. Bu şarkı aslında çok ilginç bir şarkı çünkü şarkı ilk dörtlüğünü yine bir Eda-Metin Özülkü yapımı olan Nükhet Duru’nun Yaralım isimli şarkısıyla paylaşıyor. Yaralım’da bir aşk hikâyesi anlatılırken, Annemin Suçu’nda biz dinleyicilere kendi kendiyle hesaplaşma duygusu verilmiş. Şarkıyı söyleyen kişi içindeki yalnızlık korkusunun belki de annesinin suçu olabileceğini düşünüyor. Çok özel bir ânın şarkısı bence bu. Ailelerimizle kurduğumuz ilişkiyi yetişkinlikte yeniden gözden geçiriyoruz ya bazen ve o hesaplaşmalarda bazen yetişkinler olarak yaşadığımız kimi duygusal ve ruhsal problemlerin aslında ailemizle yaşadıklarımızdan kaynaklandığını fark ediyoruz. İşte o fark etme anından önceki sorgulama anını anlatıyor bu şarkı. Diğer anneyi öven, onu güvenli bir liman olarak belirten şarkılara kıyasla bu sefer annenin hayatımızdaki rolü sorgulanıyor. Belki başka bir şarkıyla dörtlüğünü paylaşmış, ama “Anneler hakkındaki şarkılar”ın arasından sıyrılmayı başarıyor.
Sezgin: İki şarkının da aynı dörtlükle başlayıp farklı yerlere gitmesi gerçekten çok ilginç. Bazen ilişkilerde kendi kendimize sorgulamalar yaparken karşıdaki kişi ile ebeveynlerimizi de bağdaştırdığımız olur. Hepsine katılmasam da bu konu ile ilgili farklı teoriler mevcut. Mesela bir tanesi bilinçaltımızda ebeveynlerimizin bize çocukken gösterdiği sevgiyi aradığımız için partnerlerimizi ona göre seçtiğimizi, o yüzden de bazen partnerlerimizi ebeveynlerimize benzemekle suçladığımızı söylüyor. Hatta Alanis Morisette’in bu konu ile ilgili babasına seslenerek söylediği Princes Familiar diye bir şarkısı bile var. Ama bunu da dilersen baba şarkıları yazımıza bırakalım. :)
İlker: Harika bir öneri sevgili Sezgin. Baba şarkıları yazımız için araştırmamız hemen başlasın bu durumda. Bu sohbetimize de dinleyicilerimize bir çağrıyla son verelim: Annelerin pop müzikteki yerleri hakkında ne düşünüyorsunuz? Yorumlarda ve sosyal medyada buluşalım sevgili okuyucular.
Sohbetten geçen şarkılardan oluşan çalma listesi, ya da annelerin Türk pop müziğiyle imtihanı için:
[1] Konuya dair Boğaziçi Üniversitesi LGBTİ+ Çalışmaları Kulübü’nün kınama yazısı:
Nil Karaibrahimgil’in cevabı:
Kapak görseli: Adile Naşit Neşeli Günler’de (Orhan Aksoy, 1978).