Erkin sınırlarını sürekli genişletmesi gerektiğinin mesajını veren siyasal, toplumsal ve devlet söyleminde bu "normallikte" şaşılacak pek az şey vardır. 

SANAT

Kıskançlık ile ırkçılığın dayanılmaz “aşk”ı: Faillik

Editörlüğünü Umut Tümay Arslan’ın yaptığı Cuma Fragmanları bir kısmı kalıba girmiş, bir kısmı dışarıda kalmış ya da şekilsiz bir kadınlık tecrübesiyle, yarı-pişmiş bir kadınlık tanımıyla bir biçimde bağlı, herhangi bir film, roman, şiir, sanat, kültür ürünü, büyük meseleler-küçük meseleler-orta meseleler, ama en çok yazmak, yazının gücü ve güçsüzlüğü ve kadınların yazması hakkında.

 

 

Kıskançlık, ırkçılık ve faillik… Yan yana koyunca bayağı zorlanmış bir denklem gibi mi duruyor?  Türkiye’deki dizi sektörünün vazgeçilmez leitmotiflerini anlamlandırmaya çalışırken, bu üçünün ısrarlı bir tekrarla yan yana gelişini fark ettikçe bu üçlü üzerine daha fazla kafa yormam gerektiğine ikna oldum. 

 

Kıskançlık ile ilgili birkaç sene önce okumaya başlamış ve okuduklarım karşısında epeyce şaşırmıştım. Bazılarına göre kıskançlık, cinsellik ve korku gibi doğumla getirdiğimiz en temel duygulardandı. Bu haliyle de hepimizin başa çıkması gereken, üzerine düşünmesi gereken bir meseleydi. Ancak, cinsellik ve korku kadar popüler bir araştırma konusu hiç olmadı kıskançlık; ya sıradanlığından ya da  yüzleşilmesi zor ve düşük nitelikli bir duygu ve davranış hali olarak görüldüğünden. Kıskançlık, Türkiye toplumunda özellikle de sosyal ilişkilerimizde genellikle açık açık yaşanması ayıplanan bir duygu. Belki de bu yüzden yüzeyin altında bütün işlenmemişliğiyle ruhsal baskı ve gücünü gösteriyor ve neredeyse olmazsa olmaz bir sevgi, aşk göstergesi olarak algılanıyor. Son yıllarda takip ettiğim diziler, sınıf temelli bir kıskançlık üzerine bina edilişiyle gayet bilindik; fakir kadın, zengin erkek, ya da allame-i cihan, her şeyi bilen dünyayı görmüş erkeğe karşı mahallesinden hiç çıkmamış kadın arasındaki aşklar sürekli bir kıskanma, kıskandırma davranışı ve duygusuyla örülmüş hikayelerle dolu. Kadının her durumda erkekten daha dezavantajlı bir aileden ve geçmişten geldiği geniş dizi yelpazesinde, kıskandırma üzerinden yürüyen ilişkilerin tamamında bir aksiyon fazlalığı görülmesi, yani kıskandırmaya dayalı bir sevgi için “yapılması” hoş görülen ve hoş gösterilen bir faillik hali var. Aklıma ilk gelenler:

 

Babil’de Eda’nın İrfan’a, Kudret’in Süleyman’a, ya da İlay’ın İrfan’a yönelik davranışlarının  çoğunda görülebilen açık seçik kıskançlık; 

 

Sen Çal Kapımı’da imkansız aşkın kıskançlıkla taçlandırıldığı, Eda ile Serkan’ın sürekli birbirlerini kıskandırma stratejileri ve taktikleri üzerine kurulan komedi anlatısı;

 

Erkenci Kuş’un aynı şekilde Can ve Sanem’in birbirlerini kıskanmalarına neden olan karakterlerle bezenmiş olması;

 

Masumlar Apartmanı’nda ağır psikozlar yaşayan karakterlerin kendilerini ve yarattıkları dünyayı korumak için girdikleri krizlerde, kıskançlığın önemli bir rol oynaması ve ortaya çıkan felaketlerin cezai ehliyetsizlikle masumluk hanesine yazılması…

 

Böylelikle, daha pek çok dizide de var olan, eşit veya denk ilişkilerin olmadığı bir dünyada güç ilişkileri “aşk”ın olmazsa olmazı olarak sunulurken, kıskançlık da ilişkinin temel dinamiği olarak ortaya çıkıyor. 

 

Irkçılık kadar normalleştirilmiş az duygu ve düşünce var şu dünyada. Irkçı şiddeti normalleştiren anlatılardan biri de  çoğunlukla, bir grubun ırkçı şiddete maruz kalan diğer bir grubu çekememesiyle kurgulanıyor; nedensellik böyle inşa ediliyor. Yani ırkçı şiddet kıskançlığın bir türüne büründürülüyor,  yukarıda bahsettiğim normallikler silsilesine dahil edilerek kabul edilebilir kılınıyor ve zararsızlaştırılıyor.  Halbuki, ırkçılık bir grubun kendini başka bir gruba ya da gruplara karşı üstün gördüğü, iktidar alanını sürekli başkalarının sınırlarını ihlal ederek genişletmeyi kendisine hak gördüğü, başkalarını kategorize etme hakkını kendinde bulduğu, başkalarının neyi nasıl söyleyeceğine kendisinin karar verici pozisyonda olduğunu direten bir dünyanın dışavurumu. Erkin bir üstünlük mekanizmasıyla sürekli sınırlarını başkalarına rağmen genişletmesinin ortaya çıkardığı düşünce, pratik ve duygu dünyaları; bu haliyle de düpedüz işgalci. Gasp ediyor, ele geçiriyor, kendinin sayıyor. Yani ne derinin rengiyle, ne dille, ne dinle, ne de başka bir şeyle doğrudan alakalı. Derinin rengi, dil, din, ya da farklılığı oluşturan herhangi bir kategori sadece bu erk üstünlüğünü  ortaya çıkarmakta kullanılan, işgali, haklı çıkarmaya yarayan araçlar. Böylelikle ırkçılık, kendi sınırlarını bile isteye aşan bir erkin, bunu ve aslında her şeyi kendine hak gören üstünlüğüne işaret eder. Kıskançlık, bu mekanizmanın duygu ve düşünce dünyasına sinsice sirayet eden “sevgi dolu müdahalelerde” bulunmanın, başkasının duygu dünyasını ele geçirmenin, işgal etmenin en önemli araçlarından biri. Bu durumda da, bu sınır tanımayan iktidarın tacizci, tecavüzcü ve de kıskanç  olması hem bir normallik, sıradanlık ve dahası gereklilik barındırıyor. 

 

Türkiye’de çekilen dizilerin çoğunda üstünlüğü tartışma götürmez Türklerin temsil edilmesi, Kürtlerin özellikle de en “alternatif” olma iddiasındaki dizilerde, örneğin Bir Başkadır’da, ısrarla ve açıktan değil ima ederek “tecavüzcü” olarak temsili1, en yoğun meşrulaştırılmış şiddet mesajlarını subliminal bir düzlemde yayan Çukur’dan Alevi türkülerinin yükselmesi, yüksek sosyal sorumluluk bilinci yayma iddiasında bulunan “duvar yazıları” kullanılması, üstünlük pozisyonundakilerin sürekli yetim, tarihsiz, öncesiz ve sonrasız bir hayatta “ekmeğinin peşinde” ‘katil-kahramanlar’ olarak temsil edilmeleri, faillikle kurulan karşı konulamaz iktidar ilişkisiyle yani dizilerin diliyle “aşk”la ilgilidir. 

 

Böylece birbiriyle hiç ilgisi yokmuş gibi görünen dizilerin pek çoğunda “kendini korumak”, “ailesini korumak”, “ekmeğini kazanmak”,  ya da “aşkı” için suç işleyen, her türlü dalavereyi çeviren failler dünyasının kapıları en davetkar halleriyle açılır bizlere. Bu Althusserci çağırmaya, davete kim nasıl hayır diyebilir ki? Zira bu hikâyede herkesin kendini eklemleyebileceği bir kurbanlık rolü yaratma potansiyeli vardır. Bu faillik tanımında sürekli bir zulmü meşrulaştırma propagandasıyla üstünler öksüz, yetim, fakir ve delikanlıdırlar. Üstündürler ancak üstünlükleri kendilerinden zengin olanların karşısında ezilmiş bir kimliğe dönüşür. Aralarındaki sınıf farkı ortaklaştıkları failliğin kesişim kümesinin görünmez kılınmasını sağlar.  Halbuki ister zengin, ister fakir, ister öksüz, ister yetim olsunlar, hepsi kendi iktidar alanlarının sınırları her anlamda aşmayı normal karşılamaktadır. Bu normallikler içinde, örneğin Fi dizisindeki kötü adamın, ki o da son kertede cezai ehliyeti olmayan bir masum olma potansiyeli taşımaktadır, gerçek hayatta da sevgilisini döven bir adam olduğunun ortaya çıkması ve failin bunu hemen inkar etmiş olması da aynı normun içindedir. Irkçılık, taciz, tecavüz, kıskançlık, şiddet: Yani erkin sınırlarını sürekli genişletmesi gerektiğinin mesajını veren bir siyasal, toplumsal ve tabii devlet söyleminde bu normallikte şaşılacak pek az şey vardır. 

 

Failin sürekli suç işlemek için hep haklı sebeplerinin olduğu ve sürekli masumlaştırıldığı bir dünyada “aşk” olarak yeniden üretilen üstünlükler temsilinde, tarihsel ötekilerin Bir Başkadır dizisinde olduğu gibi ölüler (Ferdi Özbeğen) ve mezar taşları (İbranice yazılı mezar taşları) ile gösterilmeleri, failin gözünün kameradan üzerimize dikilmiş, bizlere el sallayan, bizleri fail olmaya davet eden gözü, temsili değilse, nedir? 

 

Sınırlarımızı genişlete genişlete, işgal ede ede ilerlerken, yok edilenin dünyasına ancak fail olarak dahil olabiliriz. Fonda yok edilenden duyduğumuz ses, aslında geçmişimizden bugüne bize failliğimizi hatırlatır. Yok edilen yok edilmiştir, hatırlanacak ise faillikten başka bir şey yoktur. 

 

 

[1] https://www.gazeteduvar.com.tr/bir-baskadirda-kamerayi-kim-tutuyor-haber-1504865?fbclid=IwAR2xWCosvIOqNkxLN4z1KZoGGQkeUkp8GJfXNeGEZGDeAni1TqZ_6weHBOQ

 

 

Görsel: Silva Bingaz, Coast (Kıyı), 2007-2008, sanatçının izniyle. 

 

 

 

YAZARIN DİĞER YAZILARI

SANAT

YVarılamayan Liman: İyiliğin Kıyıları
Varılamayan Liman: İyiliğin Kıyıları

Bütün katillerin iyi olduğu bir toplumda kötü nedir ya da kim olabilir?

SANAT

YSır eve düşen bombadır*
Sır eve düşen bombadır*

En muhabbetli ailelerin bile geçmişinde saklı kurucu sırlar olması ile, ailenin, genç kuşakları da kendine benzeten bir kriminal kuruma dönüştürülmesi, aile ile devlet arasındaki aynılığa işaret ediyor.

Bir de bunlar var

Sait Maden’in Muhteşem Kitap Kapakları
Avrupa Birliği Pasaportu Olan Bir Koca Arıyorum
Çalıkuşu Parfümü Nasıl Olmalıydı?

Pin It on Pinterest